Pandemi ve dünya genelinde yarattığı büyük krizler, salgın ortaya çıktığı günden bu yana sınıf ayrımını daha da derinleştiriyor ve aradaki sınırlar daha da belirginleşiyor.
Sınıfların pandemiden etkilenme oranları arasında kocaman uçurumlar bulunurken, pandeminin derinleştirdiği ekonomik kriz ise beklendiği üzere işçi sınıfını, emekçileri vuruyor. Hali hazırda yoksulluk ve açlık toplumun en büyük sorunu durumunda. Türkiye özelindeki durum belki de en vahim tabloyu resmediyor bizlere.
Hükümet kendi varlığını devam ettirme, koltuğu sağlamlaştırma derdi ile hareket ediyor, çıkardığı paketler, aldığı kararlar ile pandemi başladığı günden bu yana, işçinin, üretenin, kadının değil doğalında patronun, sermayedarın yanında büyük bir destekle duruyor.
Bu sürecin en başında “işten çıkarma yasağı” gibi göstermelik bir karar ile göz boyanmaya, bir nevi işçi emekçiler kandırılmaya çalışıldı. Ancak her hak gaspının ayan beyan yapıldığı, yasalar ile desteklendiği koşullarda birilerini kandırmak, haklarınızı koruyoruz mavalını okumak o kadar kolay olmasa gerek. Bu süreçte işten çıkarmalar yasaklanırken bir diğer yandan ücretsiz izinler havada uçuştu. İşçi, aleni bir biçimde işten çıkarılmasa dahi yoksulluğun en derin halini yaşamaya mahkum edildi.
Üretimi durduramayız denildi ama işçinin sağlık hakkı başta olmak üzere hiçbir hakkı güvence altına alınmadı. Süreç boyunca yaşanan hak gasplarını saymaya kalksak uzunca bir liste çıkarabileceğimizi biliyoruz. Sadece işçilerin değil, toplumun her kesiminin bir şekilde etkilendiği, hayatı zorlaştıran kararlar alındı ve çekincesiz bir biçimde uygulandı. Pandemi, faşizmi yaşamın her alanında daha fazla hissettirmek, hak gasplarını arttırmak için bir araç olarak kullanıldı. Ki bu aracın işe yaramadığını, fırsata dönüştürülemediğini söylemek mümkün değil ne yazık ki!
En açık ama bir o kadar da üstü kapatılmaya çalışılan hak gasplarından bir tanesi de Kod 29 oldu. Kod 29, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış, görevin sürekli ihmali, mazeretsiz işe gelmemek gibi maddeler ve cinsel taciz, küfür, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak gibi durumları kapsıyor. İş Kanunu’nun 25/2’nci maddesine denk düşen Kod 29 ile işten çıkarmalar, binlerce işçinin işten atılmasına ve hiçbir hak talep edememesine sebebiyet verdi. İşten çıkarma yasağının istisnası olan Kod 29 patronlar için bir fırsata dönüştü.
Haklarınızı koruyoruz denilirken, en ufak bir açığın bile (ki bilinçli bir açık olduğunu biliyoruz) işçilerin zararına kullanılacak bir silaha dönüştürüleceği beklenmedik bir durum değil elbette ki. Bu bilinçli açığın nelere sebebiyet verdiği, DİSK-AR’ın CİMER başvurusu ile SGK’dan aldığı verilerle hazırlanan raporunda çok net bir biçimde görülebilir. Rapora göre 2020 yılında 176 bin 662 işçi Kod 29 nedeniyle işten çıkarıldı. İşten çıkarılanlar arasında 34 bin 145’i kadın ve 142 bin 517’si ise erkek işçi oldu. Böylece Kod 29 ile işten çıkarılanların sayısı ayda ortalama 14 bin 772, günde ortalama 491 kişi oldu. Bu rapor 2020 yılına ait verileri içeriyor. 2021 yılına dönüp baktığımızda ocak ayının ilk 15 günü 12.985 çalışan işten çıkarıldı. Yani elde olan verilere göre 200 bin işçi Kod 29 kullanılarak işten atıldı.
Raporda yer alan verilerin de çok açık bir biçimde gösterdiği gibi, pandemi sürecinde Kod 29 işçilere karşı bir tehdit unsuru olarak kullanıldı. Politik görüşleri veyahut sadece 8 Mart’a katıldıkları gerekçesi ile Kod 29 ile atılan işçiler oldu.
Bu istisnayı kullanırken hiçbir engelle karşılaşmayan patronlar elbette ki gemi azıya aldı ve sendikal haklarını kullanmaya tenezzül eden işçileri işten çıkardı.
Diyebiliriz ki sendikal örgütlenmenin engellenmesi adına kullanılan Kod 29, gayet bilinçli bir biçimde hiçbir sorgulamaya dahi tabi tutulmuyor. SGK veya İŞ-KUR bu kod ile işten atıldığı belirtilen işçilere dair herhangi bir soruşturma vs. yürütmüyor.
Patronlar, işçileri, herhangi bir kanıt sunmadan Kod 29’u öne sürerek tazminatsız bir şekilde, damgalayarak işten çıkarıyor. Yani ahlaki kurallara aykırı davranış denilerek raporlanan işten çıkarmalarda, bahsi geçen davranışın gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğinin, patron tarafından kanıtlanmasının ihtiyacı hissedilmezken işçi aksini ispatlamak durumunda bırakılıyor. Elbette ki karşılığı olmayan bir çabadan söz ediyoruz.
Direkt onaylanan bu işten çıkarmalar işçi açısından damgalamaya da dönüşmüş durumda. Yani bir nevi kara listeye alınan işçiler, ne kıdem ve ihbar tazminatı ne de işsizlik maaşı alabiliyor.
Sendikalaşmanın önüne set çekiliyor, işçinin gasp edilen haklarını savunmasının, örgütlü ve bilinçli hareket etmesinin önünde duvarlar örülüyor. Ki mevcut duruma baktığımızda, yeri geldiğinde grev kırıcı ve patron safında yer alan sendikalardan söz ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde ise SGK Kod 29 ile ilgili yeni bir düzenleme yapılarak, işten atılma nedeninin kategorilendirileceği açıklandı. “Birbirinden farklı fesih nedenlerinin tamamının aynı kod (Kod 29) ile bildiriminin çalışma hayatında belirsizliklere yol açtığının görülmesi üzerine SGK genelgesinde yapılan değişiklikle ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan hallerin tamamı için ayrı ayrı kodlar belirlenmiştir” denilen açıklamada işçi hakkını gasp etmeye devam edileceği açık bir şekilde belirtiliyor.
Patronların beyanının esas alınması herhangi bir değişikliğe yol açamayacağı gibi, daha kötü sonuçlara yol açması da muhtemeldir.
Coğrafyamızda her geçen gün derinleşen bir ekonomik kriz gerçekliği var ve krizin altında ezilenler yine emekçiler oluyor.
Toplumu daha fazla nasıl sömürebilirim derdinde olan devletin umurunda dahi olmayan emekçiler, kendi çarelerini bulmak zorunda hissetmeye başladılar diyebiliriz. Çünkü açık bir şekilde, salgının derinleştirdiği ekonomik kriz, sendikalaşmanın önüne geçmek, işçiyi daha ucuza ve daha uzun saatler çalıştırabilmek için kullanıldı. Sermayedarlar, patronlar ağır çalışma koşullarına karşı tepkisiz kalmayan, örgütlenme hakkını kullanmak isteyen işçileri ücretsiz izne çıkardı, Kod 29’u gerekçe göstererek işten attı.
Sadece ekonomik krizin değil, var olan çoğu çelişkinin derinleşmesi ile beraber daha fazla sorgulama, karşı çıkma refleksi geliştiren işçi sınıfı birçok yerde, fabrikada, iş yerinde direnişe geçti, greve çıktı.
Sonuç olarak; sınıfın en devrimci, dinamik olan kesimini geri düşürmek için yapılan bütün saldırılar daha fazla işsizlik, yoksulluk olarak geri dönüyor ve doğalında çelişkiye dönüşüyor.
Hak gasplarına karşı mücadele etmeye kalkışan her kesimin önüne kolluk güçlerini, devlet terörünü, baskıyı çıkarmaktan geri durmayan hükümet, yönetme krizini, ekonomik krizini bir şekilde hasıraltı etme derdinde. Ancak bu politikaların işe yaramamaya başladığını görmek artık güç değil. Her alanda küçük kıvılcımlar halinde yaşanan direnişler bunun bir göstergesi.
Denilebilir ki işçi sınıfının birlikte hareket etme ihtiyacının artması, sendikal hareketin güçlenmesi, yani her alanda birleşik mücadelenin yükseltilmesi bu politika adı altında okunan masalların sonunu getirecektir.