100 yıllık TC tarihinin 21 yıllık bölümünde egemenlerin halka vadettiği şeylerin daha fazla sömürü, daha fazla baskı, daha fazla şiddet olduğunun, genç bir kuşağın yaşam dilimi kadar uzun ancak insanlık tarihi anlamında kısa bir özetini yaşamış bulunuyoruz.
İnsanlığın yarattığı toplumsal üretimin egemenlerin ceplerini doldurmak ve bu ceberut sistemin korunması için seferber edildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu sistem karşısında emeği sömürülen işçilerin, ezilen inançların, ezilen ulus ve milliyetlerin, ezilen cinsiyet ve kimliklerin her türlü hak arama ve alma mücadelelerinin zorla bastırılışının adeta bir devlet geleneğine dönüştüğüne 100 yıllık “Cumhuriyet” tarihiyle acı bir deneyim olarak tanık oluyoruz.
Dili, inancı, kimliği cinsiyetinden dolayı sömürülen, baskı altına alınan kadınlar, LGBTİ+lar, Kürtler, Aleviler, bu düzenin dişlileri arasında ezilmeye mahkum edilmeye çalışılıyor.
Ancak biliyoruz ki; egemenlerin sömürü tarihi beraberinde, ezilenlerin isyan ve mücadelelerini de barındırmaktadır. İçinden geçtiğimiz Mayıs ayı, barındırdığı tarihsel deneyimlerle, bu mücadelelerin zorlu, ağır bedellerle örülen örnekleriyle doludur.
Bugün, 1 Mayıs meydanlarından yükselen eşit ve özgür bir gelecek sloganları, 14 Mayıs seçimlerinde suni bir değişim umuduyla dindirilmeye çalışılsa dahi emekçi sınıfların yüreğinde biriken tepki giderek kabına sığmıyor. “Helalleşeceğiz!” denilerek ezenin imtiyazının ve pozisyonun korunduğu bir gelecekten bizler açısından özgürlük değil özgürlüğümüzün gasp edildiği bir dünya çıkacaktır. Bu açıdan değişimin öznesi halkın kendisidir, onun gücüdür.
Tarihi ve bugünü iyi bir öğretmen olarak görüp, yığınlarla daha sıkı politik bağlar kurmak ve örgütlenmeyi ileri taşımak “an”ın görevlerinden biridir. Seçimler ve 1 Mayıs boyunca kitlelerle yol yürümeye dair attığımız adımlara aldığımız geri dönüş bunu bize bir kez daha göstermiştir. Kitlelere daha fazla ulaşmak, bunun sürekliliğini sağlamak ve bunu şeffaf, alçakgönüllü ve açık bir çizgide sürdürmek mutlaka kazandırmaktadır. Tutumumuz doğrultusunda yürüttüğümüz yaygın, enerjik ve kolektif seçim çalışmalarının bize gösterdiği gerçek bir kez daha bu olmuştur.
Nihayetinde 1 Mayıs günü alanda egemen sınıfların Kaypakkaya’nın resimlerine yönelik tahammülsüzlüğü ve saldırılarına karşı kitlelerin gelişen sahiplenmesi de bunu bize göstermiştir. Bu sahiplenme gerek güncelde yürüttüğümüz mücadelenin gerekse de 50 yıllık tarihsel birikimin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bugün ezilenlerin tüm geleceği iki rakip klikten birine emanet edilmek istenmektedir. Oysa, bugüne kadar kazanım olarak ezilenlerin hanesine yazılan ne varsa emekçi sınıfların örgütlü mücadelesinin bir sonucu olmuştur.
Ölümsüzlüğünün 50. yılında bulunduğumuz komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın düzenin ideolojik-politik gerçekliğiyle hesaplaşan, bu hakikat ile hesaplaşamayanlarla kopan, yeni bir yol açmakta tereddütsüzce ileri atılan teorik-pratik mirasına yaslanmalıyız.
Kaypakkaya yoldaş, gerek devletin niteliği gerekse de Türkiye’de sınıfların durumu, TC’nin kuruluşu ve bununla ilişkili olarak Kemalizm ve Kürt ulusal sorununda ortaya koyduğu tezleri bu bilimsel yöntemin bir sonucu olarak ortaya koymuştur. İçinde bulunduğu toplumu tüm yönleriyle inceleyen, ezilenin ezilenine ulaşmaya çalışan, onunla bağ kurmaya örgütlemeye odaklanan bunu da söz konusu kitlenin tarihsel-sosyolojik gerçekliğiyle ele alan bir çalışma tarzı onu bu yola sokmuştur.
Kaypakkaya yoldaşın sınıflar ve devlet gerçekliğini çözümledikçe değişen kendisiyle de hesaplaşan ve hep en ileri olana yönelen serüvenini takip etmeliyiz.
Kitlelerle ilişkilerimizde sebatlı, ısrarlı ve istikrarlı bir çalışma yürütmeliyiz.
Her politik faaliyetimizi en geniş kitleyi harekete geçirecek bir ele alışla örgütlemeliyiz. Bugün hakim sınıfların yarattığı havanın geniş emekçi kitleler üzerinde baskın bir ağırlığı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ne var ki seçim sürecinde doğrudan yaşayarak gördük ki; kitleler, düzenin yarattığı ağır tabloya karşı büyük bir öfke biriktirmiştir. Bu öfke aynı zamanda çok ciddi bir değişim dinamiğini de bağrında taşımaktadır.
Önder Kaypakkaya’nın, işçi sınıfıyla, köylülerle, toplumun farklı kesimlerinden geniş emekçi kitlelerle kurduğu yaygın ve gelişkin bağlar bu anlamda takındığı tutum ve aldığı pozisyon bizler için öğreticidir. Bu mirası sahiplenmek, ezilenlerin haklı mücadelesinin nasıl büyütüleceğine odaklanmaktan, yığınların umudunun bu mücadeleden geçtiğinin bilinciyle örgütlenmeyi geliştirmekten geçmektedir. Halkın gücüne güveni esas almak ve bunu örgütlülüğe dönüştürme sorumluluğuyla hareket etmek ezilenlere mutlaka kazandıracaktır. Nerede bir isyan ve direniş varsa orada olmayı kendisine görev edinmiş, katıldığı tüm eylem ve pratikleri politik iktidar mücadelesinin bir parçası haline getirmeyi esasına alan ihtilalci bir komünist önderin yaşamı bize öğretmeye devam etmektedir.
Kaypakkaya’nın bu pratik ve teorik yaklaşımını hayata uygulama ihtiyacı bugün dünden daha yakıcı bir şekilde karşımızda durmaktadır. Özgür bir gelecek, kitlelere sonsuz bir güvenle, mücadeleye tereddütsüz inançla ve mucizeleri yaratan gerçek kahraman kitlelerle yürüme becerisiyle kazanılabilir.
İşimiz zor olabilir ancak imkansız değildir!