Geçtimiz yılında Mart ayında Türkiye’de ilk koronavirüs vakası açıklandı. İlk vakanın açıklanmasından bu yana 14 aylık bir zaman dilimini geride bıraktık. Bu 14 ay boyunca mevcut AKP iktidarı ve Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs pandemisine yönelik sözde müdahaleleri pandeminin etkilerini kırmak bir yana gün geçtikçe artan bir sonuca evrildi.
Geçen 14 aylık sürede açıklanan kısmi kapanmalar, hafta sonu yasakları, belli bir saatte evde olma kısıtlamalarının ardından sözde tam kapanmanın içerisindeyiz.
AKP iktidarının bu bir garip tam kapanma meselesi ise diğer tüm sözde önlemleri gibi salgın yönetiminden ziyade algı yönetiminin devreye sokulmasından başka bir şey olmadığı alınan kararın üzerinden geçen sürede bize bir kez daha gösterilmiş oldu. İktidarın “tam kapanma” dediği süreç, yani zenginler evinde otururken yoksullar çalışacak, çalışamayanlar açlıkla karşılaşacak, evde çocuklarına bakmak zorunda kalan kadınlar işsiz kalacak, aileler günlerce evlere hapsedilecek, bu sırada ekonominin çarkları dönecek demekten başka bir şey değildir.
Erdoğan eliyle açıklanan ve 29 Nisan-17 Mayıs tarihleri arasında olacağı ifade edilen tam kapanmanın zorunluluğu başta bilim insanları ve Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yaklaşık 1 yıldır yaptığı çağrıydı aslında. Bulaş yollarının kesilmesinin önemi birçok kez vurgulanırken, mevcut sağlık sisteminin yetersizliği, birinci basamak sağlık hizmetlerinin çalışmayacak durumda olması tam kapanmanın zorunluluğunu tekrar tekrar yüzümüze çarpıyordu.
Yapılan tüm bu çağrılara rağmen AKP iktidarı, tam kapanma yerine, kısmi kapanmalarla, hafta sonu yasaklarıyla geçiştirdi süreci. 29 Nisan’da başlayan tam kapanma ise tam kapanmanın esamesinin okunmadığı TC işi bir ‘AK kapanma’ oldu.
Çünkü tam kapanma bir noktada ‘bulaş yollarının kesilmesi’ demek. Koronavirüs ise kapalı alanlarda bulaşabilen bir hastalıktır. Erdoğan’ın açıkladığı tam kapanmada ise mevcut çarkların dönmesi devam ediyor, işçi sınıfı işine gidiyor, çalışma koşullarının pandemiye uygun hale getirilmediği iş yerlerinde çalışıyor ve çalışmak zorunda bırakılanlar akşam evlerine gittiklerinde bu hastalığı yayan potansiyel birer konak haline geliyor.
DİSK-AR’ın yaptığı araştırmaya göre işçilerin yüzde 83’ünün istihdam edildiği sektörler, kapanmadan muaf durumda. DİSK-AR’ın ‘Tam kapanma yok, milyonlar çalışmaya devam edecek’ raporuna göre, tam kapanma çalışanların ezici çoğunluğu için geçerli değil. 26,8 milyonluk istihdamın yaklaşık yüzde 61’i (16,4 milyon) kapanmadan muaf sektörlerde çalışıyor. İstihdamın yaklaşık yüzde 22’si (6 milyon) ise kapanmadan kısmen muaf sektörlerde bulunuyor.
İçişleri Bakanlığı genelgesinde, kapanmadan muaf olan işler ve sektörler 43 başlıkta sayıldı. Sanayi ve inşaat işçileri ile hizmetler sektörünün birçok alt sektörü başta olmak üzere zorunlu olmayan mal ve hizmet üretiminde milyonlarca işçi çalışmaya devam edecek.
İşçilerin çalışmaya ve sömürülmeye devam etmesinin yanı sıra çalışmayan, işsiz milyonların ise hanelerine herhangi bir devlet yardımı yapılması söz konusu bile edilmedi. Yaklaşık 3 hafta boyunca milyonlarca kişinin yaşamını nasıl idame ettireceği ise iktidar sahiplerinin gündeminde bile değil. Hali hazırda pandeminin ilk gününden bugüne Türkiye, en az gelir desteği yapan 3. ülke konumunda. IMF raporuna göre Türkiye, ülkelerin milli gelirine oranla halkına en az destek veren ülkeler grubunda yer alıyor. Türkiye %1.1’lik ‘destekle’, Meksika ve Arnavutluk’la birlikte halkına en az destek veren 3 ülkeden biri konumunda.
AKP iktidarı 2018 yılından beri önünü alamadığı döviz krizi, ekonomik kriz, dış politika üzerine pandemiyle de büsbütün çoklu yönetme krizinin içerisine girmiştir. Açıkladığı tam kapanma tedbiri de bunun tezahürüdür. Ekonomide deyimi yerindeyse ‘sıfırı tüketmiş’ olduğu gerçeği halkın da gözünün önündedir.
Tüm bunların üzerine, halk çıkan bir kıvılcımı beklemektedir. O halde kıvılcımı yangına çevirmek adına kitleyle bütünleşmeli, başta işçi sınıfı olmak üzere sürecin ağırlığı altında ezilen herkese dokunmalıyız.