Batı Afrika ülkesi Nijer, yeni bir askeri darbeye sahne oldu. Muhammed Bazum’u deviren darbeciler, ülke yönetimine el koyduklarını ilan ettiler. Ülkede Bazum iktidarının AB emperyalistleri ile olan bağımlı ilişkisinin yerini Rusya ile olan bağımlılığa dönüşme adımları atılmaktadır. Darbe ile iktidara el koyan kliğin ilk icraatı taraftarlarını sokağa çıkarmak ve ellerine Rus emperyalizminin bayrağını tutuşturmak oldu.
Bir Sahil/Sahel bölgesi ülkesi olan Nijer, 1960 yılında “bağımsızlığına” kavuşmuş eski haliyle sömürge yeni haliyle Fransa’ya göbekten bağımlı, bağımsız görünen ancak “yeni tipte sömürge” bir devlet statüsündeydi. Bu haliyle 4 darbe ve sayısız darbe girişimleriyle bugüne kadar gelmiştir.
Yapılan darbeye yönelik tepkilere bakıldığında, AB emperyalistlerinin en fazla kızdığı, Rus oligarklarının ise en fazla sevindiği bir süreçtir yaşanan. Zira bu darbe, diğerlerinden oldukça farklı bir sonuç doğurdu. 1974, 1996, 1999 ve 2010 darbelerinin ortak sorunu yaşanan kuraklığın, yoksullaşmanın ve halk hareketlerinin tepkisini dindirmenin; teşhir olmuş kesimlerin iktidardan alınarak yeni piyonların ABD ve Fransa eliyle yerleştirilmesiydi.
ABD ve AB emperyalistlerinin “denetiminde” bu darbeler gerçekleşmekteydi. Ancak yaşanan son darbenin en önemli özelliği, ABD-AB emperyalist kliğe karşı Çin-Rus kliklerine/emperyalistlerine olan eğilimin darbe nedeni olmasıdır.
Fransa’nın kuklası olan devrik Başkan Bazum’un önceki dönemde yaptığı açıklamalarda ve girdiği yönelimde AB ülkelerini “en güvenilir partner” olarak ele almaktaydı. Ancak Bazum ve partisi PNDS (Nijer Demokrasi ve Sosyalizm Partisi), ülkede yeterince teşhir olmuştu.
Nijer, 26 milyonluk nüfusu ile en yoksul üçüncü ülke. Uranyum zengini bu ülkede, darbe öncesinde 1.100 ABD askeri, 1.500 Fransız askeri ve 2 ABD SİHA üssü (ABD’nin Afrika’daki en büyük ikinci üssü) bulunmaktaydı. ABD, bu askeri üsler ile Nijer’i adeta büyük bir askeri güvenlik alanı haline getirmiştir. Darbe sonrasında Fransa, askerlerini çekmek zorunda kaldı. Almanya’nın ise Nijer’de 100 askeri bulunuyor. Bu alanda etki gücünü AB Askeri Ortaklık Misyonu (EUMPM) üzerinden planlıyor.
Dünya Nükleer Birliği’ne göre Nijer’de dünyanın en yüksek uranyum yatakları bulunuyor. Dünyada uranyum üretiminin % 5’i Nijer’de. Ayrıca dünyada yedinci en çok uranyum üretilen yer olarak biliniyor Nijer.
Fransa kendisinin kullandığı uranyumun % 10’una yakınını Nijer’den (Orano) temin etmektedir. Uranyum alanı olan Agadez bölgesi, toksik atıklarla kirlenmiş durumda ve birçok insan kanser hastalığı ile boğuşuyor.
Nijer ülkesine esas olarak hâkim olan emperyalist güç Fransa’dır. Tüm askeri ve politik kurumlar Fransa devletince şekillendirilmiştir. Tüm devlet bürokratları, şahsiyetleri Fransa üniversitelerinde ve kurumlarında eğitime tabii tutulmuştur. Bir yanıyla Nijer entelektüalizmi/devlet aklı Fransa tarafından tepeden tırnağa biçimlendirilmiş ve içeriği doldurulmuştur. Tüm askeri, ekonomik ve toplumsal araç ve gereçler “made in France” damgalıdır.
Bu anlamıyla klasik bir yarı-sömürgeden öte Fransa’nın “yeni tipte bir sömürge ülkesi” durumundadır Nijer. Fransa sadece uranyum elde eden maden yataklarına sahip değildir, aynı zamanda onlarca şirketleri ile Nijer halkının içme suyunu kontrol etmekte; lojistik, alt yapı, ulaşım, haberleşme, hizmet sektörü ve yer altı zenginlikleri alanında esas söz sahibi konumundadır.
Tüm bu talan ve yağmada Fransa’ya ABD ve Almanya ortaklık yapmaktadır. Bu ortaklık “cihadistlere karşı mücadele” adı altında bölgenin bu emperyal güçlerin denetiminde kalmasını sağlamaktır. Ancak bu emperyalist “dayanışmaya” rağmen kendi aralarında da yer yer çelişkilerin baş gösterildiği süreçler olmuştur.
Nijer’de yaşanan askeri darbe, son üç yılda Sahil bölgesinde olan altıncı darbe. Burkina Faso, Gine ve Mali darbeleri ile bölge iktidarları önemli ölçüde el değiştirmektedir. Bu el değiştirme ile birlikte salt iktidarın değil aynı zamanda ülkeyi hangi emperyalist kutbun sömüreceğine karar verilmektedir.
Nijer, bölgede “demokrasi ile yönetilen son ülke” olarak ABD, İngiliz ve AB’li emperyalist sözcülerin dillerine pelesenk olmuştu. Burada iki yıl önce seçimlerin olması, iktidarın bu “adil” seçimler ile el değiştirdiği vs. öne sürülmekteydi.
İktidarı elinde tutmak için bin bir türlü hileler ve zorbalıklara karşı kliklerin darbe pratikleri bir kez daha sahnelenmiş oldu.
Rusya’nın Afrika devletleri ile toplantısı
Sahil ülkelerinin bir bir Rus-Çin bloğuna yaklaşmasını Rusya’nın ikinci hamlesi takip etti. St. Petersburg’da Soçi ile başlatılan toplantıların ikincisi tertip edildi. Bu toplantıya 49 Afrika ülkesinin temsilcileri katıldı. Katılan temsilcilerin 15’i devlet başkanı düzeyindeydi.
Katılım düzeyi açısından Soçi’den daha geri düzeyde de olsa St. Petersburg toplantısının katılım düzeyi yine de yüksek olduğu görülüyor. Bu toplantıya katılımı ABD, İngiltere ve AB emperyalist devletleri engelleme yoluna gitseler de toplantının gerçekleşmesi Rus emperyalizmine bir prestij sağladığı ortadadır.
Afrika devletleri içinde, Sahil bölge devletleri yanında, Mısır ve Cezayir de Rus emperyalistlerinin ciddi anlamda ilişkide olduğu devletler olarak karşımıza çıkıyor.
Mısır’da nükleer projeler üzerinden varlığını sürdüren Rus emperyalizmi, petrolü ise Mısır ve Fas üzerinden Batı’ya ihraç etmeye devam ediyor. Bu satış aynı zamanda Rusya’ya karşı geliştirilen ambargonun da delinmesi anlamına geliyor. Ekonomik yıldırma kuşatması Rusya’yı şimdilik Afrika sahillerine sürüklese de esasta petrolün Batı piyasasına akmasına karşı durulamamaktadır.
Rus oligarklarının sermaye yatırımını, sömürü ve talan alanlarını genişletme gayretlerini, Afrika’da güvence altına almak için gayri resmi askeri güç olan Wagner’i devreye soktuğu bilinmektedir. Nijer’de yaşanan son darbenin Wagner tarafından selamlanması ve akabinde teklif olarak Wagner’in Nijer’de konuşlandırılması, ancak kendi sömürge adımlarının garantiye alma girişimleri olarak okunabilir.
Her emperyalist devlet gibi Rus emperyalizminin de derdinin Afrika halklarının yararına olmadığı, Soçi sonrası daha net ortaya çıkmıştı. 11 milyar dolarlık yatırım/yardım vs. antlaşmaları ve sözleri olduğu halde bu sözlerin büyük ölçüde yerine getirilmediği bir süreç yaşandı.
Buna rağmen söylemde anti-sömürgeciliği kimseye kaptırmayan Putin’in “Afrika’daki yoksulluğun sebebi sömürgecilerin böl-yönet politikalarıdır” açıklaması, karşı kutbu teşhire giderken kendi gerçekliğini de ortaya sermesi bakımından ilginçtir.
Dikkat edilmesi gereken durum sömürgeciliğe, talana, savaş ve katliamlara, yoksulluğu, kuraklığa karşı bölge halklarında oluşan tepkilerin argüman olarak kullanılmasıdır. Bu argüman şimdilik Rus emperyalizminin ekmeğine yağ sürmektedir. Ancak bu gerçekliğin bir gün tüm emperyalistlerin sonunu hazırlayacağını herkes gibi Rus oligarkları da derinden hissetmektedirler.
Sahil ülkelerinde yaşanan darbelerle Fransa birer birer dışlanırken, Rusya’nın yanında TC burjuvazisinin bir kesiminin de o bölgeye göz diktiği görülüyor. Cihadistlerin bölge çapında etki alanlarının artırdıkları göz önüne alındığında TC egemenlerinin paramiliter güç anlamında zorluk çekmeyeceği anlaşılmaktadır.
Nijerya, Nijer, Mali, Çad, Burkina Faso gibi ülkelerde cihadist güçlerin saldırıları ciddi anlamda halklara zarar verirken Moritanya cihadistlerin üs alanı gibi işlev görmektedir. Zira Moritanya devleti, zımni olarak cihadistlere karşı saldırmazlık pozisyonunda durmaktadır.
Tahıl koridoru ve Afrika’nın gıda sorunu
Ukrayna tahılının ihracatı noktasında patlatılan yaygaranın esasında Afrika’nın değil, AB piyasasının karşılanmasında yaşanan sorun olduğu ortaya çıkmıştı.
Önceki sene itibariyle ihracatı yapılan Ukrayna tahılının çok az bir kısmının Afrika’ya ulaştığı, büyük kısmının Avrupa’ya ihraç edildiğini Rus devleti açıklamıştı. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa bağlı olarak tahıl koridorunu kapatan Rusya, Afrika ülkelerine gitmediği gerekçesi ile bu adımı attıklarını beyan etmiş oldu.
Bunun Afrika halkları nezdinde bir karşılık bulacağı, AB ve ABD emperyalistlerini sömürgeciliğin asıl müsebbibi, Rusya’nın ise “anti sömürgeci olduğuna” dair halklarda bir destek arayışının adımlarıdır.
Dünya tahıl piyasasının % 20’ye yakını Rusya tarafından, % 5’i sadece Ukrayna tarafından karşılanmaktadır. Bu kapasite sayesinde tıpkı petrol pazarında olduğu gibi tahıl alanında da Rusya’nın ihracatta “ucuza satma” taktiğine başvuracağı dile getiriliyor.
Bu anlamda piyasadan Ukrayna tahılının alımına ciddi darbe vurulacağı, bu sayede Rus tahılının Afrika’da öne çıkacağı tahmin etmek güç olmasa gerek. Rusya tüm bu adımları atarken Mısır, Cezayir, darbe gerçekleşen Sahil ülkeleri ile ve elbette TC devletini işin içine çekmeyi hedefliyor.
Rusya’nın bir sonraki adımı ise “borç yükünün hafifletilmesi” anlamına gelen, Afrika devletlerini belli oranda rahatlatacak adımların atılmasıdır. Bu noktada borçların belli oranda silineceği dile getiriliyor. Tüm bu söylemlerin Afrikalı devletlere ve darbeci generallerin “ağzına bir parmak bal çalma” siyasetinden ileri gitmeyeceğini önümüzdeki süreç gösterecektir.
Rusya’nın Afrika’daki dayanağı, yine Çin…
Rus oligarklarının Afrika’da en büyük dayanağı elbette Çin devlet kapitalizminin Afrika’da on yıllardır attığı adımlar. Çin devletinin Afrika’da devasa ortaklıklar adı altında büyük yer üstü ve yer altı kaynaklarının talanına ilişkin adımlar attığı, yatırım yapılan alanlarda devletleri kendisine bağladığı bilinmektedir.
Özellikle maden alanında AB’li emperyalistleri en fazla zorlayan adımların Çinli kapitalistlerden geldiği görülmektedir. Nijer’de Fransa’nın uranyum sömürüsüne rakip olan da yine Çin maden şirketidir. Moritanya’dan Senegal, Mali, Burkina Faso, Nijer, Çad ve Sudan’a kadar Sahil Şeridi boyunca Çin şirketlerinin bakır, kobalt, altın, gazyağı, uran vb. madenlerin piyasa değerlerinin düşmesini dahi göz önüne alarak birçok alanda rakiplerine karşı zorlayıcı adımları atmaya devam ediyor.
Rusya, ticaret hacmi bakımından en az ticareti Afrika kıtasına yapmaktadır. Ancak bu alana son dönemde yeniden hızlı bir giriş yaptığını görmek gerekir.
Sovyetler Birliği’nin sosyal emperyalist döneminde olduğu gibi enerji ve maden alanlarında, üretiminden işletmesine ve pazarlanmasına kadar her alanda aktif olmak isteyen Rus oligarklarının iştahı giderek açılıyor. Gana ve Cezayir’de yeniden rafinerilerin açılmasını, doğalgaz projelerinin hayata getirilmesini dört gözle bekleyeceklerdir. Bu talandan pay kapmak isteyen Türk burjuvazisinin bir kesimi yer kapmak için çırpınırken, komprador burjuvazinin ana akım kesimi ise diğer emperyalist kliklerin müdahalesine göre pozisyon alacaklardır.
Yani şimdilik bekle-gör siyasetine yatacakları açıktır. Zira TC komprador kesimi kendisini emperyalist dalaş içinde ezdirmemeye azami gayret gösterecektir.
Rusya’nın Afrika’ya ticaret hacmi küçük olmasına karşın yapılan hamleler, ortaya çıkan tablonun siyasi açıdan “deprem” yarattığı ortadadır. Son Nijer darbesi ile sahil ülkelerinde Rus etkisinin, bununla birlikte Çin etkisinin güçlendiği ortaya çıkmıştır.
Çin’in Ortadoğu hamlelerine ek olarak Batı Afrika alanında ABD ve AB’li emperyalist güçlerin etki alanını yeniden güçlendirmek için her türlü adımı atacaklarını beyan etmişlerdir. Büyük bir ihtimal olarak Nijer’e ECOWAS üzerinden bir askeri müdahale hesaplanmaktadır. Bu müdahaleye karşı Rus emperyalizminin Mali, Mozambik, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ülkelerinde konuşlu bulunan Wagner silahlı gücünü ileriye sürüp sürmeyeceğini önümüzdeki günler belirleyecektir.
Darbe Fransız emperyalizminin oyunu mu?
Nijer devlet yapılanmasının sözde bağımsızlık gününden bu yana Fransız emperyalizmi eliyle tepeden tırnağa şekillendirildiği bir ülkede, henüz önemli bir sebep ortaya çıkmadan Devlet Başkanlığı Muhafızı eliyle gerçekleştirilen darbenin bir “oyun” olabileceği yönünde fikirler basına yansıdı.
Buna göre Rus ve Çin emperyalizminin bölgedeki ve Nijer üzerindeki etki gücünü kırmak için tasarlanmış bir hamle. Nijer’in tüm ekonomik kaynaklarının çoğu hala Fransız denetiminde ve elektriğin yüzde 80’i de Nijerya’nın elindedir. Nijerya, darbe sonrası elektriği kestiğini ilan etti.
Devlet Başkanı Bazumi’nin gözaltı koşullarında da ABD gazetelerine yazılar yazması, esaret altında olduğunu belirtmesi ve yardım istemesini; ayrıca darbe karşısında Rusya’nın ortaya koyduğu tavır ve yönetimin yeniden Bazumi’ye devredilmesini istemesini de bu “oyunu boşa çıkarma” hamlesi olarak yorumlanmaktadır.
Darbenin gerçekleşmesi, oyun olup olmadığını önümüzdeki süreç elbette gösterecektir. Ancak bu darbe muammasında Nijer halkını, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin kimin büyük sömürü pastasına sahip olacağının bir mücadelesi olarak yansıdığı daha da aşikâr olmuştur.
Devrimci demokratik cepheden yansıyanlar…
Dragoss ou draogo, bir insan hakları aktivisti. Dragoss, yayınlanan demecinde halkın çektiği acılara yer veriyor. İklim krizinin en sert etkisinin olduğu alanlar olarak Sahil ülkelerinin halklarının büyük yıkım ile karşı karşıya olduğunu, buna ek olarak emperyalist talan ve cihadist grupların katliamları ile yaşama zorluklarına vurgu yapıyor. Önemli bir nokta olarak, emperyalizm ile iş birliği içinde olan yerel burjuva kliklerinin halkı acımasızca sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu gerçeğine değiniyor.
Dragoss’a göre Afrika tarihsel ve güncel anlamda emperyalist güçlerin kesişme alanı. Zengin maden yatakları ve tarım alanlarının büyük kesimi yağmalanmakta ve talan edilmektedir. Bilinen bu gerçeğin yanında Dragoss’un dikkat çektiği önemli bir tespit var.
Özellikle Nijer’de halkın taleplerinin ve mücadelesinin Rus emperyalizmi eliyle manipüle edildiğini vurgulaması oldukça önemli. “Bir emperyalist kesimden kurtulmak için başka bir emperyalist güce güvenmenin yanılgı olduğunu” vurgulaması bir gerçekliği ifade etmesi anlamında oldukça öğreticidir. Halkın sokakta mücadelesini kapsayan bir Marksist Leninist partinin ihtiyacının dillendirilmesi, halkın mücadelesinin ve kurtuluşun nasıl olması gerektiği anlamında yön vericidir.
Nijer’de Fransız emperyalizminin esas hâkim güç olduğunu vurgulayan gazeteci Ousman Kali de benzer çağrılarını yineliyor. Çözümün ezilen ve sömürülen Nijer halkının ve işçi sınıfının gerici ve işbirlikçi yerel burjuvaziye ve darbecilere karşı örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi ile mümkün olacağını vurguluyor.
Afrika halkları ve özgülde Batı Afrika halklarının geleneksel olarak AB emperyalizmine karşı tepkileri oldukça tarihsel ve köklüdür. Ancak AB ve İngiltere emperyalizminin panzehri olarak Çin-Rus emperyalist kutbunun “çözüm” olarak halklar nezdinde yankı bulması, komünist ve devrimci örgütlenmelerin etki güçlerinin yetersizlikleri ile açıklanabilir.
Halkın büyük oranda öfke biriktirdiği, mücadelenin sokaklara taştığı ve açıktan Fransız emperyalizmine karşı öfkenin dile geldiği bu süreçte, devrimci dinamiklerin halkla bütünleşmesi emperyalistlerin asıl kaygısını oluşturmaktadır. Bu anlamda halkın örgütlü kesimine karşı, bugün karşıt olan emperyalist kesimlerin, “birlik” içinde ve gerici güçleri halka bir silah olarak kullanacakları tarihte birçok defa ispatlanmıştır.
Nijer halkı elbet Rus-Çin emperyalist bloğunun da kendi kurtuluşlarına çare olmayacağını tecrübe ile öğreneceklerdir. Bu yağma, talan ve dalaş sürecinde dağınık ve örgütsüz olan tüm Afrika halkları gibi kimi bir emperyalist kesime, kimi bir diğerine kan taşıyacak; bir kesimi göç yollarında “kurutuluşu” arayacaktır.
Ancak gelecek dönemler açısından; ezilen halkların Avrupa emperyalistlerine olan öfkesinin giderek arttığı ve sokakların daha fazla hareketlendiği bu süreçte, dünya komünist ve devrimci hareketlerindeki gelişimler Afrikalı devrimci ve komünist güçleri etkileyecek, devrim dalgalarını yeniden yükseltecektir.