Tarikatlar ve tarikatlarla birlikte anılan dini cemaatler, Ortadoğu’nun sosyal ve politik dokusunun önemli ve etkili bileşenlerindendir. Arap İslam Devleti’nin kuruluşundan sonra oluşan sosyo-politik ortamda biçimlenen tarikatların doktrinel/kuramsal temeli 9. yüzyıl ortası ile 10. yüzyıl boyunca oluşmuştur. 11. yüzyıl ile 13. yüzyılları arasında kurumsallaşmasını geliştiren tarikatlar günümüze dek etkilerini sürdürmüşlerdir.
Osmanlı Devleti’nin uzun süre yaşamasında ve güçlenmesinde önemli rolü olan tarikatlar, iktidar ve devletlerle homojen bir ilişkide olmamıştır. Bazı tarikatlar komünal ve iktidar karşıtı bir eksende bütün devletlere karşı bir yapılanma içerisinde isyanların odağına dönüşebilirken (İsmaililer, Babailer, Bedreddiniler vd.); bazı tarikatlar devletin bir eklentisine dönüşerek iktidar/güç ağlarının birer parçası olmuştur (Bektaşiler, Nakşibendiler vd.); bazı tarikatlar ise güçlü bir iktidar odağına dönüşerek devletlerle girift ilişkilere girmişlerdir ve bir devletin baskısına karşı güçlenebilmek için başka devletlere yaslanabilmişlerdir (Sesuniler vd.). Bazı tarikatlar ise anti-sömürgeci bir karakter kazanmıştır; Mücahidün, Ferayizi, Ticaniler gibi.
Gerek Arap İslam Devleti (Abbasi Dönemi) gerek Selçuklu Devleti gerekse Osmanlı Devleti zamanında, tarikatların devlet ve iktidarla ilişkisi çok karmaşık olarak biçimlenmiştir. Osmanlı devleti, Alevi-Bektaşi tarikatını, kendi ordusunun bel kemiği haline getirirken, Hanefi-Sünni bir saltanatı ve yargıyı kurumsallaştırmış ve tasavvufu Sünnilik ile Şeriatı sentezleyen tarikatlara da sürekli destek vermiştir; Mevlevilik, Halvetilik, Rifailik, Kadirilik, Nakşibendilik bu tür tarikatlardandır ve sürekli destek görmüşlerdir. Tarikatlarla çok yönlü ilişki kuran Osmanlı Devleti’nin bu mirasını, modernize edilmiş haliyle TC devleti devralmıştır.
TC devleti, laiklik eksenli ördüğü ulus devletin kuruluşunda tarikatların çoğunluğunu bastırıp; tekke ve zaviyeleri kapatmıştır. Ancak tek parti döneminde dahi Mevleviler, Bektaşiler, Nakşibendiler gibi devlete yakın tarikatlara desteğini kesmemiştir. Yani kendi ulus dinini biçimlendirmiştir. Dahası 2. Emperyalist Savaş sonrası batıcı kampın anti-komünizm propagandasının önemli bir ayağı olarak inşa ettiği “Yeşil Kuşak” projesinde tarikatlar, hem TC devleti hem de batılı hegemon devletler tarafından desteklendi, büyütüldü ve devlete daha fazla entegre edildi. Komünizme karşı mücadele dernekleri, bu entegresyonun ve sosyalizm karşıtı propagandanın ana merkezlerinden birisi haline gelirken; diğer yandan İslami partilerin de merkezleri olma işleviyle tarikatların siyasette güçlenmesine aracılık etmişlerdi. Özellikle 1970’lerde tarikatların, siyasi partiler aracılığıyla, meclis ve devlet içerisinde gücü artmıştı. 1980’lerde bu işbirliği, Türk İslam Sentezi’nin yeni ve güncellenmiş versiyonu eşliğinde yeni ve ileri bir aşamaya taşınarak tarikatların pek çoğunun devlet güdümündeki etkinliği artırılmıştır.
Nakşibendiliğin Anadolu/Mezopotamya tarafında biçimlenen Halidiye Kolu’nun yan kolu olan Nurcuların Fethullahçı kesimi de 12 Eylül Darbesiyle birlikte devlet içerisinde konumunu güçlendirirken; ABD emperyalizminden aldığı destekle, dünya genelinde sosyalizm karşıtı etkinliklerini de büyütmüştü. Bu sayede TC devleti içerisindeki gücünü sürekli artıran Fethullah Gülen Cemaati, 15 Temmuz 2016 yılına kadar devlet ve AKP içerisinde en etkili odaklardan birisi olmuştu. Ancak bu tarihten sonra AKP’nin tarikatlarla ilişkisi değişmiş ve Fethullah Gülencilerle olan bağımlılığından kurtulmanın da etkisiyle, Osmanlı Devleti’nin tarikatlarla kurduğu çoklu ilişki tarzını esas almaya başlamıştır; yani dizginleri eline alarak tarikatların yönettiği bir partiden, tarikatları yöneten bir iktidar odağına dönüşmüştür.
Birer iktidar odağına dönüşebilen tarikatlar…
AKP, gerek yerel ve bölgesel gerek küresel konjonktürün etkisiyle, hem TÜSİAD, MÜSİAD gibi sermaye temsilcilerinin hem de ABD emperyalizmiyle AB’li emperyalistlerin desteğini alarak hükümet olabilmişti. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin de bir parçasına dönüşen AKP, Ilımlı İslam Projesi’nin aktif bir bileşeni olarak radikal-selefi İslami örgütlere karşı bir tampon olarak biçimlenmişti. Hem CHP’nin tek parti döneminden beri baskı gören muhafazakar Sünnilerle tarikatları, hem de yoksulların önemli bir kısmının tepkilerini örgütleyerek büyük bir oy oranı yakalayan AKP, özellikle Fethullahçıların desteğini arkasına alarak, kısa sürede ordu, polis ve yargı içerisinde güçlenebildiyse de, her güçlenme sürecinde yaşanan iktidar/güç dalaşının bir ürünü olarak Fethullahçı Nurcu Tarikatı ile sık sık dalaşmış ve en sonunda 15 Temmuz 2016’da ipler kopmuştur.
AKP, bu sürecin yarattığı şoku atlattıktan sonra, tarikatlarla ilişkisini yeniden düzenleyerek, bütün tarikatlarla ilişkilerini, Osmanlı Devleti’nden alınan deneyim eşliğinde yeniden düzenlemiştir. Kendisini destekleyen her tarikatı destekleyen; ama hiçbir tarikatın kendisinden daha fazla güçlenmesini ya da kendisine rakip olabilmesini engelleyebilecek politika ve kurumsallaşmaları süreklileştiren ilişki tarzıyla, AKP, çok sayıda tarikatla daha yoğun bir ilişki içerisine girmiştir.
1980’lerle birlikte vakıf yoluyla güçlenerek siyasi partiler içerisinde daha fazla etkili olan pekçok tarikat, Nurcular gibi, Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlıydı. Bu kollar, Mezopotamya Nakşibendiliğinin (Şeyh Ubeydullah vb’nin) aksine TC devleti ile özdeşleşerek Türk İslam çizgisinde sentezlendiler. Çoğunluğu birbiriyle rekabet içerisinde olsa da Nurcu Fethullahçı cemaatin gölgesinde kalan bu tarikatlar, 15 Temmuz sonrası, AKP’nin kanatları altına girerek daha hızlı güçlenme eğilimine sahip olmuşlardı. Vakıflar aracılığıyla özellikle AKP’li belediyelerden hibe ve ihale alan bu tarikatlar, ekonomik olarak güçlendikçe, sosyal ve politik etkinliklerini de artırarak Mezopotamya’daki “İrşad Faaliyetleri”nin de dolaysız bir parçasına dönüştürüldüler. Ensar Vakfı, Türgev Vakfı gibi vakıflarla SADAT, Osmanlı Ocakları gibi paramiliter kuruluşların basına yansıyan faaliyetleriyle devletten nasıl nemalandıklarını görmüştük. Bunlar, tarikatların sadece görünebilen kısmıdır.
AKP, MHP’yi arkasına alarak çözüm sürecini rafa kaldırmış ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile tarikatların, savaşın meşruiyeti ve yaygınlaştırılmasında daha fazla öne çıkmasını sağlamıştır. Bunun bedeli olarak tarikatların -ağırlıklı olarak vakıflar yoluyla- palazlanmasını sağlayan AKP, yandaşları büyüdükçe yoksulluğun daha da büyüdüğü gerçekliği karşısında, dine ve tarikatlara daha fazla sarılmaya devam ettiği için, hükümet olduğu ilk yıllardaki mağduriyet ve demokrasi aldatmacasını bile artık kullanamaz gelmiştir. İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kaybettikten sonra, tarikatlarla ilişkisindeki derinlik daha fazla açığa çıktığı halde, AKP, bu tarikatlarla yola devam etmezse, hükümet olamayacağını biliyor. Dolayısıyla yandaşlarını, tüm tepkilere, yoksulluğa, işsizliğe karşı kitlelerin öfkesine rağmen desteklemeye devam ediyor.
Tarikatlar, gerek Osmanlı’da gerek Türkiye’de, en güçlü oldukları dönemde bile, nüfusun en fazla % 6-10 arasını bünyelerine katabildikleri halde, bu nüfustan çok daha fazlasının üzerinde dinsel, sosyal ve politik etkide bulunabildiğinden ve Türk İslam Sentezi’nde olduğu gibi dini kimlikle etnik kimliği ataerkinin merkezde olduğu bir ulus devlete entegre ederek sentezleyebildiğinden, iktidar ilişkileri/ağları içerisinde büyük yer kaplayabiliyorlar. Birer iktidar odağına da dönüşebilen tarikatların dini kimliklerini, iktidar odağı olup olmamaları ekseninden başlayarak değerlendirdiğimizde, sosyal, ekonomik ve politik ilişkilerinin içiçe geçtiği toplumsal hareketin rotasını daha net görme şansımız artacaktır.