TC devletinin Rojava dönük işgal tehditleri devam ederken bölgede de bu saldırganlık karşısında direniş hazırlıkları sürüyor. Geçen sayımızda Şehit Nubar Ozanyan Ermeni Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi ile söyleşi yapmıştık.
Bu sayımızda da Ermeni Taburu ile görüştük. Tabur komutanlarından Şant Azgaltyan, bölgedeki durumu özetlerken aynı zamanda taburun çalışmalarını, Suriye/Rojava Ermenileri ile dayanışma kampanyasını anlattı ve “Esasta tüm dünya ezilen halklarına bir mesajımız var. Bizler tabur olarak, emperyalizm destekli TC faşizmine karşı topraklarımızı savunmaktayız. Bu anlamda ezilen halkların dayanışması bizim esas ihtiyaç duyduğumuz dayanışmadır” dedi.
– Merhaba, öncelikle kendini tanıtır mısın?
– Merhaba, adım Şant Azgaltyan, Şehit Nubar Ozanyan Ermeni Taburu’nun komutanlarından birisiyim.
– Taburdan bahsedebilir misiniz biraz? Bugün somut görevleri nedir?
– Elbette, mevcut haliyle bir tabur olmanın çok ötesinde bir durum arzediyor artık taburumuz. Nicel ve nitel anlamda bir gelişme söz konusu.
Hem Ermeni halkının özsavunma gücü olarak hem de Rojava Devrimi’nin savunucusu olarak iki ana görevi var taburun. Bu görevler birbirinden ayrılamaz. Ermeniler, Rojava Devrimi’nin yarattığı demokratik haklardan yararlanarak özsavunma güçlerini oluşturdular. Daha öncesinde Kürtler, Araplar, Süryani ve Asuriler özsavunma güçlerini ve öz örgütlülüklerini yaratmışlardı. Kuzey Doğu Suriye’de yaşayan Ermeni halkının bu temelde örgütlenmesi daha geç başladı.
Taburumuz aynı zamanda Şehit Nubar Ozanyan’ın bu topraklarda bir Ermeni Taburu oluşturma hayalinin gerçekleşmesidir. İlk girişimleri Nubar Ozanyan başlatmıştı. İlk tohumları o attı yani. Onun devrimin savunmasında şehit düşmesinin ardından yoldaşları tarafından taburun oluşturulmasına önayak olundu.
Ermeni Taburu, Serêkanîyê ve Girê Spî’nin işgal edilmesi sırasında Suriye Demokratik Güçleri (QSD) bünyesinde cephede yerini almıştı. İlk tecrübesini orada ortaya koymuştu. Elbette TC devletinin tehdit ve saldırıları bitmek bilmiyor. Bu nedenle şu anda da aktif olarak cephede konumlanışımız devam etmektedir. Bu, bir anlamı ile bizim açımızdan olumlu bir durum yaratmaktadır. Kendimizi işgale karşı her an hazırlıklı kılmayı beraberinde getirmektedir.
“Halk topraklarını savunuyor!”
– Genel olarak cephe hattında durumunuz nasıl, çalışmalarınız nasıl gidiyor?
– Genel anlamda konumlandığımız hat, Til Temir hattı ve taburumuzun morali oldukça yüksek. Yeni katılımlar da oluyor, belli bir eğitimden geçtikten sonra onlar da konumlandırılıyor. Düşmanın en temel silahı, elinde bulundurduğu teknolojik saldırı silahları; bunun da temelinde keşif ve SİHA’lar bulunmaktadır. Buna karşı elbette farklı yöntemler geliştirmiş durumdayız. Eğitimimizin esas ağırlığı bunun üzerinedir.
Cephe hattı aynı zamanda sivillerin de yaşamlarını devam ettirmeye çalıştıkları bir hat. Bu anlamda sorumluluklarımız artmaktadır. Aynı zamanda sivillerin yaşamlarını korumak gibi bir sorumluluğumuz var.
Cephe birçok halkın ortak savunma hattında durduğu bir niteliğe de sahip. Kürtlerin, Arapların, Süryani ve Asuri güçlerin Ermeni halkı ile birlikte kendi topraklarını faşizmin işgaline karşı ortak savunması Rojava Devrimi’nin en önemli kazanımlarından birisi. Yine kadın taburumuzun savaşta giderek daha fazla yetkinleşmesini de oldukça önemsiyoruz. Bu aynı zamanda erkek egemen zihniyete karşı kadın özgürlük mücadelesinin bir mevzisi durumundadır.
TC, saldırı tehditlerini sürekli dile getiriliyor. Biz bu saldırılara karşı hazır durumdayız. Yeni bir işgal saldırısı Efrîn ve Serêkanîyê işgali gibi olmayacaktır.
– “Bu sefer farklı olacak!” dediniz. Nedir bu fark?
– Bir halkın savaşı ve direnişi karşısında işgalci güçlerin yenilgiye uğradıkları tarihte çok defalar görülmüştür. Çin’de, Vietnam’da, SSCB’nin faşizmi yenilgiye uğratmasında halkın savaşa dahil olması, işgalcileri yenilgiye uğratmalarını beraberinde getirmiştir. Bu topraklarda da bunun örneği görüldü. Kürt halkı başta olmak üzere halkların ortak mücadelesiyle DAİŞ gericiliği yenilgiye uğratıldı.
Efrîn ve sonrası süreçte işgalci güç, NATO’nun ikinci büyük gücü olan TC devleti olarak karşımıza çıkmıştı. Artık maşa olarak kullandıkları çeteler değil, direk kendi askeri gücü ile Efrîn işgal edildi. Yeni süreçte hem düşman bilincinde yaşanan ilerleme hem de askeri gücün salt askeri olarak değil, ideolojik-politik olarak belli bir donanıma sahip olması işin esasını oluşturmaktadır. Askeri gücün siyasal olarak eğitilmesi ve halk ile bağlarının güçlü kılınması, halkın işgale karşı örgütlenmesi bu sürecin ana hatlarını oluşturmaktadır. TC artık karşısında sadece bir askeri gücü değil bir halkı görecektir.
Biliyoruz ki, yeni süreci eski taktiklerle aşmak yerine süreçten öğrenerek, devrimci yöntemleri uygulayarak başarıya ulaşabiliriz. Kısaca meselenin özünü ideolojik ve siyasal yetmezliklerimiz oluşturmaktaydı. Savaş sorununa doğru yaklaştığımızda teknolojik üstünlüğü boşa çıkaracak gücü ve taktiklerimizi açığa çıkarabilmekteyiz. Tüm bunların ise sınanacağı yer, savaşın kendisi olacaktır. Bunun da farkındayız.
Diğer bir mesele ise Türkiye’de devletin halk üzerinde baskısının artmasıdır. TC, ekonomik krizi yaşamaktadır. Ekonomi her geçen gün daha kötüye gitmekte, çareyi baskıları artırmakta ve savaşta görmektedir. Ancak yeni bir işgal durumu için eli eskisi kadar güçlü değildir. Bu anlamda yeni bir saldırı demek TC devleti açısından daha büyük bir risk anlamına gelecektir.
– TC’nin Ortadoğu’daki tehditleri karşısında taburun duruşu nasıl. Özellikle Kafkaslar’da Ermeni topraklarına yönelik bir işgal durumu yaşanırken?
– Tabur, TC’nin saldırılarını en fazla hisseden bir halk gerçekliğinden oluşmaktadır. Bunun tarihsel kökleri ve güncel sebepleri var. Ermeni Soykırımı’nın büyük kısmı bu topraklarda yapıldı. İttihat Terakki’nin soykırım politikaları, TC devleti ve Kemalistler tarafından devam ettirildi. O dönem soykırımdan kurtulan az sayıda Ermeni çocuk, Arap ve Kürt ailelere sığındı ya da alıkonuldu. Çoğu Müslümanlaştırıldı. Onların torunları bugün askeri güç olarak kendi varlıklarını korumak, Rojava Devrimi’ni savunmak için yeniden biraraya geldiler. Bu, tarihsel bir olgunun devam etmesidir.
Diğer bir durum ise mevcut süreçte, TC’nin yeni Osmanlıcılık hülyaları ile tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Kafkaslar’da da işgallere, yağma ve talana başvurması ve Azerbaycan devletini Ermenistan’a karşı kışkırtma siyasetini gütmesidir. Karabağ, TC tarafından işgal edilmiştir, zira Azerbaycan’a yüklü miktarda teknolojik silah, mühimmat ve personel desteği sağlamıştır. Bizler elbette dünyanın neresinde olursa olsun genel olarak tüm saldırganlıklara karşı çıkmakla birlikte, özelde Ermeni halkına yönelik saldırılara karşı dururuz.
Ayrıca psikolojik savaş konusunda usta olan TC devleti, taburumuzun belli bir güçle Kafkaslar’da, Karabağ’da savaştığını iddia etti. Bu yalanı ortaya atmakla daha şimdiden taburumuza yönelik bir hazmedememe durumu yaşadığı ortaya çıktı. Talat Paşaların deyimi ile “Ermeni sorunu bitmiştir!”in aslında doğru olmadığı net olarak ortaya çıkmış oldu. Soykırımdan geçirilen Ermenilerin torunları bugün TC’nin Osmanlıcı yayılmacılığına karşı durmaktadırlar. İkinci bir soykırıma müsaade etmeyeceklerinin ilanını yapmaktadırlar.
Suriye/Rojava Ermenileri ile dayanışma
– Çalışmalarınızda dışardan herhangi bir yardım alıyor musunuz? Suriye dışında bu çalışma nasıl algılanmaktadır?
– Bugün hala Suriye topraklarında yaşayan Ermenilerin “sadece Hıristiyan” olduklarına dair geniş bir kanı vardır. Bu tarihsel olarak soykırımın sonuçlarının eksik kavranması olur. Soykırım sonrası 200.000 Ermeni kadın ve çocuk “kayıp” diye not edilmiştir.
Nubar yoldaş başta olmak üzere birçok kişinin yaptığı çalışmalarda görüldü ki, o kayıp çocuklar, Arap ve Kürt ailelerin yanında büyümüş ve Müslümanlaştırılmışlardır. Ancak halk, onların Ermeni olduğunu bilmekte ve böyle lanse etmektedir. Bu gerçekliğin daha fazla gün yüzüne çıkmasını sağlamak tarihsel sorumluluğumuzdur.
İkinci olarak gerek taburumuz gerekse de meclisimiz Hıristiyan ve Müslüman Ermenilerin biraraya geldiği ve kendi dillerini, kültürlerini yeniden öğrendikleri mecralardır. Hıristiyan Ermeniler, Müslümanlaştırılmış Ermeni gerçekliğinin farkına varmış durumdadırlar.
Zamanla bu gerçekliğin Suriye dışında yaşayan Ermeni halkımız tarafından da fark edileceğine inanıyoruz. Daha şimdiden birçok Ermeni, bizimle ilişkilenerek bu gerçek hakkında bilgi sahibi olmak istemektedir. Unutmamak gerekir ki, soykırımın esas vuku bulduğu topraklardır Kuzey Suriye ve Rojava toprakları. Bu anlamda aslında soykırıma yönelik esas çalışmanın yapılması gereken yer de burasıdır.
– Bu konuda somut çalışmalarınız var mı?
– Savaş koşulları birçok çalışmanın önüne geçmektedir. Ancak buna rağmen soykırım gerçekliğine ilişkin eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Ermeni halkımızın öz örgütlülüklerini geliştirmesi için belli bir dayanışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu anlamda bir kampanya başlatılmış durumdadır. “Suriye/Rojava Ermenileri ile Dayanışalım!” kampanyasının asıl amacı, soykırımın eksik kalan sonuçları hakkında dünya ezilen halklarını bilgilendirmektir.
Politik olarak TC devletinin saldırılarına karşı kamuoyu oluşturmak ve en nihayetinde özsavunma ve öz örgütlülüklerimizin geliştirilmesi için katkı sunmak gerekmektedir. Bu anlamda Rojava Ermenileri, dayanışma ihtiyacı hissetmektedirler. Bu sadece Ermeni halkının değil, Rojava halkının tamamı açısından bir ihtiyaçtır. Dayanışma ile devrimin korunması ve inşa süreci başarıya ulaşabilir. TC’nin bu denli pervasızca Rojava’yı tehdit etmesi, Kürdistan’ı işgal girişimleri dayanışmanın eksikliğinden kaynaklanmaktadır esasta.
Dünya ezilen halkları günümüzde dayanışmayı daha güçlü kılmanın arayışı içindedir. Egemenlerin, bölgenin işbirlikçi devletlerinin ve çetelerinin, geleceğe dair hazırlık ve hesapları vardır. Aynı şekilde bizim de yaklaşan savaşa dair hazırlıklarımız vardır. Bu bilinçle dayanışmanın büyütülmesi oldukça elzemdir. Taburumuz en nihayetinde dünya ezilen halklarının bir parçasını temsil etmektedir. Safımız bu anlamda bellidir.
Bu mücadelenin önderlerini sahipleniyoruz. Faşizme ve emperyalizme karşı mücadelenin önderlerin mirasını sahipleniyoruz. Bu bilinç bize Nubar Ozanyan yoldaştan miras kalmıştır. İbrahim Kaypakkaya’yı, Gonzalo’yu ve daha nice devrim şehidini bu bilinçle anıyoruz. Onların mücadelelerinin dünya ezilen halklarının tek kurtuluş yolu olduğunu bilerek atıyoruz adımlarımızı.
– Taburdaki gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Taburun kurulduğu iki buçuk-üç sene içerisinde birçok gelişmeden bahsetmek mümkün. İlk olarak, belli bir niteliğin yakalandığını görmek gerekir. En önemli faktör elbette siyasal niteliğin yakalanması sorunuydu. Binlerce yıllık gelen egemen kültürün kalıntıları ile Suriye Rejiminin Arap milliyetçiliği temelinde kurduğu sistemin etkilerini bir anda aşmak zordur. Esas olan egemenlerin şekillendirdiği toplumun yeniden doğru temelde şekillendirilmesi sorunudur. Eskiyeni yıkmak, yeniyi ilk etapta zihinlerde inşa etmektir tüm gayretimiz. Bu anlamda geçen süre zarfında olumlu gelişmeler yaşandı. Birçok savaşçımız gerçekliğin farkında ve bu temelde hayatına yön verebilmektedir. Yanısıra sürekli askeri eğitimlerle gücümüz TC’nin olası saldırılarına karşı hazırlıklı olmak zorundadır.
Göç bir çözüm değildir!
– Milyonlarca Suriyeli göç yollarında ve özellikle güncel olarak Doğu Avrupa’da insanlık dışı muamelelere maruz kalmaktadır, hayatlarını kaybedenler oldu. Bu konuya dair yaklaşımınız nedir?
– Bunca emperyalist ve faşist işgallere, soykırıma, tehditlere, ekonomik sıkıntılara katlanmak, sürekli yerinden edilme korkusu ile yaşamak bir halk açısından oldukça zordur. Eğer doğru temelde örgütlenmiş bir halk gerçekliği yok ise, savaş ve ekonomik sorunlardan dolayı insanlar göç etme ihtiyacı duyarlar. Bu sorun, binlerce yıllık bir sorundur. Suriye’de yaşanan iç savaş sonrası Kürt halkının örgütlenmesi ile Rojava’da bir devrim gerçekleştirildi.
Ancak DAİŞ barbarlığının yarattığı yıkıcı sonuçlardan kaynaklı özellikle Hıristiyan kesim göçe zorlandı. Bu da yetmedi, TC’nin işgalleri nedeniyle binlerce insan göç etmek zorunda kaldı. Sadece Suriye dışına değil, bugün Rojava içinde de mültecilik ciddi bir sorundur. Kamplarda yaşamak zorunda kalan binlerce Efrînli, Serêkanîyêli, Gırê Spîli vardır ve bunlara dışardan çok cüzi miktarda yardım yapılmaktadır. Esas yardım yine Özerk Yönetim tarafından sağlanmaktadır. Hala özellikle Hıristiyan kesiminin göç eğilimi ciddi bir sorun teşkil etmektedir.
Biz gücümüz ve koşullarımız elverdiğince göçün bir çözüm olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Göç yollarında yaşanan ölümlerle, Türkiye’de ve Avrupa’da yaşanan ırkçı saldırılar ile durum daha fazla anlaşılmış durumdadır. Esas mesele, kendi topraklarının savunulması meselesidir. Bu başarılabilir bir durumdur. Tabur ve meclis çalışmamız Ermeni halkımıza belli bir perspektif de kazandırmış durumdadır. Taburda ve meclis çalışmasına katılan halkımızın moral gücü daha fazladır, yaşama dair üretme istekleri artmış durumdadır.
Son dönemlerde Türkiye’den Rojava’ya daha fazla geri dönüş yaşanmaktadır. Göçün bir çözüm oluşturmadığı daha fazla görülmektedir. Önemli olanın yaşam alanlarımızın korunması ve geliştirilmesidir. Bu anlamda salt askeri ve toplumsal olarak değil, ekolojik olarak da belli projeler geliştirmekteyiz.
– Ekolojik projenizi açabilir misiniz?
– Yaşanan sorunlara ideolojik ve siyasal olarak doğru yaklaşım sergilemekle meselemiz bitmiyor. Bunun pratik adımlarının örgütlenmesi gerekiyor. Elbette askeri ve toplumsal çalışmalarımız esas çalışmalardır. Ancak günümüzde emperyalist politikaların sonucu olarak iklimsel ve çevresel felaketlerle karşı karşıya bulunuyoruz. Toprakları verimli olmasına rağmen kuraklık bu coğrafyanın en temel sorunu olmaya başlamıştır. TC de bu sorunu bilerek Fırat suyunu kesmektedir, çeteleri vasıtasıyla Xabur suyunu kesmiştir.
Bunlara rağmen yaşadığımız alanları ağaçlandırmak için pratik adımlar atıldı. Su sorununa bir çözüm geliştirildi ve projeyle birlikte ilk etapta 50 bin ağacın ekimine başlandı. Burada esas amaç köylerde ağaçlandırma kültürünü kalıcı hale getirmektir.
Toprağa bağlı üretimin de teşvik edilmesi için belli adımları atmaktayız. Küresel çapta yaşanan iklim felaketlerinden elbette azade değiliz. Ancak bu etkileri minimuma indirgemek için bir bilince ve projelere ihtiyacımız var. Bu anlamda ağaçlandırma projesi yapan kesimlerle ortak çalışmalar yapmaktayız. Aynı zamanda buna dair eğitim seminerleri ve toplantılarla bilinç oluşturma yönelimi içindeyiz.
“Ancak çölde yaşayabilen” Ermenilerin torunlarıyız!
– “Dışarda” ya da diyasporada olan Ermenilere bir mesajınız var mı?
– Esasta tüm dünya ezilen halklarına bir mesajımız var. Bizler tabur olarak, emperyalizm destekli TC faşizmine karşı topraklarımızı savunmaktayız. Bu anlamda ezilen halkların dayanışması bizim esas ihtiyaç duyduğumuz dayanışmadır. Yanısıra Ermeni kimliğimizden kaynaklı TC’nin ve egemenlerin “özel ilgisine” maruz kalmaktayız. TC’nin 100 yıldır bitiremediği “sorunun” kendisiyiz. Talat Paşa’nın, “ancak çölde yaşayabilirler” dediği Ermenilerin torunlarıyız. Evet biz çölde de yaşayabilir, orayı yaşanabilir yerlere dönüştürebiliriz. Nitekim soykırım sonrası Serêkanîyê, Deyr-ez Zor, Halep, Qamişlo, Dirbesîye, Hesekê ve daha birçok yerin gelişmesine ve kurulmasına önayak olanlar Ermenilerdir. Gücümüzü haklı ve meşru mücadelemizden aldık ve almaya devam ediyoruz. Onlar ise kendi saraylarında dahi rahat yaşayamamaktadırlar.
Katliamcı ve soykırımcı geleneğin torunları kendi saraylarında rahat yaşayabilmek için her türlü baskıya, katliama, yolsuzluğa başvurmaktadırlar. Emperyalistlerin desteği olmasa, orada uzun süre yaşayamayacaklarını bilmektedirler. Bu gerçeklikten kaynaklı Ermenilerin ikinci bir soykırımı, önlemek gibi tarihi sorumlulukları vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun, Ermeni halkının dayanışması ile TC’nin soykırım planları boşa çıkarılabilir. Bu konuda tek tek bireylerin ve belli kesimlerin çabaları mevcuttur ancak yetmemektedir. Saldırı tehditleri karşısında ortak sesimiz daha gür çıkmalıdır.