Kapitalist emperyalist sistemin, saldırgan ve sömürücü politikaları neticesinde ezilen halklar, kitlesel biçimde, zorunlu göçe sürükleniyor. Yakın tarihte emperyalist güçlerin, Suriye üzerinden başlattıkları Ortadoğu paylaşım savaşının yıkıntıları dün yankılanırken bugün de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal savaşı üzerinde devam ediyor.
Emperyalizmin sömürüsü, baskısı, bölüp parçalama politikası; göreceli olarak, kitleleri çaresizliğe sürüklemiş bulunuyor. Emperyalistlerin sebep olduğu yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar, çevre sorunlarıyla birlikte ortaya çıkan doğal afetler, ulusal ve inançsal nedenlerden dolayı yerini-yurdunu terk eden halklar daha iyi yaşam umuduyla, kitlesel olarak başka ülke ve coğrafyalara göç ediyorlar.
İnsanlık tarihinde, göçlerin çeşitli sebepleri olmuştur. Fakat günümüzdeki kitlesel göçün başında gelen nedenler, emperyalist kapitalist sistemin dünya üzerindeki hegemonya çatışması ve paylaşım savaşları kaynaklık etmesidir. “Emperyalist pazar” kavgasından dolayı, evini, işini ve yurdunu kaybeden kitleler, başka coğrafyalara ve ülkelere göç ediyorlar. Yine emperyalist tekeller aşırı kâr hırsı için, çevre ve doğayı meta haline getirerek dünyada ciddi ekoloji sorunları yaratmış bulunuyorlar.
Bunun sonucunda oluşan kuraklık ile ortaya çıkan kıtlık, açlık, yoksulluk, işsizlik nedeniyle de göçler yaşanıyor. Diğer önemli neden ise bazı ülkelerin faşist-ırkçı yönetimleri; düşünce özgürlüğü, kadın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, yürüyüş ve miting özgürlüğü gibi, temel insan haklarının baskı altına alındığı ve tüm bunlardan dolayı, kovuşturma, soruşturma ve cezalandırmaya neden olması nedeniyle ülkesini terk eden, politik mülteci kitleler söz konusudur.
Türkiye de bu göç kervanında önemli bir noktada durmaktadır. Açlık ve yoksulluğun derinleştiği, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü ve basın ve ifade özgürlüğünün olmadığı Türkiye’de konuşan, düşünen, eleştiren, muhalefet eden herkes soruşturmalara maruz kalmakta ve davalar açılarak tutuklanmaktadırlar. Temel haklardan yararlanma sadece yandaş olan kesimlere verilen bir hak durumundadır. Her ay onlarca kadının evli olduğu erkek, baba veya erkek arkadaşları tarafından öldürüldüğü günümüz Türkiye’sinde Erdoğan, bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığını ilan etmiştir. Halkın oylarıyla seçilmiş olan Kürt ulusuna mensup milletvekilleri, belediye başkanları ve il başkanları halen tutuklu, yerlerine kayyım atanmış durumda. Bu anlamda ülkenin içinde bulunduğu genel tabloyu en iyi TC’nin hapishaneleri ifade ediyor.
AFD’nin tüm umudu, göçmen karşıtı politikalardır
Diğer yandan Avrupa ülkelerine gelen mülteci kitleler; politik, ekonomik ve sosyal olarak ciddi sorunlarla karşılaşıyorlar. Genellikle yapılan ilk başvurularda iltica talepleri mahkemelerce reddediliyor. Ve insanlar sınır dışı tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Yine çalışma izini için yapılan başvurular, keyfiyetçi bir biçimde ele alınıyor. Yerleşim alanları olan iltica yurtları, insanca bir yaşam için elverişsiz konumdadır. Bir odada beş-altı kişi birlikte kalmakta, seyahat etme özgürlüğü kısıtlanmakta, başka bir şehirde olan akraba ve tanıdıkları ziyaret etmek dahi izne bağlı durumdadır. Almanya başta olmak üzere birçok AB ülkesinde bu yasaklar geçerlidir ve mülteciler bu kurallarla çevrelenerek ciddi bir baskı altına alınmış durumdadır.
Dünyada yaşanan mevcut yıkımın sorumluları olarak, AB ülkeleri, göç akımına karşı her gün yeni tedbirler alıyor. Almanya Koalisyon ortağı Hür Demokrat Parti’nin (FDP) Genel Sekreteri Bijan Dijr-Sarai de göçlere karşı yaptığı açıklamada “Umarım bu hükümetteki herkes şu anki durumun ne kadar tehlikeli ve sorunlu olduğunu aradan geçen zamanda anlamıştır. Almanya’da şu anda yaşadığımız göç, toplumumuzun kapasitesini aşıyor ” dedi.
