Makaleler

“Taş üstünde taş kalmayan” kentler ve taş siperlerin direnişi…

AKP’nin oyalama taktikleri ile geçen “Çözüm Süreci”nin yerini yeniden açık savaş ve sivil direnişin alan kazandığı kentlere yönelik katliam saldırılarına bıraktığı geçtiğimiz yaz aylarından itibaren TC devletinin iç ve dış siyasetindeki temel hareket noktası Kürt Sorunudur.

İktidar partisi olarak AKP’nin ve Erdoğan’ın özellikle 7 Haziran seçimlerinde yaşadığı tarihi oy kaybı ile birlikte yeniden ve çok daha keskin şekilde saldırdığı Kürt ulusal mücadelesine karşı konumlanış ve yaklaşım, devlet açısından parametre kabul edilmekte, siyasetin seyri ve burjuva siyasetinin özneleri, devlet karşısındanki pozisyonlarını bu soruna yaklaşımla ölçmektedir.

Bu temelde dikkat çekici bir gelişme de son süreçte MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’den gelmiş ve Bahçeli yaptığı açıklamada “Nusaybin’de vatandaşa 3 gün süre verin. Sonra taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın” diyerek, 1 Kasım seçimlerinden beri AKP’ye sunduğu örtülü desteği sürdürmüştür.

 

Bahçeli ve AKP arasındaki yol kardeşliği…

Bu temelde tartışmayı genişletmeden önce, altının çizilmesi gereken temel nokta özellikle MHP’de kitle kaybına yol açacak boyutlara ulaşan Erdoğan ve Devlet Bahçeli arasındaki zımni uyumdur.

Rojava’nın zaferi ve çözüm süreci ile birlikte HDP’deki kitle artışının da etkisi ile AKP’nin 7 Haziran’daki yaşadığı yenilginin ardından çözüm sürecini rafa kaldırması ve askeri operasyonlara başlaması ile birlikte ülke genelinde milliyetçi oyların AKP’ye kayması bir gerçeklik iken, bahse konu zımni uyumun MHP’nin genel siyaseti ile benzeşmenin ötesine geçtiği görülmelidir. Bahçeli’nin 7 Haziran seçimlerinin ardından HDP ve CHP ile ortak geçici hükümete hayır demesi ile başlayan bu sürecin, AKP’yi köşeye sıkıştıracak meclis tartışmalarında çekimser kalması ile devam etmesi ve kendi tabanındaki tepkiye karşı “koltukta kalmanın aracı” haline gelmesi ise tablonun vehametini ve sınırlarını gözler önüne sermektedir.

MHP’nin bahse konu katliam çağrısına ve çağrının yapıldığı konuşmanın bütününe bakıldığında da bu yaklaşım görülecektir. Bahçeli haftalık meclis konuşmasında “paralel ile mücadele” çağrısı yapmakta, “TC Cumhurbaşkanı’na (Yani Recep Tayyip Erdoğan’a) parmak sallanamaz” demektedir. Yani kraldan kralcı durarak koltuğunu korumak adına MHP tabanını AKP’ye peşkeş çekmektedir.

Bahçeli’nin “Taş üstünde taş bırakmayın” diyerek yaptığı katliamı büyütme ve bölgedeki yıkımı boyutlandırma çağrısı da tam da bu eksene oturmakta ve AKP’ye sunduğu açık desteği, onların pratiğini teorize ederek sürdürmektedir.

 

Davutoğlu ve Erdoğan arasındaki çelişki

Kürt Sorununa yaklaşım konusunda bir diğer dikkat çekici konumlanış irdelemesi ise Başbakan ile Erdoğan arasında yapılmalıdır. Zira, gündemi takip eden herkesin görebileceği gibi, neredeyse 1 Kasım seçimlerinin ardından onlarca açıklamada Davutoğlu’nun yaklaşımı ise Erdoğan’ın yaklaşımı arasında, söylem düzeyinde de olsa bir fark vardır.

AKP’nin 17 Aralık süreci sonrası yaşadığı iç çelişkiler zaten kamuoyunun malumudur. Erdoğan’ın eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü dıştalamak ve devamında parti içerisinde temizlik hareketi gerçekleştirerek ayrık otlarını temizlemek istediği de bilinmektedir.

Bu konuda belirli tartışmalar kamuoyunun dikkatinden kaçmamış ve yeni bir parti, Arınç-Gül-Çelik ittifakı gibi tartışmalar basında fazlaca yer almıştır.

Gelinen aşamada ise çelişkilerin keskinleştiği ve AKP’nin politik geleceğinin sınandığı alan olarak bu parti içi çelişkiler Kürt Sorunu konusunda yeniden gün yüzüne çıkmıştır.

Ceraattepe tartışmalarında Davutoğlu’nun yaklaşımını basının önünde reddeden Tayyip Erdoğan, Kürt Sorunu konusunda, kendi partisinin başına taşıdığı kendi vekili olarak Davutoğlu’nu yine aynı yöntemle reddetmiş ve Davutoğlu’nun “2013 yazına dönülürse, PKK yeniden silah bırakırsa herşeyi baştan konuşabiliriz” yönlü açıklamasını “Terör örgütü muhatabımız olamaz” diyerek reddetmiştir.

Burada açık olan şudur ki, Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki ayrım, devrimci politika açısından bir temel değildir ancak Marksist gerçeklik egemen sınıflar arasındaki çelişkinin kitlelere yönelik politikanın malzemesi olduğunu göstermektedir.

 

“Başsız bedenimiz yine sizin önünüzde diz çökmez”

Tartışmayı yeniden Bahçeli’nin açıklamasına çevirirsek, Kürtdistan’daki özerklik ilan edilen kentlerde süren devlet katliamının bu çağrıdan kat ve kat üstte olduğu bir gerçekliktir. Devlet en güçlü silahları ile açıktan bir katliam yapmakta ve girdiği yerden geride enkaz ve katledilmiş bedenler dışında hiçbir şey bırakmamaktadır.

Şu hali ile de yetinmeyen Erdoğan, üstüne bir de “terör sempatizanları vatandaşlıktan çıkartılsın” diyerek asimilew edemediklerini sınır dışı etme niyetine ermiş, bölgeye nüfusun kaldıramayacağı oranda Suriyeli mülteci yerleştirerek demografik yapıyı değiştirmeye girişmiştir.

Bu hali ile süreci tersine çevirecek tek realite ise Kürt ulusal direnişi ve Türkiyeli devrimcilerin kurduğu ittifak olacaktır. Sistem partilerinin ve düzen siyasetinin kırılacağı, AKP’nin 14 yıllık sultasını tarihin çöplüğüne götürecek gerçekliği burada aramak gerekmektedir. Demirtaş’ın konu ile “Bu vücutta baş gitse bile başsız bedenimiz yine sizin önünüzde diz çökmez” ifadeleri de bu çerçevede önemlidir. Yani süreci ve tüm asimilasyon saldırılarını tek bir şey belirleyecektir: Bu da taş üstünde taş bırakılmayan kentlerin taş siperlerindeki ısrardır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu