GüncelMakaleler

PUSULA | Örgütsel faaliyette hislerin ötesine geçmek!

"Diyalektik materyalizmin kavranması, insanın gündelik yaşam aktiviteleri açısından olduğu kadar en büyük iddiasını gerçek kılabilmesi için de şarttır. Bunu kavrayabildiğimiz oranda, kişisel dünyamızı işgal eden çelişkiler yumağı çözülür olur"

Devrimci bir kimliğin barındırması gereken özelliklere, mevcut durumu kavrayan ve buna paralel konumlanabilen bir kadro profilinin nasıl yaratılacağına dair bir dizi tartışma yürütüyoruz.

Bu tartışmanın bir sürü yönü olduğu bir gerçek. Burada devrimci bir kadronun düşünce tarzında açığa çıkabilen belli yönler üzerinde duracağız.

Devrimci mücadelede hiçbir şey duygulardan yalıtık yapılamaz. Çünkü mücadelenin kendisi, insana ait olan bütün duygu ve düşüncelerin iç içe geçerek oluşturduğu karmaşık çelişki yumağının çözümlenebilmesine paralel gelişecek ve ilerleyecektir. Bu da kadro veya devrimci öznenin niteliğine dair tartışmayı, onun hissettiklerini yaşama biçiminden bağımsız sürdüremeyeceğimizi ifade etmektedir.

Devrimci öznelerin hissettiklerini yaşama biçimlerinin mücadeleye olumlu ve olumsuz yansımaları olabilmektedir. Bizim odaklanacağımız nokta hisler ve yaşanma biçiminin kadronun düşünce sisteminde yaratacağı sonuçlar olacak. Bireylerin düşünce dünyasında açığa çıkan öfke, coşku, sevgi, kin vb. duyguların açığa çıkma ve yaşanma biçimi onları bilimsel düşünmeden uzaklaştırabilmektedir. Bilimsel düşünememe hali, politik ve örgütsel meseleleri algılama, kavrama ve bunlara müdahalede sorunlu ele alışı da beraberinde getirmektedir.

Bilimsel düşünmeden uzaklaştığımız zaman şu sonuçla karşılaşabiliyoruz; temel diyalektik düşünmeden bile koparak olaylar arasında basit neden sonuç ilişkilerini ortaya koyamıyoruz ve olayların ya da gelişmelerin karşılıklı ilişkilerine yönelik gerçek sonuçlara ulaşamıyoruz. Bu da burjuvaziyi alt etme, kapitalist-emperyalist sistemi ortadan kaldırma gibi karmaşık ve uzun erimli görev karşısında devrimci özneyi iddialarından uzaklaştırmakta ve gerçeğe yabancılaştırmaktadır.

Yabancılaşma başta kişinin kendi gerçekliği olmak üzere birçok meselede derinleşebilmektedir. Hisler ve kişisel düşünceler daha cazip hale gelebilmektedir. Bu toplamda bizi günümüzü anlamaktan ve geleceği gerçekçi bir şekilde yorumlamaktan alıkoyuyor.

Birey kendi çelişkilerini, çevresini, dünyayı bütünlüklü olarak tahlil edebilmeli ve olayların birbiri ile ilişkisini kurarak incelemeyi öğrenmelidir. İncelenmek istenilen şeyin geçirdiği süreçlerden başlanarak, bulunduğu durum, onu çevreleyen koşullar ve bunlarla arasındaki ilişkilerden hareketle gelişiminin nereye evrileceğine dair fikir yürütebilmelidir. Burada izlenen yöntemin adı diyalektiktir.

Diyalektik, olgulara ve meselelere bütünlüklü bakabilmeyi koşullar, dolayısıyla tek yanlılığa düşerek gerçekten uzaklaşmayı da engeller. Bütünlüklü bakabilmek ise; incelediğimiz şey hakkında olguların toplanması, bunların arasındaki ilişkilerin kurulması, geçirdiği süreçlerin irdelenmesi ve tüm bunlardan hareketle gelecekte alacağı biçimle ilgili çıkarımlara varılmasıdır.

Ancak bazen sadece duyguların yoğunluğu ile hareket ederek tek yanlılığa düşebilmekteyiz. Yani sadece duygular ve hislerle idare etmek için örgütlenmenin gereği yoktur. Örgütlenme, devrimci olan duyguya, devrimci bilinç kazandırır ya da öyle olması gerekir.

Andaki duyguların yoğunluğuna kapılarak, kişisel duygu ve düşüncelerin peşine düşülerek, hissettiğimiz devrimci duygu ve düşüncelere bilinç kazandırmamız mümkün değildir. Bu yöntemle sorunu sürekli kendi dışında arayan bireyler yaratmaktan başka bir şey “başaramayız”. Kendi çelişkilerimize, yetmezliklerimize yönelmek yerine sürekli başkalarını tartışan, görev ve misyonuna yabancılaşan, kendi çelişkilerimizin çözümü, eleştirilerimizin dillendirilmesi için bile kendi dışımızda bir enerjiye ihtiyaç duyar hale geliriz.

Kendi duygu ve düşüncelerimiz her şeyin önüne geçer. Olaylar ve olgular karşısında sergilediğimiz tepki bilinç ve mantık sınırlarından çıkar, bireyselleşir ve bizi bilimsel düşünmeden uzaklaştırır. Olgular kendi bütünlüğünden koparılarak kendi duygu dünyamızın çıkmazlarına hapsedilerek değerlendirmeye tabi tutulur. Bu tutumun bizi götüreceği sonuç ise açık: Her problemli durumu açıklarken kendimizi haklı görmek!

Bu durum karşısında Mao şöyle demektedir: “Ancak sorunları ele alışlarında sujbektif, tek yanlı ve sığ olan kimseler, ortaya çıktıkları anda, koşulları göz önüne almadan, sorunlara bütünlükleri (bir bütün olarak geçmişleri ve şimdiki durumları) içinde bakmadan ve sorunların özüne (doğasına ve bir şey ile diğeri arasındaki iç ilişkileri) inmeden kibirli bir şekilde emir yağdırırlar. Böyle kimseler tökezleyip düşmeye mahkûmlardır.”

Bir kişinin diyalektik düşünme tarzına sahip olup olmadığını pratiğine bakarak da çıkarabiliriz. Çünkü her pratik esasında düşünme tarzının bir yansımasıdır. Devrimci bireyler vereceği her tepkiyi, sübjektif verilerden arındırarak kişisel hislerinden uzaklaşarak, diyalektik materyalizmin bilimsel süzgecinden geçirmek zorundadır. Yoldaşlarımızla ya da kitlelerle ilişki kurarken alacağımız tutuma bu bilinç yön vermelidir. Keyfiyetten, “ben böyle düşünüyorum, hissediyorum” rahatlığından uzaklaşarak “ben düşündüklerimi böyle uyguluyorum” tutumunu benimsemeliyiz.

Bilimsel düşünmeye başladıkça yani şeyler arasındaki ilişkileri daha gerçekçi görüp açığa koyabildikçe hem politik meselelerde gelişiriz hem de örgütsel meselelerde kolay aşılabilecek ama yaygın görülen sorunların üstesinden gelebiliriz.

Diyalektik materyalizmin kavranması, insanın gündelik yaşam aktiviteleri açısından olduğu kadar en büyük iddiasını gerçek kılabilmesi için de şarttır. Bunu kavrayabildiğimiz oranda, kişisel dünyamızı işgal eden çelişkiler yumağı çözülür olur. Duygu ve düşüncelerimize bilimsel yöntemlerle yön verebildiğimiz oranda bütün varlığımızla devrimcileşmenin kapılarını aralamış oluruz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu