6 Şubat depreminde devletin halkı enkaz altında bırakan akabinde de rant ve talan politikaları göçe zorlayan politikaları karşında bölge halkının direnişi devam ediyor. Deprem sonrası yaşamın yeniden kurulmasında kadınlar önemli bir rol oynadı/oynuyor.
Bizler de Antakya’da dayanışma çalışmaları yürüten kadınlardan biri olan Emine ile çalışmanın geldiği nokta ve kadınların bu tablo içindeki rolüne dair konuştuk.
– Antakya’da devam eden dayanışma çalışmalarının geldiği aşama üzerinde konuşalım istiyoruz. Bu tablo içinde kadınların aldığı rol, özne olma durumu öne çıkıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
– Evet, epeydir başlayan deprem dayanışma çalışmaları var. Depremde yıkıma uğrayan, uğratılan 11 ilden biri olan Antakya’da çalışmalar devam ediyor. Burada, devletin bunu hem bilinçli olarak hem de krizi yönetememe, yönetmeme anlayışı ile karşı karşıya kaldık. Hep söylediğimiz gibi kadınlar cephesinden bu tablo ağırlaşan bir sürecin adımlarını içeriyor. Kadınlar hem psikolojik olarak hem de ekonomik yönleri ile çok daha katmerli bir yoklukla karşı karşıya kalmış oldu. Ayrıca bu tablo karşısında toparlayıcı olma durumunda kaldılar ve bu iş yükü olarak omuzlarına yüklendi.
Toplamda Antakya halkının karşı karşıya kaldığı yokluk çok boyutluydu ama bunun içerisinde baktığımız zaman kadınların tablosu çok daha ağırdır. Antakya özgülünde gerçekten o yıkımın getirdiği şey, aynı zamanda bir hayata tutunma, yakınlarının acısını, kaybını yaşarken, onun yasını tutarken, bir yandan da dediğimiz gibi hayata tutunma, yaşamı yeniden inşa etmek zorunluluğu oldu. Kadınların yaşamı yeniden var etmenin sorumluluğunu duyduklarını düşünüyorum.
Bu, dayanışma çalışmaları boyunca zaten çok öne çıkan yönlerden biri oldu. Bir yanda yasını tutarken bir yandan da depremzedeler için gelenlerle bağı kurarak yapılan çalışmaların bir öznesi olmak… Bizim de başından bu yana yürüttüğümüz dayanışma çalışmalarımızda böyle oldu. Yaşanan yıkımı birlikte atlatma duygusu depremzede kadınlarda çok güçlüydü. Kadınların birbirinden güç aldığı hissettiğim bir şeydi. Birbirine tutunma, acısını paylaştığı kişinin ayağa kalkması, onun işinin ucundan da tutma şeklinde açığa çıktı.
Kadınlarda geleceğe dair kaygı oldukça güçlü bir biçimde öne çıkıyor çünkü yıllarca para biriktirerek yaptığı evini kaybetmesi gibi şeyler maddi yıkım. Diğer yandan yaşamının bir parçası olan bir yakınını kaybetmesi manevi bir kayıp. Bunların yanında, bu tarif edilmez acılara rağmen geleceği yeniden kurma ve hayatta kalanlarını hayata bağlama, çocuklarının, geride kalan yakınlarının yaşama tutunması için geleceğe dair de kaygı duyuyor.
Bu kaygı ile kurulan her türlü dayanışmanın içinde yer aldı kadınlar.
– Deprem öncesi ve sonrasında tarımda ya da farklı işlerde çalışan kadınlar neler yaşadılar?
– Kadınlar deprem öncesinde de bağ, bahçe, zeytinlikler içinde, tarlada yıllardır çalışıyordu. Ya da yıllarca bakım emeğini ücretsiz üstlenen yine kadınlardı. Depremle birlikte bunların devasa boyutlara ulaştığı tabloda, her şeyin yerle bir olduğu, her şeyin sıfırlandığı bir tabloda geleceğe dair kaygı duyma ve yaşamı yeniden kurma çabası içine girmek durumunda kaldı kadınlar.
Bu noktada, yaşamı yeniden var etmek için; kimisi tandırda ekmek yaparak, kimisi yöresel yiyecekler, pasta ürünleri yaparak ve bunları satarak geçimini sağlamaya çalıştı. Kimisi bağda-bahçede günlük tarım işçisi olarak çalıştı. Böylece günlük yaşamını idame ettirme ve geride kalan ailesinin, yakınının yükünü üstlenmek durumda kaldılar.
Ama diğer taraftan da kadınlar bu yıkımı aşma ve baş etme noktasında iddialılar. Yani “evet, biz bu yıkımı yaşadık ama buna dair bir çaresizlik içine kalmayacağız” diyerek bunu sorgulayan, “Devlet bizi bu yıkım içinde bıraktı, bizi çaresizliğe itti ama biz çözüm üreten bir yerde olacağız” diyerek iddia sahibi bir yerden gerçeğe yaklaştı.
“Kadının üretimdeki yeri daha fazla açığa çıktı”
– Şu an neler yaşanıyor, direnişler ne düzeyde ve kadınlar nasıl yer alıyor bu hareketlilik içinde?
– Mesela kadınlar geçim kaynakları olan zeytinlik alanlarının “TOKİ yapacağız” adıyla rezerv alanı ilan edilmesine karşı duran bir yerdeler. Bu noktada sadece kendi için değil, hanesi için hatta çevresi için de önemli olan bu alanlarda çalışıyor ve yağlarını buradan karşılıyor, geçimlerini buradan sağlıyorlar.
Devletin deprem sonrası rant anlayışı ile yaklaştığı bir yerde, bir gecede birilerine peşkeş çekilen bu zeytinlikler için de mücadele ediyorlar. Buna karşı durma, bu politikanın bir parçası olarak buradan gönderilme tavrı karşısında çok netler. Kadınların “biz buradan gitmeyeceğiz” mesajı çok net.
Bunu bir hayata tutunma biçimi olarak da ele alıyorlar. Çünkü emek verdikleri yıllarca inşa ettikleri her şey -buna kültürleri de dahil- yok edilme tehlikesi barındıran saldırılarla karşı karşıya. Bu nedenle emeklerini koruma ve yok olanın yeniden inşa edilmesinin süreci yaşanıyor.
Bu bahsettiğimiz her şey, deprem sonrasında hayata tutunma biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Hayatı yeniden yeşertecek olan kadınlar bu çalışmalar sırasında var olan bu bilincimizi bize de yeniden kazandırdı. Evet bu bildiğimiz bir şeydi, bu konuda bir bilinç sahibiydik ama bunu yeniden ve bu derin yıkım içinde bize yeniden hatırlattılar. Bunun gerçekten kadın emeği olduğunu yeniden deneyimledik. Bu tam da hayata tutunma pratikleri, yaşamı yeniden var etme pratikleri olarak bu dayanışma sırasında gördüğümüz bir şey oldu.
Burası aynı zamanda tarım işçiliğinin fazla olduğu bölgelerden biri ve bu anlamda kadınlar yıllarca tarlaya giderken çocuklarıyla gittikleri ya da tarladan geldikten sonra o hanenin tüm yükünü üstlendikleri bir tablodan bahsediyoruz.
Aynı zamanda da dediğimiz gibi üretimde de aktif özne durumundalar. Örneğin Samandağ biberi, endemik bir bitki, yöreye özgü olan bu üründe genel olarak ticarette yerini almasında da en önemli rolü üstlenmiş oluyorlar. Yöreye özgü bu ürünlerin piyasada yer edinmesinde doğrudan kadınlar rol almış oluyorlar.
Kadınların kurduğu dayanışma aslında aynı zamanda üretimdeki yerlerine dair önemli veriler de sunmuş oluyor. Sonuçta biz bugün bu çalışmalarda, kooperatifleşme sürecinde kadınların emekleri ile onların fikirleri ve bölgeye hâkimiyeti ile yani onların aklı ile birlikle geliştirerek bu noktaya geldik.
Bu sürecin bütün tartışmalarında bütün emek sürecinde bütün ihtiyaçlarının, koşullarının açığa çıkarılması sürecinde depremzede kadınların seferber olduğu bir sürecin ardından ulaşmış olduk.
Bu noktada, kadının üretimdeki rolünün daha fazla açığa çıktığı, bize dayatılan hem toplumsal rollere hem de kapitalizmin üretim anlayışı karşısında kadının emeğinin ve üretiminin desteklenmesinden doğru ve aynı zamanda bölgenin yöresel ürünlerinin kadın emeğiyle üretilmesinin açığa çıkarılması hedefine adım adım ulaşacağız.
Deprem dayanışmasından Kadın Kooperatifine dönüşen bu süreci, aynı zamanda yaşamsal bütün süreçlerinde kadının akıl ve iradesinin inşası ile bir üretim alanı yaratabilmek olarak tanımlayabiliriz.