Ayrıca, FDP kısa süre önce açıkladığı tutum belgesinde Fas, Tunus ve Cezayir’in “güvenli geliş ülkesi” ilan edilmesini istedi. Bu adımla, bu ülkelerden gelen sığınmacıların iltica süreçlerinin hızlı bir biçimde tamamlanması ve iadesi gerçekleştirilmek istenmektedir. Aslında sınır dışılar rutin bir şekilde yapılmaktadır. Örneğin Almanya’da iltica başvurusu reddedilenler özel uçaklarla düzenli olarak Afganistan’a götürülmektedir. Üstelik bunlar sadece basına yansıyanlardır.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Milletvekili Thorsten Frei de sığınmacıların barınma sorununa işaret ederek “Birçok kent ve ilçe yönetimi artık ne yapacaklarını bilmiyor ve Almanya yıllardır bu göç krizinin en büyük yükünü taşıyor” dedi. Frei, Rhenische Post’a yaptığı açıklamada belediyelerin çok az mesken, okul ve kreş olmasından yakındığını belirtti. Almanya’nın aşırı ırkçı ve faşist partisi AFD ise gelecek seçimde iktidar ortağı olmak için tüm umudunu göçmen karşıtı politikalara bağlamış durumdadır. Bütün söylem ve eylemleri göçmen düşmanlığını körükleyen ve büyüten politikalar yapmaktır.
Çözüm mücadeledir!
Avrupa Birliği ile Tunus arasında sığınmacılara dair anlaşma imzalandı. Ekonomik açıdan zor durumda olan Tunus’a göçü engellemesi karşılığında para verilecek. Yani Avrupa Birliği (AB), silah satarak beslediği ve müdahil olduğu savaşlar ile desteklediği sömürü politikaları sebebiyle artan göçü “engellemek” adına para dağıtmaya devam etmektedir. Emperyalist kapitalistlerin yarattığı felaketten kaçan göçmenlere, sınırlarını kapatarak ölüme terk eden AB, Tunus ile anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre göçü engellemesi karşılığında Tunus’a mali yardımda bulunulacaktır. Bu konuda geçtiğimiz ay AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Tunus Devlet Başkanı Kays Said ile yaptığı görüşmenin ardından açıklamalarda bulunmuştu.
Von der Leyen, “Etkili bir iş birliğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var” demişti. Leyen’e ziyaretinde, sığınmacı karşıtı açıklamalarıyla öne çıkan ırkçı-faşist İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ile Hollanda Başbakanı Mark Rutte eşlik etti. Üç Avrupalı lider, Said ile geçen ay da görüşmüşlerdi.
Fransa, Avusturya, Hollanda ve İngiltere gibi diğer ülkeler ise farklı yöntemlerle göçmenleri caydırmaya çalışıyorlar. İngiltere mültecileri önce Ruanda’ya göndermekle tehdit etti. Bu karar insan hakları mahkemesinden geri döndü. Şimdi de mültecilerin iltica başvuruları sonuçlanana kadar 500 kişilik Bibby Stockholm adlı dev gemiye göndermekle tehdit ediyor. Danimarka, Ruanda’da bir iltica merkezi açma planını gerçekleştiremedi. Buna karşılık Almanya sınırındaki kontrolleri daha da sıkılaştırdı. Avusturya, İtalya, Yunanistan, Malta, Kıbrıs ve Hırvatistan ve son dönemlerde Polonya gibi göçmenlerin Avrupa’da ilk ayak bastığı ülkeler ise girişleri mümkün olduğunca zorlaştırmak istiyorlar.
Birleşmiş Milletler’in 2020’de yayımladığı raporda savaş ve siyasi baskılardan dolayı yerini ve yurdunu terk eden insan sayısı, “82 milyonu” geçmiş bulunuyor deniliyor. İşte günümüzde insanlığın içinde bulunduğu gerçek ve trajedik tablo budur.
Sonuç olarak; emperyalist sistemin yarattığı yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar, çevre sorunlarıyla birlikte ortaya çıkan doğal afetler, ulusal ve inançsal sorun ve nedenlerden dolayı yerini yurdunu terk eden kitleler; yaşanan sorunların kaynağı değildir.
Yaşanan büyük sorunların tek sebebi, emperyalist talan ve sömürü düzenidir. Bunun için emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı enternasyonal alanda anti-faşist, anti-emperyalist birleşik cepheyi büyütmek, her zamankinden daha önemli ve acildir.
İnsanlığın içinde bulunduğu bu sorunların çözücüsü; haydut emperyalistler değil sokaklardaki kitlesel mücadeledir.