GüncelMakaleler

ANALİZ | Zulüm Artıyor, Öfke Kaynıyor; Akan Kan, Devrimlere Can Veriyor

Ortadoğu, Afrika, Güney Amerika ve Asya’da emperyalistlerin ve yerel güçlerin imha ve yerinden etme saldırıları hız kesmeden devam ediyor; sermaye, birikime giden yolu her şekilde temizlemek istiyor. Filistin’de, Lübnan’da, Kürdistan’da, Türkiye’de, İran’da ve daha pek çok yerde, kısacası Ortadoğu’nun her karış toprağında egemenler ilmiği halkın başına geçirmek istiyor.

Ancak dünya çapında direniş örgütleniyor. Hindistan Komünist Partisi (Maoist); Hindistan halklarına mücadelede önderlik eden ve şu anda faşist Hindistan devletinin büyük bir saldırısına karşı koyan Maoist parti, 20. yıl dönümünü kutladı. Ülkemizde de proletarya partisi gerçekleştirilen ikinci kongresinin açıklanmasıyla emperyalizme, komprador kapitalizme, feodal kalıntılara, faşizme ve ataerkiye karşı mücadeledeki irade ve kararlılık teyit edilmiş, tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Türkiye’de de kurtuluş yolunda “yakına ama ileriye” bir adım daha atılmıştır.

“İdam cezasına hayır-Kadın cinayetlerine hayır!”

İran hapishanelerinde, Kürdistan’ın dört parçasında ve daha birçok yerde insanlar İran’ın kitlesel idam politikasını protesto ediyor. İran’ın 25 hapishanesinde “idama hayır” kampanyası 42. haftasına girerken aralarında ünlü kadın hapishanesi “Evin”in de bulunduğu birçok hapishanede mahkumlar, idamlara karşı açlık grevine başladı. Kampanya yürütücüleri tarafından yapılan açıklamada, bu yıl göreve gelen Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan döneminde idam kararlarının, % 85’e varan oranlarda arttığına dikkat çekiliyor. Ayrıca Kürt, Arap ve Beluci gibi ulusal azınlıklar da infazlardan orantısız bir şekilde etkileniyor. “Ölüm cezasına hayır!-Kadınların öldürülmesine hayır!” başlıklı uluslararası kampanya, İran’da Kürt kadın siyasetçilere verilen ölüm cezalarını protesto ediyor.

Uluslararası alanda kadınlar; Şerife Muhammedi, Werîşe Mûradî, Pakshan Azizi ve diğer tutuklu kadınların özgürlüğü için “Jin Jiyan Azadi!” sloganıyla sokaklara döküldü ve protesto gösterileri düzenledi. Bu kampanya, kadına ve trans bireylere yönelik şiddet ve baskılara karşı mücadele ayı olan Kasım’da gerçekleştirilmektedir. Kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik devlet eliyle örgütlenen şiddet, ekonomik krizler ve savaş dönemlerinde katbekat olarak artmaktadır. Burjuva, faşist ve gerici devletlerin savaş hazırlıkları; kitlelerin kendi çıkarları için verdikleri mücadeleyi kırmak ve onları kendi hizmetlerine sokmak için şovenizmi, ataerkilliği ve faşizmi kitlelerin zihninde yaymayı da içeriyor. Bu yıl sistemin ataerkil şiddetine karşı Kasım ayı protestoları bu gelişmelerin ve bunlara karşı direnişin ışığında gerçekleştirilecek.

İran rejimi içerde savaşıyor ancak dışarda savaşa mesafeli

Nükleer antlaşmanın iptalinin ardından 2018’de daha da sıkılaştırılan ABD yaptırımları, İran’ı başta Çin ve Rusya olmak üzere BRICS ülkelerine daha da bağımlı ve yakın hale getirdi. Çin, İran petrolünün en önemli alıcısı ve Rusya da önemli bir askeri teçhizat alıcısı. İran, Çin ve Rusya için Ortadoğu’da önemli bir rol oynuyor ve onların çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da savaşlara hazırlık yapıyor.

Çin ve İran 2021 yılında “Çin Kuşak ve Yol Projesi”ni oluşturmak için bir anlaşma imzaladı. Çin bu proje ile ticareti teşvik etmek, Çin pazarına erişimi genişletmek için yolun geçeceği ülkeleri yatırımlar ve buna bağlı borçlar/alacaklar yoluyla kendisine bağlamak istiyor. Diğer şeylerin yanı sıra ticaret yolu, gaz ve petrol gibi mineraller ve enerji kaynakları açısından zengin bir bölge olan Beluç ulusal azınlığının topraklarından geçecek.

Beluç ulusu İran, Pakistan ve Afganistan’da onlarca yıldır baskı altında tutulmakta ve buna karşı direnmektedir. Ekim ayı sonunda Çin’de düzenlenen “3. Kuşak ve Yol” toplantısında biraraya gelen Pakistan, Çin ve İran enerji bakanları, Beluç direnişine karşı mücadele de dahil olmak üzere işbirliğini artıracaklarını teyit ettiler. Beluçların ulusal özerklik talepleri ve örgütlü direnişi, İran devletinin istikrarına yönelik iç tehditlerden biridir ve İran bu tehdidi bertaraf etmeyi amaçlamaktadır.

Çin, belli bir süredir ekonomik nüfuzunu artırmaya, Ortadoğu ve Afrika’da çeşitli projelerle etki alanını genişletmeye ve ülkeleri borç ve yatırım yoluyla kendisine bağımlı hale getirmeye odaklanmıştır.

Görünen o ki, şu anda Ortadoğu’daki savaşı tırmandırmak gibi bir niyetleri yok; genişlemek, boşluklardan ve çelişkilerden faydalanmak, konumlarını istikrara kavuşturmak ve yeni ticari ilişkilerin geliştirilmesini teşvik etmek istiyorlar. İran ile olan ilişki bunda jeostratejik bir rol oynuyor. Bu ilişkinin bir parçası olarak İran bu yıl BRICS örgütüne katıldı ve Rusya’nın Kazan kentindeki son toplantısında yerini aldı.

Kısa bir süre önce İran ve Rusya para transferlerini birleştireceklerini, böylece dolardan bağımsızlıklarını arttıracaklarını ve özellikle başta savunma ekipmanları olmak üzere ticaretlerini kolaylaştıracaklarını açıkladılar.

Bu, BRICS’in para birimi olarak doların uluslararası hegemonyasını kırma hedefine yönelik bir adımdır.

İran’ın askeri gücü büyük ölçüde Filistin, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki vekil güçlerle olan ilişkilerine ve bu güçlere verdiği desteğe dayanıyor. Şimdiye kadar İsrail’e karşı konvansiyonel askeri operasyonlardan büyük ölçüde kaçındı, ancak aynı zamanda müttefikleri İsrail’e askeri ve siyasi olarak meydan okuyor ve İsrail’in işgal ve istila planlarına karşı halkın iradesiyle mücadele ediyor.

İran’ın konvansiyonel savaş yöntemlerinden uzak durması, savaştan çok az zarar görüp daha çok iç direnişi ezmeye odaklanırken; en azılı rakibi İsrail, müttefikleri tarafından yıpratılıyor. İran ve BRICS’teki müttefikleri bunun İsrail’i zayıflatacağını umuyorlar. Ancak onlar da kendi çıkarları gereği, süreç geçtiği anda halk direnişlerini satmaya hazırlar.

Görevdeki Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan bu nedenle Batı odaklı bir siyasetçi olarak profilini korumaya çalışıyor ve yeni ABD yönetimiyle nükleer program konusunda görüşmelere girmeye hazır.

Her halükarda, Batı’nın politikasının bir kısmını benimsediği görülmektedir; gülümseyerek güzel sözlerle göz boyamaya çalışırken, onun yönetiminde neredeyse iki kat daha fazla mahkum idam ediliyor ve İran Rejimi kitlelerin ezilmesine odaklanıyor.

İsrail-Amerikan çöküşünün ileri karakolu

Trump’ın ABD’nin gelecekteki başkanı olarak seçilmesi ve kabinesinin açıklanmasıyla birlikte, Amerikan tekellerinin İsrail’in pozisyonu lehine savaşı, işgali ve Filistin’in yıkımını savunmaya devam ettiği ve Ortadoğu’da savaşın daha da tırmanmasını ve yayılmasını istediği teyit edilmiş oldu. Ekonomik kriz nedeniyle, ABD’nin küresel hegemonyasının geleceği sorgulanmakta; etkisini dengelemek için Çin ve Rusya etkisi altında bulunan BRICS ülkeleri arasındaki çelişkileri teşvik etmeye çalışmakta ve aynı zamanda onlara karşı yerel savaşlar yürütmektedir. Bu bağlamda İsrail ve İran arasındaki cephe önemli bir rol oynamaktadır ve ABD, başta Almanya olmak üzere diğer NATO ülkeleriyle birlikte yakın gelecekte bu savaşı tırmandırmaya devam edecektir.

Son günlerde ABD ve İsrail, ABD’nin bölgeye çok sayıda F-15 savaş uçağı yerleştirmesi, İsrail’in Beyrut’taki yerleşim bölgelerini yeniden bombalaması, Amerika’nın Suriye ve Yemen’deki hedeflere daha fazla hava saldırısı düzenlemesi, Katar’ın Hamas’ı ABD’nin emriyle 10 yılı aşkın süredir bulundukları Katar’dan çekilmekle tehdit etmesi gibi işgal ve yıkım planlarını genişletme yönünde açık işaretler göstermiştir.

Trump’ın seçilmesiyle eş zamanlı olarak Netanyahu, eski savunma bakanı Gallant’ı görevden aldı ve yerine siyasi olarak kendisine çok yakın olan eski dış işleri bakanı Israel Katz’ı getirdi. Gallant bunun nedeninin Filistin’deki saldırının devamına ilişkin görüş ayrılıkları olduğuna inanıyor ancak Netanyahu’nun savaşın şiddetlendiği ve İsrail içindeki çelişkilerin arttığı bir dönemde, hükümet içindeki muhalefeti daha da zayıflatmak istediği ve Trump’ın seçilmesinin kendisine daha fazla destek anlamına geldiği ve bunun için ülkeyi taktiksel olarak hazırladığı varsayılabilir.

İsrailli bir komutan olan Itzik Cohen’in şu sözleri İsrail devletinin bakış açısıdır: “Kimse Gazze’nin kuzey bölgesine geri dönmüyor. Kuzeye dönüş yok ve kuzeye dönüş olmayacak.” Bu durum İsrail’in niyetini açıkça göstermektedir ve Netanyahu Filistin’de uzun süredir hedeflerine ulaşamamış ve halkın direnişi nedeniyle defalarca başarısızlığa uğramış olsa da, bu savaştan gönüllü olarak vazgeçmeyecek ve iç siyasi protestolara da katlanacaktır.

Filistin’in yıkımı, işgali ve halkın göçertilmesinden sonra Netanyahu değiştirilebilir. Ancak o zamana kadar İran ve müttefikleri ile özellikle de Çin cephesine karşı, ABD’ye hizmet edecektir. Son NATO toplantısı ve gelecekteki ABD yönetiminin söylemi, Batı’nın Çin’i (halklar ve kitlelerin dünya çapındaki artan öfkesi dışında) ana düşman ve tehdit olarak belirlediğini göstermektedir.

Çin; ekonomik, siyasi ve diplomatik etki olarak yükseliştedir ve bununla birlikte Batılı emperyalistlerin ticaretini etkileyecek olan Kuşak ve Yol Projesi ile stratejik bir hamle başlatmıştır. Ayrıca BRICS örgütü ile şu anda esas olarak ekonomik nitelikte olan ancak gelecekte genişletilebilecek yeni ittifaklar kurma yolundadır.

Bu bağlamda ABD, İran’a karşı savaşı yoğunlaştıracaktır.

Türkiye ve Suriye-İki yönlü politika

Rusya, İran, Türkiye ve Suriye arasındaki 22. Astana görüşmeleri 11 ve 12 Kasım tarihlerinde gerçekleşti.

Son görüşmeler yaklaşık bir yıl önce Ocak 2024’te gerçekleşmişti. O tarihten bu yana Erdoğan ve Suriye arasındaki ilişkiye dair pek çok söylenti ve açıklama yapıldı. Son aylarda Erdoğan defalarca Suriye hükümetine yönelik adımlar atma niyetinde olduğunu açıkladı. Ancak tüm bu tartışmalar halkın aklını karıştırmaya yönelik boş laflardan ibaretken, TC daha fazla işgal planları yapıyor, ülkedeki Suriyeli göçmenleri ucuz işgücü olarak kullanıyor ve Trump göreve geldiğinde yeni saldırılar için onay sözü almak için şimdiden ellerini ovuşturuyor. Devletin faşist şefi Erdoğan aynı zamanda benzeri açıklamaları Rusya ile ilişkileri güçlendirmek için kullanıyor. Bu bağlamda BRICS örgütüne katılma niyetini de açıkladı ve 22-24 Ekim tarihleri arasında Kazan’da yapılan toplantıya ilk kez gözlemci ve ilgili taraf olarak katıldı.

Türkiye, Rus ve Çinli yatırımcıları ülkeye çekmeye ve onların altyapı planlarının bir parçası olmaya çalışıyor.

Rus devlet şirketi ROSATOM’un Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralini inşa etmesi gibi devasa projelerle TC, kendi içinde önemli yatırımcıları güvence altına almış durumda. Türk devleti çeşitli seçenekleri güvence altına almaya çalışıyor ve bir yandan NATO, diğer yandan BRICS ile çift yönlü bir politika izliyor. Türk kompradorlarının esas hedefi ise pazar paylaşımında mümkün mertebe daha fazla pay almaya çalışmaktır.

Bu anlamda Ortadoğu’da sınırları mümkün mertebe genişletmek için Kürdistan’da savaş alanını, yani işgal ve talan alanını genişletiyor.

Ülkeler içindeki savaşlar

TC ve İran, kendi çıkarlarını savunmaya ve sınırlarını genişletmeye çalışan, ancak aynı zamanda emperyalist güçlere siyasi, askeri ve ekonomik olarak bağlı olan ülkelerdir.

Ulusal sınırları içerisinde çözülmemiş birçok çelişki vardır; bir yandan egemen milliyet ile ezilen milliyetler arasında, egemen din ile ezilen din ve inançlar arasında, ataerki ve ezilen cinsiyetler arasında, sermaye ile emek arasında vb. Bu çelişkiler emperyalistler ve yerel işbirlikçi egemenler tarafından bir yandan işçilerin ve ezilen halkların birliğini engellemek için kullanılırken, diğer yandan ezilenlerin mücadeleleri aynı zamanda kendilerinin de çöküşü anlamına geldiğinden; yayılmacı politikalarına yoğunlaşabilmek için tüm şiddet, zor, baskı, cinayet, bölünme ile iç direnişleri kırmaya çalışmaktadırlar.

Erdoğan-Bahçeli iktidarının Kürt hareketine yönelik mevcut tutum ve saldırılarına da bu perspektiften bakılabilir. Türkiye’de Kürt sorunu, cumhuriyetin varoluşsal sorunudur ve devlet on yıllardır devam eden silahlı ve örgütlü direniş nedeniyle bu sorunla uğraşmak zorunda kalmaktadır.

Erdoğan’ın izlediği mevcut politika bir “bölme” politikasıdır, Kürt hareketini eski havuç ve sopa taktiğiyle bölmeye çalışmaktadır. Bir yandan ulusal sınırlara göre -Bakur, Rojava, Bajur, Rojhilat- ve diğer yandan siyasi yönelime göre -devrimci-reformist/revizyonist, gerici-ilerici vb…

Bu dönemde kitlelerin hareketi, örgütlenme dereceleri, devrimci örgütlerin ve partilerin bu kitlelere önderlik etme gücü vb. etmenler hayati önem taşımaktadır.

Emperyalist güçlerin son 20 yıldır STK’lar aracılığıyla örgütsüzleştirme; sürekli ve kesintisiz krizler, savaşlar ve yıkımlar aracılığıyla moral bozma ve direnişleri kırma; sürekli saldırı politikası ve eş zamanlı olarak işçileri “kurtarma” sözleri aracılığıyla hareketi yönsüzleştirme; üretim araçlarının tahrip edilmesi veya çökme yoluyla istikrarsızlaştırma, halkın geçimini sağlama araçlarının talan edilmesi vb.

Ortadoğu halklarına karşı yürüttükleri ideolojik saldırılar meyvelerini veriyor. Ancak bu meyveler zehirlidir. Emperyalistler ve komprador kapitalistler kendi mezarlarını kazmışlardır ve onlarca yıllık sömürü ve baskı, kitleler arasında emperyalizme karşı öfkeyi yaymıştır; bu öfke örgütlenme, önderlik ve strateji ile güçlenir ve şekillenir.

Bugün Ortadoğu’daki çelişkiler ancak demokratik halk devrimleri yoluyla çözülebilir ve halklar ancak bu yolla emperyalizmin boyunduruğundan kurtulabilir.

Öfke kaynıyor… öldürülen yüz binlerce insan, gelecekte yeşerecek intikamın tohumları oldular. Akan kanlar, geleceği kazanmak için devrimlerin zorunlu olduğunu gün be gün zihinlere kazıyor.

Şimdi kitleleri örgütlemek ve onları proletaryanın bayrağı altında devrime götürmek, devrimcilerin elindedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu