30 Haziran Pazar günü Kayseri’de Suriyelileri hedef alan saldırılar, TSK ve ‘Suriye Milli Ordusu’ (SMO) kontrolündeki Suriye’nin kuzeyinde bir süredir devam eden gerginliğin de tırmanmasına yol açtı. 1 Temmuz’da ‘Fırat Kalkanı’ bölgesindeki Azez ve El-Bab başta olmak üzere birçok yerde doğrudan Türkiye varlığı hedef alındı, Afrin’deki gerginlik ise TSK-SMO ile bazı silahlı gruplar arasında çatışmaya kadar vardı.
Ancak Suriye’nin kuzeyindeki mesele, 30 Haziran-1 Temmuz’da yaşananlarla sınırlı değil. Öncesi var.
Suriye politikasında aks değişikliği
2011’de “Suriye’de rejim değişikliği” hedefiyle yola çıkan AKP iktidarı, 2016’dan itibaren Suriyeli Kürtleri ve kazanımlarını hedefe koydu. Bu kapsamda 2016’da ‘Fırat Kalkanı’ (Azez-El Bab-Cerablus), 2018’de ‘Zeytin Dalı’ (Afrin) ve 2019’da ‘Barış Pınarı’ (Tel Abyad-Resulayn) operasyonları yapıldı. Bu tarihten sonra ise gerek uluslararası gerek bölgesel denklemin ‘fırsat’ vermemesi her yeni operasyon girişimini akamete uğrattı.
Üstelik SMO’nun rolü, bu operasyonlarla sınırlı kalmadı. Her biri, iktidarın ‘bekası’ ve dış politika öncelikleri doğrultusunda Libya ve Azerbaycan’da da savaştı. Hatta, Rusya’ya karşı Ukrayna saflarında savaşmak için çağrılar yükseltti.
Suriye politikasındaki aks değişikliği, 2022’den itibaren ‘normalleşme’ adı altında daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.
Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad ile ‘ayaküstü’ görüşme yaptığını açıklaması ve akabinde “muhalefet ile rejim arasında barışın olması gerektiği” sözleri TSK-SMO kontrolündeki bölgelerde ‘infial’ yarattı.
Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı protestolar sürerken Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Suriye ile ileri seviyede adımları temin etmemiz gerek” açıklaması geldi.
Yıl sonuna kadar taraflar savunma bakanları düzeyinde Moskova’da bir araya geldi ancak Rusya’nın iki ülke liderleri arasında görüşme yapılması çabaları Şam’da kabul görmedi. Buna rağmen 10 Mayıs 2023’te ‘normalleşme’ süreci Türkiye, Rusya, İran ve Suriye Dışişleri Bakanları Toplantısı’yla siyasi zemine taşındı ancak yine devamı gelmedi. Çünkü Şam, Ankara’yla ‘normalleşmek’ için TSK’nin Suriye topraklarından tamamen çekilmesini ve silahlı gruplara verilen desteğin kesilmesini istiyor.
Üstelik Şam için öncelik Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) başta olmak üzere İdlip’teki cihatçı gruplar, Kürtler değil.
İktidara yakın Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) analistlerinden Murat Yeşiltaş’ın 2022’de Financial Times’a verdiği demece göre, Suriye müdahalesinin Türkiye’ye yıllık maliyeti yaklaşık 2 milyar dolar.
Yeşiltaş ayrıca, TSK’nin kontrolündeki alanlarda 4 bin ila 5 bin, İdlip çevresinde ise 8 bin askerin bulunduğunu; Türkiye’nin 50 binden fazla Suriyeli muhalif savaşçıyı [SMO] eğittiğini ve maaşlarını ödediğini belirtiyor.
“Ebu Zandin” geçişinin açılması
TSK-SMO kontrolündeki bölgelerde 1 Temmuz’da yaşanan olayların fitili ise daha haziran ayı başında ateşlendi. Rusya öncülüğündeki yeni ‘normalleşme’ girişimi bu kez de sahada sınanıyordu.
Moskova ve Ankara, Halep kırsalındaki El-Bab yakınlarında, TSK-SMO ile Suriye ordusu arasında bulunan “Ebu Zandin” geçiş noktasının açılması kararı almıştı.
Stratejik öneme sahip M4 karayolunun üzerindeki Ebu Zandin geçişinin açılmasıyla bölgede ticari hareketlilik artacak, bu adımı takiben Antep-Halep yolunun açılması için de hazırlıklar yapılacaktı. Daha 11 Haziran’da Rusya güçlerinin TSK-SMO kontrolündeki bölgeye gelmesi nedeniyle protestolar yaşanırken, süreç, 27 Haziran’da geçiş noktasının trafiğe açılmasıyla başka bir boyuta evrildi.
Aynı gün El-Bab ve kırsalında Şam’la ‘normalleşme’ karşıtı protestolar başladı, ertesi gün de çeşitli silahlı grupların öncülüğünde çok sayıda kişi geçiş noktasını bastı.
Olaylar sonrası TSK bölgeye takviye kuvvet gönderirken, saldırıda başı çeken Ahrar’uş Şarkiyye militanları gözaltına alındı. Söz konusu olaylarda Ahrar’uş Şarkiyye başta olmak üzere bazı SMO gruplarının başı çekmesi, Ebu Zandin geçiş noktasının açılmasının ardından kaçakçılık gelirlerinin olumsuz yönde etkilenmesiyle açıklanabilir.
SMO’ya bağlı olan örgütün adı, başta Kürt kadın siyasetçi Hevrin Halaf’ın öldürülmesi olmak üzere, sivillerin yargısız infaz edilmesi, insan kaçakçılığı, tutuklu IŞİD’lilerin ve ailelerinin serbest bırakılması gibi birçok olayda ön plana çıkıyor.
Moskova’nın Şam temasları ve ‘Sayın Esed’
Rusya’nın öncülük ettiği yeni ‘normalleşme’ girişimi Ebu Zandin’in açılmasıyla sınırlı kalmadı. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, 26 Haziran’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentiyev’i başkent Şam’da kabul etti. Görüşme sonrası Esad’dan “Suriye, ülkenin tüm toprakları üzerindeki egemenliğine dayanan, terör ve terör örgütleriyle mücadeleyi temel alan, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere açıktır” açıklaması geldi.
Bu sözlerden iki gün sonra Erdoğan’ın ‘Sayın Esed’ çıkışıyla süreç yeni bir evreye girdi:
Nasıl ki biz Suriye’yle ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar biliyorsunuz Sayın Esed’le biz bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur. Ve Suriye’nin de içişlerine karışmak gibi de bir derdimiz asla yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Haziran 2024.
Anlaşılan o ki Erdoğan ne olursa olsun Esad’la yan yana gelmek istiyor. Şam, temel şartlarının ‘pazarlık meselesi’ olmadığını vurgulamayı sürdürse de Moskova görüşme için şartları zorluyor. 3-4 Temmuz’da Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenecek olan, Erdoğan’ın da katılacağı Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesindeki temaslar böyle bir görüşmeye vesile olabilir.
Şam yönetimine yakın El-Vatan Gazetesi ise görüşmeler için Irak’ın başkentini işaret etti. Bağdat’ta, “Suudi Arabistan ve BAE başta olmak üzere geniş Arap desteği ve ayrıca Rusya, Çin ve İran’ın katkılarıyla” iki ülke arasında ‘önemli bir toplantı’ planlandığını yazdı.
Türkiye’ye bağımlı durumdalar ama…
“Ebu Zandin” krizinde başı çeken silahlı gruplar, tüm bu gelişmelerin ardından, Kayseri’deki saldırıların yarattığı tepkiyi de arkalarına alarak 1 Temmuz’da daha geniş çaplı eylemlere giriştiler. Ancak 2022’deki eylemlerden daha vahim görüntüler ortaya çıkınca Ankara’nın tepkisi de sert oldu. TSK bölgeye takviye güç gönderdi, sınır kapıları giriş-çıkışlara kapatıldı.
Günün sonunda Ankara’ya ‘göbekten bağlı’ SMO bünyesindeki gruplar ‘birlik ve beraberlik’ mesajları yayımlarken, HTŞ ve güdümündeki Ahrar’uş Şam gibi cihatçı gruplar açıklamalarında Şam’la ‘normalleşme’ girişimlerini hedef almayı ihmal etmedi. Evet, El-Kaide’den bozma HTŞ de gelir kaynaklarını etkileyen ve pek tabii bekasını tehdit eden bu girişimlerden rahatsız ama İdlip’in tek nefes borusu olan, Hatay’ın karşısındaki Bab el-Hava Sınır Kapısı’nın kapanmasını istemez.
Erdoğan, 30 Haziran-1 Temmuz’da yaşananlara nokta koyarken bir yandan “kiminle görüşülmesi gerekiyorsa” görüşeceğini, diğer yandan “Türkiye’nin dostları” olarak nitelediği SMO ve şürekasını da yarı yolda bırakmayacağını söyledi.
Ancak geldiğimiz nokta itibariyle bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Ankara dahil hiçbir güç, Suriye’nin kuzeyindeki cihatçı gruplar üzerinde tam kontrol sahibi değil.
Kaynak: bianet