GüncelMakaleler

YORUM | Ermeni Halkı, Çok Değerli Bir Dostunu Kaybetti!

"T.Z.Ekinci’nin deyimi ile “yüzleşmekten” başka çare kalmamıştır. Bu yüzden onun bir yüzyıllık hayatı Ermeni ve Kürt soykırımların canlı tanıklığı ile geçmiştir."

Hayatı, TC Devleti’nin kuruluşu ile yaşıt olan Tarık Ziya Ekinci’yi kaybettik. (18 Şubat 1926-15 Ağustos 2024). 99 yaşında kaybettiğimiz, Kürt halkının yetiştirdiği en değerli evlatlarından olan T.Z.Ekinci’nin hayatı, devletin bir yüz yıl boyunca uygulayageldiği soykırım, baskı, zulüm, sürgün ve işkence altında geçti. Bugün de halen devam eden, Kürt ulusuna uygulanagelen milli baskı, çeşitli milliyet ve inançlara karşı inkar-imha ve ret politikalarının canlı tanığı oldu. Zulmü yaşadı ve gördü.

Tarihçi, milletvekili, doktor ve yazar olan T.Z.Ekinci, Kürt aydınlanma hareketinin öncülerinden oldu. Arkasında birçok yazılı eser bıraktı. Çocukluk yıllarından itibaren babasının okumasına karşı çıkmasına rağmen okuyup doktor oldu. Paris’e uzanan yolculuğunda, doktorasını tamamlayarak halkına hizmet etmekten geri kalmadı. İç hastalıkları uzmanı olarak kendi branşında parmakla gösterilen doktorlardan oldu.

Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında dünyaya gelen T.Z.Ekinci’nin çocukluğu kendi anlatımlarına göre “askerlerin Lice’ye girdiği tarihlerde dünyaya geldim” diye anlatmaktadır. Daha TC devletinin ilk kuruluş yıllarında Koçgiri gibi Kürt isyanlarının kanla bastırılmasından sonra özellikle Tenkil Hareketi, köy yakmaları, imha ve sürgünlerin canlı tanığı oldu. Şeyh Said Katliamlarının kalıntıları ve canlı tanıkları dururken köylerde halk, yaşadıklarını konuşuyordu. Korku ve sindirme ikliminin hakim olduğu yıllarda, Şeyh Said Hareketi kanla bastırılmış, bu katliam halk arasında ise “milat” olarak telakki edilmişti.

Daha çocukluk yıllarında (4 yaşında), Ağrı-Zilan (1926-1931) katliamları bütün hızı ile devam ederken Kürt ulusuna karşı girişilen Milli Zulüm, “Temizlik Harekatı” olarak gösterilmiş, korku ve sindirme politikası, artık insanların iliklerine kadar işlemiş idi. Öyle ki halkın geçimini sağlamak için çay-kumaş, sigara vb. gibi malları, kaçak yollardan ülkeye sokanların jandarma ile girdiği çatışmalarda, ölü ele geçirilen cenazelerine dahi sahip çıkmadıkları, koyu baskı yıllarında büyüdü. 12 yaşında Kürt ulusunun mağaralarda zehirli gazlarla öldürüldüğü Dersim Katliamında okula gittiğinde Türkçe bilmiyordu.

Dersim Katliamı (1937-38), Varlık Vergisi (1942), 6-7 Eylül (1955) Pogromları ile toplum baskı altına alındığı yıllarda İstanbul Tıp Fakültesi’ni (1943-49) başarıyla tamamladı. Gençlik yıllarında çok sık uğradığı Dicle Talebe Yurdu politik bilince ulaşmasında önemli rol oynadı. Suriye’den gelen Kürtçe dergiler ile karşılaştı. Ama okumasını bilmiyordu. Çok ileriki yıllarda Kürt politik hayatında aktif yer almış önemli kişiler ile tanıştı. Bunların başında Musa Anter, Selahattin Elçi, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Medet Serhat, Yavuz Çamlıbel, Yaşar Kaya, Doğan Kılıç, Canip Yıldırım gibi isimler vardı vardı.

Evin dışında çarşı pazarda Kürtçe konuşmanın yasak olduğu aksi takdirde başının belaya girdiği, “Kürt Sorunu, Kürdistan, Kürt Halkı” denilmesinin yasak olduğu ve cezalandırıldığı, “Doğu Sorunu” olarak lanse edildiği yıllarda, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini savunmak amacıyla CHP içerisinde, CHP’nin örgütlenmeyi başaramadığı Kürt illerinde, CHP’yi ayağa kaldırmak ve canlandırmak için çalışmalara katıldı. Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele etti. Ama aktif politik hayatı 1965 yılında TİP içerisinde başladı.

1965 Genel Seçimlerinde TİP’ten Diyarbakır Milletvekili seçildi. TİP, Meclise 15 vekil ile temsil hakkı kazandı. İlk defa Kürdistan’da o günün deyimi ile “Doğu Mitingleri”nin düzenlemesini üstlendi. İlk miting 1967 yılında Silvan’da oldu. Arkasından Diyarbakır, Siverek, Batman, Tunceli, Ağrı ve en son Ankara mitingleri bayağı ses getirdi. Bütün mitinglerde Kürt ulusunun hak ve özgürlüklerini savunan önemli konuşmalar yaptı. İlk defa TİP’in 4. Kongresi’nde “Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğu kabul edildi”.

Canından çok sevdiği kardeşi Ankara’nın en tanınmış avukatlarından, Avukat Ziya Ekinci’nin Gölbaşı’nda bürosundan çıktıktan sonra 1994 yılında kaçırılarak hunharca öldürülünce yıkıldı. Dönemin MGK kararları ile Süleyman Demirel-Tansu Çiller’in emir ve direktifleri ile Kürt iş insanlarına karşı girişilen ve tarihe “faili meçhul” cinayetler olarak geçen, 30’dan fazla Kürt iş insanının infaz edildiği -kardeşinin de aralarında olduğu- cinayetlerde hayatının en zor günlerini yaşadı. TC devletinin gerçek yüzünü daha iyi tanımış oldu. Ama bir an olsun katiller ile katillere emir verenlerin yakasını bırakmadı. Faillerin bulunması için adalet arayışını sonuna kadar devam ettirdi.

12 Mart Askeri Faşist Diktatörlük yıllarında, TİP kapatıldı. T.Z.Ekinci, “Kürtçülük propagandası” yaptığı gerekçesiyle tutuklandı ve iki yıl hapishanede kaldı. Yine 12 Eylül Askeri Faşist diktatörlük yıllarında beş kez tutuklandı. Diyarbakır Hapishanesi’nde kaldı. İşkenceci Esat Oktay Yıldıran’ın “bir daha buraya gelirsen artık kurtulamazsın” tehditlerinden sonra serbest kalınca Fransa-Paris’e giderek iltica talebinde bulundu.1982-89 yılları arasında Paris’te mülteci olarak sürgünde yaşadı.

Tarık Ziya Ekinci, 1915 Ermeni Soykırımını anlatıyor

Türkiye’de sol-sosyalist-ilerici-devrimci olmanın önemli ölçütlerinden biri Kürt ulusuna bugün girişilen soykırıma karşı çıkmaktır. Aynı zamanda 1915’te yaşanılan ve bugün geçmişte yaşadığı topraklar üzerinde on binlerle ifade edilen bir sayıya düşürülmüş Ermeni ulusunun trajedisini ve Ermeni Soykırımı gerçekliğini kabul etmektir. T.Z.Ekinci’nin deyimi ile “yüzleşmekten” başka çare kalmamıştır. Bu yüzden onun bir yüzyıllık hayatı Ermeni ve Kürt soykırımların canlı tanıklığı ile geçmiştir. O sözde aydınlara inat, bedel ödeme pahasına Kürt ulusunun hak ve özgürlük mücadelesini verdi. Unutturulmaya çalışılan Ermeni Soykırımı gerçeğini de unutmadı. Babasının anlatımlarını hiç kimseden korkmadan kamuoyu ile paylaştı. Tabu olan Ermeni Soykırımına parmak bastı. Kürt gerçekliğini anlatırken, madalyonun diğer yüzüne işaret etti ve bunun adı “Ermeni soykırımıdır” dedi. Ermeni halkının hafızasında bir dost olarak yerini aldı.

Namık Kemal Dinç’in, T.Z.Ekinci ile ilkin 2013 yılında yaptığı “Asırlık Çınar Tarık Ziya Ekinci Anısına”, ikincisi ise 2015 yılında “1915 Hafıza Tarihi Kürtler ve Ermeniler” adlı sosyal medya alanında yayınlanan röportajları soykırım hafızasında şimdiden yerini alırken, bu çalışmaları iyi tasarlanmış, çok değerli birer çalışma olarak kabul etmek gerekir. Bu çalışmalar yeni nesillere sunulan son yılların en iyi çalışmalarından olmuştur. Burada anlatılan bütün olaylar ile Ermeni Soykırımı, yüzleşme ve özür gibi konularındaki görüşleri N.K.Dinç’in yapmış olduğu röportajlardan alınmıştır.

“1915’ten önce Kürtler ile Ermeniler arasında ilişkiler medeni düzeyde idi. Kırlarda Kürtler kasaba ile şehirlerde Ermeniler etkili idi. Bugün Diyarbakır’da var olan mimari Ermeni mimarisidir. İl ve ilçelerde her konuda söz sahibi ve uzman olan Ermeniler vardı. Hakim-avukat… gibi, Kürtler ise köylerde tarımla uğraşıyorlardı. Şehirde dokumacılık, demircilik, ayakkabı imalatını… Ermeniler yapıyordu. 1915, kapitalist düzene geçilmesi ömrünü bitirdi. Şehir ve kasabalarda Ermeni zanaatkarların işlerine Kürt ağaları ve beyleri göz dikmişlerdi.

Babamın anlatımına göre Lice’de sorgu hâkimi, il genel meclis üyeleri Ermeni idi. Ermeniler çocuklarının okumalarına önem veriyorlardı. Kürtlerde okuma-yazma az olduğu için şehirlerde Ermeniler üstün idi. Benim yaşadığım zamanda Ermeniler hep 2. sınıf toplum olarak görülürdü. Muteber olmayan halk gözü ile bakılırdı. Başka bir halk gözü ile bakılırdı. Toplumda işbölümü vardı. Her iki toplumda yaşamı kolaylaştırıyordu. Birbirlerine karşı hep kirvem olarak hitap ederlerdi. Bunu bizim sünnet merasimlerindeki kirvem anlamında kullanmazlardı. Bir Müslüman ile olan ilişkilerde dostluktan dolayı kullanılan kelime idi. Evlilik yoktu. Zoraki kaçırma evliliği vardı. Âmâ gönül rızası ile bir kız isteme olayına ben hiç rastlamadım.

1915’ten sonra benim yaşadığım Lice’de 100’e yakın Ermeni ailesi vardı. Lice’de Ermeniler ile hiç ilişkim olmadı. Yedi yaşında iken Ermeni sınıf arkadaşlarım oldu. Ermeniler, Ermeni ismi haricinde çocuklarına Türk ismi koyarlardı. Turgut, Dündar, Demir gibi. Asimilasyonun en yoğun olduğu yıllar idi. Okullara müfettişler gelip taktıkları Müslüman-Türk isimler kontrol ediliyordu. İleride de devam ettirmeleri için. Kürt çocukları Ermeni arkadaşlarına aileden gelen etki ile başka gözle bakıyorlardı. Ben onların evine gittiğimde, Garabet ekmek çıkardığında bazı arkadaşlar yemezlerdi. Niye yemiyorsunuz derdim. ‘Gavurun yemeği yenilmez’, ben de onlara ‘ben yiyecem, siz yemeyiniz’ derdim. Ermenilere karşı farklı bir algı vardı. 1915’ten önce Ermeniler eğitimli, eşit vatandaş, hatta daha itibarlı vatandaş idiler. 1915’ten sonra Kürt ağaları, beyleri ‘Ermenilerin malı canı helal’ diyerek Ermenilere her türlü mezalimi yaptılar.”

“1915 Ermeni soykırımının en acıklı hikayeleri Diyarbakır’da yaşandı. Dr.Çerkez Reşit’in Talat’a gönderdiği telgrafta 126 000 Ermeni Diyarbakır sınırları içerisinde katledilmiştir. İttihat ve Terakki Partisinin Diyarbakır’da görevlendirdiği Dr.Çerkez Reşit ile Diyarbakır mebusu olan Pirinççizade Fevzi Bey’ler, Ermeni soykırımı için görevlendirilmişlerdi. Dr.Çerkez Reşit geldiğinde yanında vurucu bir güç Çerkezler ile birlikte geliyor. Onun emrinde hareket eden Üsteğmen Çerkez de vardı. Onun istediği her şeyi yapan adamdı. 100’e yakın vurucu adamı vardı. Diyarbakır’da özel olarak bir komite oluşturuldu. Başına Albay Cemil Paşa getirildi. Polis Müdürü Memduh katliamı organize eden ekipte yer alıyordu.

Dört ayaklı minarenin bulunduğu semte Diyarbakır’da Gavur Mahallesi adı verilirdi. Yahudi, Ermeni ve Süryanilerin yoğun olarak bulundukları yerdir. ‘Silahlı ayaklanma olacak’ yalanı ile ilk önce burada tanınmış kişiler toplanıyor. 1000 kişi kadar tanınmış doktor, avukatlar, hakimler dahi toplanıyor. İlk önce piskopos Mıgırdiç öldürülüyor. Ulu Camii’nin bulunduğu meydanda üzerine benzin dökülerek yakılıyor. Diğerleri cezaevlerine atılıyor. Öyle ki cezaevlerinde yer kalmıyor.

Vali bir plan yapıyor. Cizire bölgesinde Pirinççizade yanına din alimleri müftü, hocaları alarak köylere gidiyor. Halka telkinlerde bulunarak ‘Ermeni katletmek caizdir’, ‘kadınlarını almak helaldir’, ‘sakınmadan korkmadan Ermeni katliamını yapabilirsiniz’ diyerek Batman ile Cizire arasında kalan bir köye uğruyor. Bu köy Ramanlı aşiretinin köyüdür. Ramanların Fevzi Bey’in ölümünden sonra hakimiyet eşi Perihan’a geçiyor. Dul bir kadın yörede hakim bir kadınmış. İki oğlu varmış. Ömer cinayetten, Mustafa ise hükümlü, kanun kaçağı olarak aranıyormuş. ‘Size bir iş vereceğiz, eğer yaparsanız affolacaksınız, ben vali bey ile de konuştum, suçlarınız tamamen affolacak’, ‘Ermenilerin ileri gelenleri Musul’a nakli olacak diye toplayalım Dicle’ye atalım. Bu konuda vali bana talimat verdi’ diyor.

Dicle üzerinde seyahat etmek için yapılanlara ‘kelek’ deniyor. Konuşuluyor ve anlaşmaya varılıyor. Tutuklamalar başlayınca, altışar kişilik guruplar halinde Ömer ile Mustafa’ya teslim ediliyor. Tutuklananlara ‘altın, para gibi kıymetli eşyalarınızı getirebilirsiniz’ deniliyor. ‘Topladığınız bütün ganimetlerin yarısını bana vereceksiniz. Ben de Kızılay’a verecem, yarısı da sizin olacak’ diye anlaşıyorlar. Ermeniler Dicle’ye atılıp öldürüldükten sonra, elbiselerini alıkoyuyorlar. Çeteler elbiseleri giyip çarşıda gezerlerken, elbiselerinden halk tanıyor. ‘Bunlar Ermenilerin elbisesi’ deniyor. O zaman onları götürüp öldürdüler sonucu çıkıyor. Vali bu durumu öğrenince Ömer ile Mustafa’ya ‘saklanın’ talimatı veriyor. Vali Dr.Çerkez Reşit, gece vurucu gücü gönderip onları saklandıkları yerde öldürtüyor.

Dr.Reşit görevi bırakıp İstanbul’a gelince ‘sen doktorsun böyle bir işe nasıl girdin, senin görevin insanları tedavi etmektir, bunca insanı nasıl öldürdün’ diye sorduklarında ‘benim milliyetçiliğim doktorluğumdan önce gelir’ diye cevaplamıştır.”

“Sakın arkamdan gelme babamın gittiği yere gidiyorum”

“1957-58 yılında ben CHP’de çalıştım… Artık DP gemisi su almaya başlamıştı… Ben birkaç arkadaş ile oraya gitmiştim… İl ve ilçelere Ergani ve Çüngüş ilçelerine gitmiştim… Çüngüş’te Hayri Bey bizim ilçe başkanlığımızı yapıyordu. Hayri Bey Atatürk’ün yakın adamlarından idi. Çüngüş halkının büyük çoğunluğu Ermeni idi. ABD’ye gidip gelirlerdi. Çok zengin Ermeniler vardı… Altın işleri ile uğraşan ve zanaatkar kişilerdi… Zengin Ermeni’ler Hayri Beyi de tanıyorlardı.

1957 yılında ben CHP içinde köylere kasabalara dolaşıp çalışma yaparken Ergani’de Hayri Bey ile görüştüm. Hayri Bey o yörenin önde gelen feodal beylerinden biridir. Hayri Bey’in babası Tehciri planlama emrini alıyor… Kafileyi Diyarbakır’a götürüyor. Kafile’de infaz edilen, ölenlerin durumuna Lice kaymakam olan Hüseyin Nesimi müdahale ediyor. Sonradan kaymakam da Dr.Çerkez Reşit tarafından öldürtülüyor. Kaymakam katliamlara engel oluyor. Kafileyi sağ salim Lice’den Diyarbakır’a kadar götürmekle görevliyken öldürmek, soymak, hakaretlere karşı geldiği için kaymakam Hüseyin Nesimi’yi bu yüzden öldürüyorlar. Dr.Reşit’in emri böyledir, ‘öldürmek serbesttir’ deniyor.

Çermik ile Çüngüş arasında Düdern diye bir mağara var. Bugüne kadar hiçbir mağara uzmanları burada araştırma yapmış, dibini bilen ölçen yok. Çok derin bir mağara, kafilenin hepsini mağaraya atıyorlar. Sonradan gelen kafilede Hayri Bey’e babası beğendiğin kızı alabilirsin diyor. Sarışın güzel bir kızı kendisine zevce olarak alıp götürüyor. Seneler sonra babası ölmüş, otoritesi ona geçmiş, bir gün oradan Ermeni eşi ile birlikte bağa giderlerken, hanımı attan atlıyor. Düdern mağarasına koşuyor. Eşi bağırıyor ‘nereye gidiyorsun dur’ diyor. ‘Sakın arkamdan gelme babamın gittiği yere gidiyorum’ cevabını veriyor.

Kız babasının öldürüldüğünü, Halep’e gönderilmediğini, hayattan koparıldığı, mağaraya kendini atıyor, intihar ediyor, babasının yanına gidiyor. Hayri Bey yetişemiyor. Büyük ihtimalle Hayri Bey Türkmen’di. Kürtçe hiç bilmiyordu.”

“Babamın bana anlattıklarından; din adamının hakkından din adamı gelir”

“Diyarbakır’a gönderilen kafileler iki yoldan ulaşım vardı. Serde’ye giden yol, Hani ve Mermer üzerinden giden, iki yol var. Serde’den giden yolda, babam Serde’ye kadar gidiyor. Ve orada kafile mola veriyor. Başlarında bir jandarma var. Köylüler her birisi istediği gibi kadın ve kızları alıyor. Üzerindeki para ve altın olanları vurup öldürüyorlar. Tepede bahçesi ile uğraşan bir adam sesi geliyor, yüksekten bağırmaya başlıyor. ‘Bekleyin durun onların içinde matran var (Ermeni din adamı veya piskopos) ben de din adamıyım, din adamının hakkından din adamı gelir’ diyor.

‘Ben cennete gitmek istiyorum’ diyerek bağırıyor. Geliyor elinde dehre var, gelir iner inmez matranı alıp kenara götürüyor. Matranın kafasını dehre ile kesiyor. Ve bunu yaparken de kendisi huşu içerisinde ‘ben artık cennetlik oldum’ havasına kapılıyor. Cehaletin en iğrenç safhasından bu bir olay. Anlattığı olaylardan birisi.

Yine kafileden birisi yaklaştı bana çıkardığı parmağındaki yüsüğü ‘beni öldürecekler al bu yüsüğü götür senin olsun’ demiş babama. Kafileyi götürmüşler Cenik’te bir mıntıka var. Galiba onların hepsini öldürüp mağaraya veya öldürmeden canlı canlı atmışlar. Derin bir mağara şimdiye kadar hiç bir inceleme yapılmadı.”

Ermeni Soykırımı ile yüzleşme ve özür borcu

“Bana göre 1915’te Tehcir adı altında Ermenilerin kökünü kazımak ve Türkiye toplumundan esamisi okunmayan cüzi bir duruma getirmek gibi bir politika izlendi. Şunu kabul etmek lazım, Ermenilerde kapitalistleşme erken başladı. Hem ticari alanda etkili olmaları hem zanaatkar olmaları süratle kapitalistleşme yolunda gelişme içinde olmaları onlarda ulusal bilinç Ermenilerde Kürtlere nazaran çok daha erken gelişti. Savaş içinde Rusların Doğu Anadolu’ya indiği aşamada, Ermeni örgütler, Partileri Ruslarla işbirliği yaptıklarına dair rivayetler var. İşte o zaman İttihat ve Terakki bir korkuya kapıldı. Almanlarla ortaklaşa bu katliam kararını aldılar. Ermenilerin orduyu arkadan vurma tehlikesi söz konusudur. Bunların İtilaf devletleri ile işbirliği yapmaları, İtilaf devletlerin Osmanlı topraklarına girmesinden sonra kolayca Ermeniler ile işbirliği yaparak hakimiyet kurmaları işbirliğine kalkışabileceği korkusuna kapıldılar. Almanların da bunlara yol göstermesi onların tavsiyesi üzerine, Genelkurmay komutanı zaten Alman idi. Böyle bir karar aldılar. Bu karar merkezde alındı.

Bu karar sürgün adı altında kamuflajla, Tehcir adı altında, ama aslında Tehcir ile birlikte mümkün mertebe Ermenilerin önde gelenlerini, liderlerini, aydın olanları, mesela Parlamento’da söz sahibi olan, konuşan etkin isimler, bunları kafileyle gönderdiler. İstanbul’da büyük tüccarlar, doktorlar, mühendisler, avukatlar bunlar bir gece içerisinde hepsi Tehcir için sözde Suriye çöllerine gönderildi. Âmâ yolda katledildiler. Yolda çapulcuların da saldırısıyla da katliamlar oldu. Çölde de katliamlar oldu. Önde gelenlerin isimleri belirlenenlerin İttihat ve Terakki’nin kararları ile öldürüldüğüne kaniyim. Ben bana göre bu bir soykırımdır. Soykırımın uluslararası tarifine göre bal gibi soykırımdır. Bugün Türkiye’de militarist, milliyetçi çevreler Kürtler içinde böyle bir şey düşünüyorlar.

21. yüzyılda Kürtler için de böyle bir şey düşünüyorlar ama 21. yüzyılda bu mümkün olmuyor, ama kafalarında bu var. Eğer Türkiye’nin uluslararası alanda itibarlı bir devlet olarak varlığını sürdürmesini istiyorsa, eğer Türkiye ekonomisi her alanda gelişen, sözü geçen bir ülke olmak istiyorsa Türkiye tarihin derinliklerinde kalan bu olayla yüzleşmek zorundadır. Bundan kaçarak bir yere gitmesi mümkün değildir. 100. yılında, bugün dünyada 50’den fazla ülke parlamentolarında ‘Ermenilere yapılan soykırımdır’ kararı alınmıştır. ABD belirleyici olan odur. Ama bu kararı ABD senatosunda duruyor er geç kanunlaşacaktır. Ermeni diasporası ABD, Fransa, İngiltere’de çok etkindirler. Türkiye açıkça soykırım yapılmıştır demeli ve yüzleşmelidir. Tarihi bir olay olduğunu, Türk halkının bundan sorumlu olmadığını, İttihat ve Terakki’nin bir kararı olduğunu, halkın da bu olaylara katılmış, halktan iğfal edilmiş olanların olduğunu, halkın topyekün Ermeni düşmanı bir halk olarak görülmesinin kabul edilemez olduğunu, halkın da aydınların öncülüğünde bir özür borcu olduğunu düşünüyorum, tarihe tebliğ ki yapılmıştır edilmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum.

Devlet Ermeniler ile olan ilişkilerini yola koymalı, ticari ve kültürel münasebetlerin geliştirilmesi, hudut kapılarının açılması şarttır. Ermenilerin dünya ile bağlarının kurulması Türkiye’den geçiyor. Türkiye böyle ilelebet bu kapıları böyle kapalı tutmamalı. Hem haksızca bir davranıştır. Hem de tarihte geçmiş olan bu olayın daha çok can yakıcı etkili bir şekilde her şeyden önce bunu kabul etmesi Ermeniler ile böyle bir açılım Ermeniler ile ekonomik siyasi bölgesel kültürel ilişkilerin kurulması yüzleşmenin başlaması demektir.

Kürtler de İttihat ve Terakki’nin ivasına kapılarak fanatik Müslümanlığın, etkisinde kalarak, işlediği bu cinayetleri kabul etmek, onların torunları olarak Ermenilerden özür dilemek gibi bir borcumuz var. Ermeni dostlarımızdan, Ermeni kirvelerimizden özür dilemeliyiz. Bugün Lice’de tek bir Ermeni aile kalmadı. Nüfusun 1/3 Ermeni iken, tek bir Ermeni kalmadı. Ermenilere bu katliamın soykırımın yapılmış olduğunu kabul etmemiz bu acıyı içimizde duymamız, bir daha tekerrür etmemesi konusunda vicdanımızı harekete geçirmemiz lazım geldiği, bunun içinde devletin kendi üzerine düşen görevi yapması için elimizden gelen gayreti göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.”

Çok kıymetli tarihçi, doktor yazar dostumuz Tarık Ziya Ekinci’nin başta ailesi, sevenleri ve dostlarının acılarını paylaşıyor, Kürt halkına başsağlığı diliyoruz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu