Hollanda’da doğup büyüyen Balçık görüşmemizde bize “ötekilerle” buluşmasından, Ermeni Soykırımı’nın inkarından ve devlet-toplum çelişkisinden bahsetti.
The Hague Peace Projects bünyesinde toplumun çeşitli kesimleri arasında diyalog geliştirme faaliyetleri yürüten Balçık’ın yolculuk portresi aslında devletin inkâr politikasının onun yaşamındaki izlerini taşımakta. Geçmişte soykırımı reddetmiş olan Balçık son yıllarda yoğun bir şekilde Ermeni Soykırımı’nın inkarına karşı çalışmalar yürütmektedir.
Gerçekliklerle yüzleşene dek uzun ve sancılı bir süreç geçiren Balçık, politik yolculuğunu ve özel yaşamında yaşadığı çelişkileri açık bir şekilde anlatmaktan çekinmiyor.
Ailesi ile ilgili kısaca “Muhafazakar bir çevrede büyüdüm. Türkiye’de politik İslamcılık geliştiğinde MHP’ye sempati duyan ailemde de Refah ve AKP’ye doğru bir yönelim başladı. Yani aile ve arkadaş çevrem sağcı bir çizgiye sahiplerdi ve halen de öyleler. Ailemin köyüne yakın Kürt köyleri de var ve ailem içinde o köylerin bazıları hakkında ‘terörist yuvası’ deniliyordu” şeklinde konuşuyor.
Hollanda Amsterdam doğumlu olan Balçık göçmen bir ailenin çocuğu olarak ilk dönemler esasen Türklerden oluşan gruplarla hareket ediyordu. “Okulda Türkiye’ye dair olumsuz bir şey söylendiğinde arkadaş grubumla birlikte mutlaka savunmaya geçerdik. Türk milliyetçiliği bana da aşılanmıştı. Türk olmaktan gurur duyduğum zamanlardı o yıllar. Arkadaş grubumuz içinde bu konuda sürekli birbirimizi pohpohlardık, etkilerdik. Hollandalılar yorum yapmaya başladıklarında bir savunma mekanizması geliştirmiştik kendi içimizde. Buralarda gruplaşmalar çok yaygın, yani sadece kendi ulusundan insanlarla gruplar oluşturulmasından dolayı her millet bir tarafa çekiliyor. Bu ciddi bir sorun” diyor.
“Neden buradayız?”
Babasının tarihe olan ilgisinden dolayı sürekli Osmanlı döneminden bahsettiğini anlatan Balçık; “Ben de ondan etkilenip Hürriyet gazetesi okurdum. Bir süre sonra gazetedeki ‘Türkiye Türklerindir’ ifadesi dikkatimi çekmeye başladı. Aslında o zaman sorgulamaya başlamıştım diyebilirim.”
Göçmen gençlerin yaşadığı kimlik kargaşasından o da nasibini almış; “Ben ağırlıkta göçmenlerin yaşadığı, hatta yerlilerin hemen hemen hiç olmadığı geri bıraktırılmış bir semtte büyüdüm. Irkçılıkla karşı karşıya kaldığımız yerlerde ulusuma sahip çıkma güdülerinden dolayı arkadaşlarımla ortak hareket ettim, ancak diğer yandan bu kadar gurur duyduğum bir ülkeden neden uzakta yaşadığımı, neden burada olduğumu da sorguluyordum. Çocukluğumuzda sürekli Türklükle gurur duyma zorunluluğu aşılanıyordu bize ve düşmanlarımız olduğu anlatılıyordu. Madem o kadar iyiyiz, neden buradayız? Bu hep bir çelişkiydi kafamda.”
Paradoksal bir durumun içinde olduğunu vurguluyor Balçık. “Bir yandan kendi ırkımızı üstün görürken, diğer yandan babamın temizlik işçisi olmasından da utanıyordum. Sınıfta buna dair soru sorulduğunda statülü bir işe sahip olmayan bir babamın olmasından dolayı çekinerek cevap veriyordum. Bu çelişkiyi de yaşadım çocukluğumda.’’
“Öteki tarafı keşfetme deneyimim ilk o zaman başladı!”
Milliyetçilikle ırkçılığın arasında yetişen Balçık yaşadığı çelişkilerle birlikte aslında iki farklı dünyada geçirmiş çocukluğunu.
Bir yandan toplumsal beklentileri karşılarken diğer yandan iç dünyasında onun üzerinde iz bırakan yaşanmışlıkları sorgulamış; “Bir gün ilk okulda sınıfa yeni gelen kara kaşlı, kara gözlü arkadaşım Mevlüt bizim eve gelmişti. Babam ona “nerelisin?’ diye sordu. Mevlüt ‘Malatya’ diye karşılık verdi. Babam kaşlarını çattı ve ardından ‘Kürt müsün?’ sorusunu yöneltti. Bunun üzerine Mevlüt bir suç işlemiş gibi kafasını öne eğerek ‘Kürd’üm’ dedi. Bu sahne hep hafızamda kaldı.”
Eğitim sürecinde ilerleyen zamanlarda Süryani sınıf arkadaşları da olmuş. Türkçe konuşuyor ama Hristiyanlarmış. Bu onun için çok yeni bir durummuş. Babasına bunun nasıl mümkün olduğunu sormuş ve karşılığında “Onlar Ermeniler, iyi görünüp arkamızdan kuyumuzu kazarlar, Türk düşmanı onlar” gibi yanıtlar almış. Balçık o dönemki iç dünyasını “Ben ise söylendiği gibi yaşamıyordum durumu. Öteki tarafı keşfetme deneyimlerim ilk o zaman başladı zaten” şeklinde özetliyor.
“Araştırmalarım sonucunda Ermeni Soykırımı’nın inkar edilemeyeceğini gördüm!”
Balçık yaşadığı çelişkilere rağmen ilk dönemler Hollanda’da resmi tarihi savunmak gibi bir hedef koymuş önüne.
Okul kitaplarında Ermeni Soykırımı’yla ilgili yazılarla karşılaştığında öğretmenleriyle tartışmaya giriyormuş. “Önüme koyduğum bu hedef, eğitim hayatımdaki tercihlerimi de belirliyordu. Üç konu hakkında araştırma yapıp yazmak istiyordum. Kıbrıs meselesi, Kürt sorunu ve Ermeni Soykırımı. Lisans tezimin konusu Kürt sorunuydu. O dönemler tezim için Abdullah Öcalan’ın eski yazılarını, PKK’nin ilk metinlerini de okumuştum” diyor.
Devlet tarafından anlatılan Türkiye tarihini savunma hedefiyle eğitimini sürdürmeye devam etmiş. 2006 yılında yüksek lisans tezini yazmaya başlamış. Devamını şöyle özetliyor; “Tezime başlarken Ermeni Soykırımı’nın olmadığına dair ikna durumdaydım ve tezimi de bu doğrultuda yazacaktım. Ancak bir yılı aşkın süredir yaptığım araştırmalarım beni sürekli Ermeni Soykırımı’nın gerçekleştiği sonucuna vardırıyordu. Soykırımın inkar edilemeyecek bir şekilde yaşanmış olduğunu gördüm. Başvurduğum Türk kaynakları çok itici gelmişti, çünkü inkar teorileri çok zayıftı. Bu süreçte her şeyin muhasebesini yapmaya başladım. Türk kaynaklarında o süreçle ilgili açıklamalarda askeri gereklilikten bahsediliyordu mesela, ancak Adana, Van, Ankara cephe hatları değildi bile. Çok bariz biçimde görülüyordu ki Ermeniler, Rumlar yani gayri-müslimler istenmiyordu. Onlar devletin işlerini zorlaştırabilirlerdi. Dolayısıyla sorunu kökten halletmek istiyorlardı. Hatta bazı Türk kaynaklarında imha planı apaçık bir şekilde ifade ediliyordu. Mesela Halil Paşa’nın, Ahmet Emin Yalman’ın, Halide Edip’in anılarında…
1913’de Balkanlar’da yaşanan zorunlu göçle birlikte toplumun Müslüman kesiminde Hristiyanlara karşı oluşan tepki de kullanıldı o dönem. Ermeni Soykırımı Talat, Enver, Bahattin ve Nazım önderliğinde organize edildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hakim olamadığı bölgelere de, özellikle Doğu vilayetlerine kendi insanlarını yerleştirdiler. Burada Hristiyanlara karşı Kürtleri de kullanarak, güç geliştirdiler, ki sıradakiler de Kürtlerdi. O süreç de kitlesel anlamda 1923’den sonra başladı. Jön Türk’lerin Kemalist döneminde yani.”
Devletin resmi tarihini savunmak için yola koyulan Balçık yaptığı araştırmalar sonucunda tezini “Ermeni Soykırımı vardır” diyerek bitirmiş.
“Sancılı ama ufku genişleten süreç…”
İktidarın ve bulunduğu toplumun savunduklarının dışına çıkmaya başladığında Balçık’ın hayatında zor süreçler de başlamış. “Hayatımda birçok kırılma noktam oldu. Sürekli sorgulayıcı olsam da, okuduklarım, araştırdıklarım beni ikna etmiş olsa da, geçirdiğim değişim süreci hiç de kolay olmadı. Üç yıl boyunca ailemle konuşmadım, çevrem tepkiliydi ve yıllarca savunup inandıklarımı bırakmak sancılı oldu. Bu nedenle ilk yıllarda açıktan ifade etmedim düşüncelerimi.”
Ancak The Hague Peace Projects isimli kurumdan Jakob ile tanıştıktan sonra pratikte değişimin daha net başladığını fark ediyor Balçık.
“İçime kapanmak yerine, düşüncelerimi kamuya açık yerlerde ifade etmeye başladım. 2015 yılında Erdoğan’ın barış sürecinden sonra yeniden savaş ilan etmesinden ardından “Erdoğan savaş istiyor diye ben de mi isteyeceğim?’ diyerek çeşitli uluslardan insanların biraraya gelip diyalog kurmaları için çalışmalara ağırlık verdim. 2017’de izlediğim ‘İki Dil, Bir Bavul’ filmi beni çok etkilemişti. Ulus devlet çelişkisini çok açık gösteriyor bence. Ondan sonra bende ulus devlete karşı tepki oluştu.”
Yaşadığı kırılma noktalarıyla birlikte daha açık ifadelerde bulunduktan sonra yoğun tepkilerle karşılaşan Balçık, çevresindeki birçok insanı kaybetmiş bu süreçte. “Ancak ufkum genişledi ve farklı bir perspektifle tanıştım. Yeni kapılar açıldı benim için. Bununla birlikte bir şeyler yapma isteğim de arttı. Ermeni Soykırımı’nın inkar politikasına karşı aktif çalışmalar yürütmeye ağırlık verdim. Bunlardan en önemlisi de 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı anmalarını çeşitli milliyetlerden insanlarla birlikte gerçekleştirmek oldu” diyor.
“Yeni nesilleri inkarcı zihniyetten korumalıyız!”
Balçık, Ermeni Soykırımı gerçekliği ile yüzleştikten sonra ezenlerin yazdığı tarihi savunmayı bırakıp “halkların kardeşliği” perspektifiyle yoluna devam etmeye başlamış. “İstenilen değişim için daha birçok neslin geçmesi lazım. Yeni nesilleri bizim yaşadığımız inkarcı, milliyetçi zihniyetten korumamız gerekiyor. Onlara alternatifler sunmamız lazım” şeklinde konuşuyor. “İnkar politikası devam ederken nasıl değiştiririz?” diye sorduğumuzda da şöyle yanıt veriyor; “Yeni nesiller arası diyaloğu geliştirmemiz lazım. Bu, çok emek isteyen bir süreç, ancak yüzleşmeler-kırılmalar bu şekilde olur. Ben de geçmişte soykırım kelimesini duyduğumda huzursuz oluyordum ama tam da o rahatsız eden sözleri söylemek gerekiyor. Onları duyup, kullanmadan onlarla yüzleşmemiz de mümkün değil.”