Güncel

SÖYLEŞİ | Prof. Dr. Vedat Bulut: “Salgın Politikasında İçişleri Bakanlığı’nın Egemen Olduğu Nadir Bir Ülkeyiz!”

Bu sağlık pazarından rant sağlayan küresel sermayenin baronları, aşı karşıtlarını veya aşıya karşı söylem verenleri el altından destekliyor olabilir

2020 yılının Mart ayından itibaren pandeminin etkileri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de görülmeye ve etkili olmaya başladı. İlk vakanın açıklanmasından itibaren hem pandemiye hem de pandeminin ileriki dönemlerindeki aşı çalışmalarına ilişkin başarısız bir süreç geçirildi. Halihazırda aşı çağrıları devam ederken biz de gazete olarak Türk Tabipler Birliği (TTB) MK Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut’a hem aşıya ilişkin akıllarda kalan soruları sorduk hem de sürecin devlet tarafından nasıl idare edilmeye çalışıldığını öğrenmek istedik.

– İlk olarak şunu sormak istiyoruz. Aşıların görece hızlı bulunmasına ve bu aşı tiplerine ilişkin insanların kafalarında soru işareti oluştu. Mesela Sinovac için 4. Doza gerek duyulması gibi. Aşılamalara ilişkin veriler koruma düzeyine ilişkin nasıl bir veri sunuyor?

– Aşıların hızlı gelişmesinde reverse vaksinoloji yani tersine aşı bilimi dediğimiz bir döneme girmemiz önemli etken oldu. 20-30 yıl önce en az 6 ay süren gen dizisi analizleri artık bir hafta içinde başarılmakta. Son olarak SARS-CoV-2 virüsü de Çin’de 31 Aralık 2019’da bildirildiğinden 8 gün sonra genom analizi yayınlandı. Yine in siliko tekniklerle ve yapay zeka kullanarak aşı adayı olabilecek moleküller, epitoplar ortaya çıkarıldı ve çalışmalar bu temelde ilerledi. Daha önce SARS ve MERS salgınlarında yürütülen aşı araştırmalarının da bu çalışmalara temel katkıları oldu. Klinik öncesi hücre kültürlerinde virolojik çalışmalar ve hayvan deneylerinden sonra Faz-1, 2 ve 3 çalışmaları yine informatik teknolojide (IT)ve istatistik yazılımlarında gelişmelerle hızla yürütüldü, iletişim teknolojileri cep telefonlarıyla sağlıklı gönüllülerin verileri üzerinden hızla takip edilebildi. Bugün EUA/AKO veya FDA onayıyla kullanıma giren aşıların 2021 Sonbaharında topluma ulaştırılmasında bu gelişmeler rol oynadı.

Aşıların koruyuculuk oranları matematiksel denklemlerle bulunmakta. Sağlıklı gönüllülerin çift kör çalışmaları yapılmakta. Yani aşıyı uygulayan ve aşı olan bireyler kendilerine zerk edilen çözeltinin aşı antijeni içerip içermediğini bilmezler. Barkodları kullanan çalışma ekibi ve sağlıklı gönüllüler 2 kolda yer alır. Plasebo kolu, aşı kolu. Sonrasında plasebo olanlar ve aşı olanların hastalığa yakalanma yüzdelerinden yola çıkılarak aşının koruyuculuk hesabı yapılır. Yeni varyantlarla birlikte aşıların koruyuculuk etkileri değişebileceği için toplumdan alınan örneklem gruplarında varyantlara karşı koruyuculuk takip edilir. DSÖ % 50 üzeri koruma sağlayan aşılara Acil Kullanım Onayı verilebileceğini bildirdi. On binlerce insan sağlıklı gönüllü olarak projede yer aldığından sınır eşiğe gelen bir nüfus grubuna 3. veya 4. Doz teklif edilir ve yine bu aşısız olanlar, tek doz alanlar, çift doz alanlarla kıyaslanarak istatistik analiz yapılır. Veri tabanları burada çok önem taşımaktadır. Bu nedenle hızla değerlendirme yapılabilmekte ve bilimsel yayın yapılarak ülkelerin onay veren makamlarına (EMA, FDA gibi) veriler sunulur. Karar bu şekilde oluşur.

 “Aşı karşıtı değiliz, aşının dayatılmasına karşıyız!?”

– Peki, aşı karşıtlarının tutunduğu temel argümanlara ilişkin ne söylemek istersiniz? Hem hastalığı hem de koruma programlarını reddetme gibi bir durum söz konusu. Bir de İstanbul’da miting yapmalarına izin verilmesi meselesi var tabii…

– Aşı karşıtlarının önemli bir kesimi “biz aşı karşıtı değiliz, aşının dayatılmasına karşıyız” demekteler. Aşı karşıtlığı, herhangi bir aşıyı kendileri ve varsa çocukları için reddeden bireyi ifade eder. Bu rakam, 2019 verileri ile 28 bin aileyi ilgilendiriyor. İnanç sistemleri veya bilgi kirliliğinden kaynaklı. Türkiye’de yaklaşık 4 binde 1 olan bu karşıtlık, toplum sağlığı için bir tehdit oluşturmuyor. Sadece aşısız çocukların yaşamsal veya sağlık sorunları sekeller olarak gelişebilir. Ailelerin bilinçlendirilmesi gerekli. Aşı tedirginliği, tereddüt diyebileceğimiz durumlar veya bu tereddüt artırıcı söylem verenlere bakıldığında aralarında meslektaşlarımız da maalesef olabiliyor. Bu grup temelde 2’ye ayrılıyor; bir bölümü bilgi eksikliği ve yeni-güncel bilgileri takip etmemiş olmaktan kaynaklanıyor.

Bu nedenle dikkat edilirse; bu grup içinde Z kuşağını görmüyoruz. Çünkü hızla bilgiye ulaşan, elektronik ortamı başarıyla kullanan bu kuşak biyoteknoloji, informatik teknoloji, yapay zeka, in siliko biyolojik modellemeler konusunda bilgi sahibi genellikle. Teknoloji her 3 yılda 1 bilim, her 5 yılda 1 ikiye katlanarak ilerliyor. Bu nedenle tıp fakültesine başlayan bir öğrenci bitirdiğinde en az 4 kat teknoloji ve 2 kat yeni bilgiyle karşılaşıyor. Bu nedenle bilgilerini hızla güncellemek zorundalar.

Tıp eğitimi artık 6 yılla sınırlı değil yaşam boyu sürmekte. Bu bilgisizlik nedeniyle aşı konusunda tereddüt yaratanlar çok masum olmasa da ölümler ve salgının yapılmasından sorumlu olsa da ikinci grup en tehlikeli grup. Bu grupta salgının artmasından ve alternatif tıptan veya kitap satışlarından para kazanan kişiler bulunuyor. Örneğin manevi şifa(!?) merkezi yani modern muskacılık merkezi açan ve aşı karşıtı olan kitap yazarı var, üstelik enfeksiyon hastalıkları uzmanı!!!

Örneğin ot kaynatıp bitkisel ürünlerden ve kitaplardan milyonlar kazanan kişiler var. İşin perde arkasında uluslararası küresel sermayeye göbeklerinden bağlı olanlarsa tam bir facia.

Tedavi edici hekimlik, koruyucu hekimlikten binlerce kat daha pahalıdır. Aşı pazarı Covid19 için 250 milyar USD altındadır. Halbuki tedavi edici hekimlikte, yani kişi hasta olduğunda kullanılan ilaçlar, yoğun bakım ve hastaneye yatışlarda günlük tedavi maliyeti, yine sekeller gelişen bireylerin yaşam boyu tedavi maliyeti çok yüksektir. Bu pazarın 10 trilyon USD üzerinde olduğunu tahmin eden bilim insanları var.

Bu sağlık pazarından rant sağlayan küresel sermayenin baronları, aşı karşıtlarını veya aşıya karşı söylem verenleri el altından destekliyor olabilir. Yeni kurulmuş bir partinin liderine siyasette ayakta durabilmesi için milyonlarca dolar verip lobi faaliyeti satın alabilir.

Bu konularda belgesel yönetmeni Moore’un kirli ilişkileri gözler önüne serdiği belgeseller izlenirse ne demek istediğimiz daha rahat anlaşılır. Yani bilim insanlarını, aşıyı önerenleri, küresel ajanlar veya neo-liberal sistemin kuklaları olarak niteleyenler aslen küresel ajanlar ve belli neo-liberal sistemin kuklaları olabilirler. Zaten bir konuda bu kelimeleri sık kullananları ilişkileri açısından iyi irdelemek gerekir. Kamuflajın bir yöntemi de budur. Tıpkı gayri ahlaki her tür kazancın peşinde koşanların dindarlık kisvesine bürünmesi gibi… Buna dolandırıcılık dilinde cilalama denir.

– Peki Türkiye’de aşılama yüzdeleri ne durumda?

– Türkiye’de aşılama yüzdelerine bakılırsa sağlık bakanlığı 18 yaş üstü nüfusa oranla çift doz aşılama yani bağışıklama oranını % 70’e yakın veriyor. Bu doğru değil. 12 yaş üstü bireyler aşı programına alındı. Toplumsal bağışıklık için toplam nüfusta % 85 gerekli bu oran delta varyantının ortaya çıkması ve üreme katsayısının 5-6 olmasıyla yine matematiksel bir denklemle bulunan oran. Nüfusumuzun 90 milyon kadar olduğu düşünülürse 43.4 milyon çift doz alanların nüfusa oranının  % 47.2 olduğu görülür. Pandeminin 18. ayı, aşıların başlamasının üzerinden 9 ay geçmiş ve halen yolun yarısını tamamlayabilmişiz. Kaldı ki aşı koruyuculuğunun % 100 olmadığını, aşı türüne bağlı olarak % 51-% 96 aralığında olduğu düşünülürse hesaplamada toplumda bağışık olanların % 40 altı olduğu tahmin edilebilir. Bunu tespit etmek için hangi aşının hangi sayıda hangi yaş gruplarına yapıldığının bilinmesi gereklidir. Maalesef Sağlık Bakanlığı bu konuda veri paylaşımı yapmamıştır.

– TTB olarak pandeminin başından itibaren Sağlık Bakanlığı’na önerilerde bulunarak bu sürecin en hızlı atlatılmasını istediniz. Sizce Sağlık Bakanlığı “aşılama da dahil” süreci nasıl karşıladı?

– Dünyada en başarısız ülke olmadı Türkiye, ancak Türkiye’nin köklü bir halk sağlığı deneyimi vardı ve buna layık bir başarı elde edilemedi. Sağlıkta dönüşüm ve sağlığın ticarileştirilmesi nedeniyle başarısızlıklar ve kötü yönetim söz konusu oldu. Bunda duygusal bazı ilişkiler gören gözlere açık gelişti. Tek bir PCR kimine ve en başta tek bir aşıya mahkum edildik. Bilimsellik değil diğer ilişkiler etkili oldu. Ekonomik kaygılar turizm kaygıları hatta bakanın itirafı ile iç güvenlik kaygıları sağlığın bilimsel yönetimini engelledi. İçişleri Bakanlığı’nın salgın politikasında egemen olduğu nadir bir ülkeyiz. Almanya ve Güney Kore gibi ülkelerdeki devlet başkanları bile bilimsel görüşleri reddederek uygulama yapmadılar. Almanya’daki Robert Koch Enstitüsü’nün kararları Angela Merkel tarafından aynen uygulandı. Bizdeyse durum ortada, yanlışları kusurları bilim kuruluna yıkmaya hazır siyaset kurnazları ticari sırlarla dolu verilerin üzerinin örtülmesi çalışıldığı bir salgın yönetimiyle başarısız oldular. Karne notları sınıfı geçmez. Karne notları kırık. Bu salgın döneminde bile hayasızca bir yalan-dolan dönemi yaşadık, insan hakları ihlallerinin en ağır şekli yaşanıyor, on binlerce sağlık çalışanı sağlık hizmeti veremiyor. Güvenlik soruşturması arşiv araştırması vb. nedenlerle yüzlerce hekim mağdur edildi. Her yıl 1000 kadar hekiminin yurtdışına göçmeye başladı. Bu toplam mezun sayısının % 10 kadarı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu