Mimar Sinan Üniversitesi Bomonti Kampüsü’ndeki yurt yıkılıp yeri yabancı bir şirkete satılacak. ODTÜ Kavaklığı’nda yeşilden kurtulup burada 3 bin kişilik bir yurt yapılacak.
Atatürk Havalimanı yıkılıp yeri yeni rant sahasına dönüştürülecek. Milyonlarca ağacın kesilerek yapılan ve göçmen kuşların geçiş güzergahı üzerinde olan yeni İstanbul Havalimanı ranta açılacak.
Yıkarken rant, yaparken yine rant. İşte sistem, devlet, AKP gerçekliğinin farklı noktalardan çıkıp da geldiği buluşma noktası. Şu kadarcık yerde kendi kendine kalsın, doğal olsun, yeşil olsun yok.
AKP’nin bu zamana kadar gözünü karartıp da hedef aldığı, düşmanı olarak gördüğü iki temel nokta var. Bunlardan biri; çevre, doğa, yeşil, su, tarihi – kültürel alan ikincisi; muhalefet ve politik çevreler. AKP’nin güncel siyasete yönelik her planında her pratik adımında bu iki temel meseleden biri ya da her ikisinin birden hedef alındığı görülebilir. Özyönetim ilan edilen bölgelere TOKİ’nin sokulması, muhalefetin odaklandığı mahallelere yönelik bölgesel kentsel dönüşümlerin planlanıp, uygulanması…
ODTÜ Kavaklığına yapılması planlanan ve Kayyım Rektör Verşan Kök tarafından KYK ile protokolü imzalanan yurt yapımı da tam olarak AKP’nin bu iki temel hedefinin kesişme noktasında. Birincisi yeşil alan ikincisi ODTÜ tarihsel olarak gençlik muhalefetinin merkezlerinden. Gerek akademisyenlere gerek üniversite öğrencilerine yönelik kapsamlı saldırılarla çevresi kuşatılmaya çalışılan ODTÜ’nün, bu kez yapılmak istenen KYK yurdu ile içerden çökertilmesi hedefleniyor. Yapılması planlanan yurdun, yaygın kullanılan deyim ile bir Truva Atı gibi kullanılması planın merkezinde. Böylelikle hem AKP’nin gözüne batan “yeşil”den kurtulunmuş olunacak, yeşil alan ranta açılacak hem de AKP’nin ideolojik saldırıları KYK yurdu aracılığı ile üniversite içerisinden yürütülecek. Bu yurdun yapımı ise devlet sırrı gibi korunmaya çalışılmış.
Normalde gücünü yasallıktan, meşruluktan alan kurumlar yapacakları işleri büyük bir açıklıkla yürütürler, beklenti en azından bu yöndedir. Bizim topraklarda ise olay tam tersine ilerliyor. Kurumlar devlete yaklaştıkça şeffaflık oranı düşüyor. Kayyım Rektör Verşan Kök’ün KYK ile imzaladığı yurt yapımına ilişkin protokol de tam bir gizlilikle yapıldı.
2018 yılında imzalandığı daha sonradan açılan bir dava sırasında biraz da tesadüfen öğrenilen -binlerce öğrencinin, kavaklıkta yaşayan binlerce canlının yaşamını etkileyecek olan, binlerce kavağın kesileceği, endemik bir orkide türünün yok edileceği- yurt yapımına ilişkin protokol Verşan Kök ve KYK arasında bir sır gibi saklanmış. Öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamak gibi hoş bir kılıfla savunulan yurt yapımı için uygulanan bu gizlilik gerçek planın kötülüğüne ilişkin de aslında büyük bir ip ucu veriyor.
ODTÜ’nün öznelerinin dahil edilmediği yalnızca iki kişi arasında kalması planlanan bu protokolün yasallığı da hak getire. 40 dönümlük arazi içerisinde kalan kavaklığın yok edilmesi ve böylece doğaya vereceği zarar ile toplamda milyonlarca canlıyı etkileyecek olan bu yurt yapımı projesi için hiçbir izin alma ihtiyacı da duyulmamış. 40 dönümlük kavaklık için parselasyon yok, kazı izni yok, inşaat izni yok.
Milyonlarca canlının yaşamını etkileyecek olan inşaat için birileri izin alma ihtiyacı bile hissetmiyor, “en azından işi kılıfına uyduralım” duygusu bile geçmişte bir yerde kaybolmuş. İnsan babasının çiftliğindeki bir bağı kesecekse bile birilerine danışma ihtiyacı duyar, bu sistemde ise devletin ve onların bekçilerinin doğaya, geri kalan insan ve canlılara duydukları saygı işte bu boyutta.
Yeşil “yaş”dan gelir
Yeşil kelimesi, “yaş” sözcüğünden türemiştir. “Yaş”; yaş olanın, ıslak olanın, sulu olanın canlılığı temsil ettiği için önce yaşamak fiiline türetilmiş. Sonra doğada canlılığı temsil eden renk olarak kullanılmak üzere “yaşıl”a türetilmiştir. “Yaşıl” renk ismi daha sonra “yeşil” olmuştur. Doğal olarak bugün yaşamı savunan her kimse aslında yeşili de savunmak zorundadır. Tersine yaşama kastı olanın, yaşama düşmanlığı olanın, yeşile ve doğaya da düşmanlığı vardır.
Çocuk yaşta öldürülen Rabia Naz Vatan’ın babası Şaban Vatan’ın ODTÜ Kavaklığını koruma eylemlerine katılarak Rabia için bir fidan dikmesi gerçekten oldukça anlamlıdır. Yaşamı savunanlar bir yerde yaşama düşman olanlar başka bir yerde buluşuyor. Bu iki özne arasında süregelen mücadele aslında aynı zamanda gelecek ya da geleceksizlik ile ilgili bir mücadele.
Sistemin yaymış olduğu geleceksizlik sadece insan hayatı ve ekonomik zorluklarla ilgili değildir. Bunları kapsamakla birlikte bunların çok daha ötesindedir. Doğanın yok edilmesi gerçekliği günden güne tehlikenin boyutunu artırıyor. Doğanın yok edilmesi geleceksizlikte bir çarpan etkisine neden oluyor ve bir avuç azınlığın doğada yarattığı tahribat tüm insanlığı geriye, dönüşü çok zor olan yeni yollara itekliyor. Faşizm örgütlülükleri kırmak için önceden “2 kişiden fazlanızı bir arada görmeyeceğiz” derdi, yeni gelinen süreçte söylenense “2 kişi ve 2 ağaçtan fazlasını yanyana görmeyeceğiz” oldu. Sistem 2 – 3 mertekarelik bir alanı görür görmez hemen yeşilliği traşlayıp üzerine bina yapma telaşına düşüyor. Bu durum, AKP yönetiminin güç kazanması ve daha fazla iktidarlaşması ile giderek kötüleşiyor, daha çirkin bir hal alıyor.
Görgüsüzlük, Tayyip’i koya sığdırmadı
Binlerce yıllık kültürel miras ve doğal koruma alanı olan Hasankeyf sular altında bırakılıyor. Bu ve benzeri örnekler suyun kullanılarak canlılığın yok edildiği tuhaf bir ülkede olduğumuzu gösteriyor. Uzayda yaşamın varlığına işaret olduğu için karış karış su arayışı devam ederken buralarda yapılan yüzlerce HES ile önce ağaçlar ve doğa yok ediliyor sonra o doğaya muhtaç diğer canlılar.
Yassıada 10 – 15 yıllık sürede yeşilden arındırılmış bir ada haline dönüştürüldü. Karadeniz’de Yeşil Yol projesi ile milyonlarca ağacın kesilip yolun çevresi ranta açılıyor.
Marmaris Okluk Koyu’nda Turgut Özal zamanında yapılmış 4 odalı 230 metre kare olan cumhurbaşkanlığı konutu yıkılıp yerine 300 odalı 13 bin 166 metre kare olan Cumhurbaşkanlığı Yazlık Sarayı inşa ediliyor. Bu yapılırken koya yapılması planlanan sarayın koya sığmaması nedeniyle deniz dolduruluyor binlerce ağaç daha kesiliyor.
Tüm bunlar bir yana orman yangınlarını söndürme ihalesi bile artık özel şirketlere peşkeş çekiliyor. Geçtiğimiz günlerde Muğla’da çıkan orman yangını, orman söndürme ihalesinin bir devlet kurumu olan Türk Hava Kurumu’ndan alınıp başka özel bir şirkete verildiğini açığa çıkardı. İhale anlaşmasına göre özel şirket, yangın söndürmek için saat başı, her helikopter iniş kalkışı için de ayrıca ücret alıyor. Yani özel şirketler yeni sistemde “ne kadar orman yanarsa o kadar kazanıyor”. Neo liberalizmin kalbi ABD’de bile orman yangınlarını söndürme işi özel şirketlerden alınarak devlet kurumlarına devredilmiş ve böylece orman söndürme maaliyeti 1.8 milyar dolardan 300 milyon dolara düşürülmüş durumda. Türkiye’de ormanlar hem yanarken birileri kazanıyor, servetlerine servet katıyor, hem de yangından sonra imara açılan arazilerle birileri yine kazanıyor.
Kapitalizmin doğa ve insanla mücadelesi gösteriyor ki, politik mücadele çok farklı özlerden eş zamanlı olarak besleniyor. Doğaya düşman olanlar aslında, ezilen ulusa, ezilen cinse, cinsiyet yönelimlerine, gençliğe, inançlara, ezen konumda olmayan bütün sınıflara da düşmanlar. Doğal olarak bizim yapmamız gereken şey, bu mücadele dinamiklerini, herhangi birine zarar vermeden, baltalamadan ustaca birleştirebilmektir.