15 Ağustos’ta Irak Hükümeti ile TC’nin imzaladığı zaptla PKK’nin Irak yasalarınca “yasaklı örgüt” olarak kabul edilmesi sağlandı. TC, önceki antlaşmalarda sadece “tehdit” olarak kabul ettirebildiği PKK’yi “terör örgütü” olarak zapta geçirilmesini sağlayamadıysa da, bu haliyle, Irak’ın egemenlik sınırları içerisinde askeri faaliyetlerini meşru bir zemine oturttuğunu düşünüyor. 15 Ağustos zaptı, TC’nin 2019 yılından beri Irak’ta uyguladığı yeni politik-askeri hattının bir parçasını oluştururken; Suriye’de iyice güçlenen SDG ile YPG’nin de önünü kesmeyi hedefliyor. Irak ile Suriye politikalarının eşgüdümlü şekilde ve Kürt örgütlenmelerinin güçlenmesini engelleyecek eksende ören TC, 2019 yılından beri Irak Kürdistanı’nda (IKBY- Irak Kürt Bölgesel Yönetimi sınırlarında) sürdürdüğü askeri operasyonlara meşrutiyet kazandırıp, etkisini artırmak amacıyla bir dizi ekonomik politik hamleyi de hayata geçirmiştir.
2023 yılının Mart ve Nisan aylarında sıkılaşan diplomasi trafiği sonucu, Irak ve TC arasında pek çok ekonomik, siyasi ve askeri anlaşma imzalandı. Akabinde, Hindistan, BAE, Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecek olan ‘Kalkınma Yolu Projesi’ için de imzalar atıldı. Deniz, tren ve karayolunun birbirine entegre edilmesi hedeflenen bu proje, Çin önderliğindeki ‘Kuşak Yol Projesi’ne “alternatif” olarak bile sunuldu. Ancak Çin’in ‘Kuşak Yol’ için sırf Pakistan’daki altyapı yatırımları için harcadığı para 50 milyar dolar iken; ‘Kalkınma Yolu’nun tüm maliyeti 17 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Ayrıca ‘Kuşak Yol’un üç ana güzergâhı (Kuzey, Orta ve Güney Kuşaklar) dünya ticaretinin önemli kısmını kapsıyor.
Haliyle ‘Kalkınma Yolu Projesi’nin ‘Kuşak Yol’a alternatif niteliği çok zayıf kalacaktır. Yine de TC, bu projenin güvenliğini sağlama gerekçesiyle, Irak’taki askeri varlığına, devletlerarası ve bölgesel bir meşruiyet sağlaması ve Irak Hükümeti’nin PKK’ye karşı aktif şekilde konumlanmasının sağlanması açısından bu proje TC için önemli bir adım olmuştur.
Fiili olarak üçe bölünmüş (Kürtler, Sünni Araplar, Şii Araplar) olan Irak’ta hükümet, Kürtlerle yeni bir savaşı göze alamadığından dolayı PKK’ye yıllarca tavır alamadı. Kerkük, Musul ve petrol paylaşımı gibi sorunlarda da Barzanilerle karşı karşıya geldiğinden; PKK’yle ilgilenmeyi IKBY’ye bırakıyordu. Bu çerçevede Irak Hükümeti IKBY ile Sincan Antlaşması imzaladıysa da, bu antlaşma PKK ve diğer silahlı güçler sebebiyle fiilen geçersiz kaldı. Ayrıca Kerkük’te KYB’nin kendi iradesiyle vali seçmesi de Irak Hükümeti’ni rahatsız etmişti. Kürtlerin bölgesinde inisiyatif kuramayan Irak Hükümeti, TC dolayımıyla Kürtleri zayıflatıp, en azından Kürt bölgesinin Güneyinde ve özellikle Kerkük petrol sahalarında denetimi ele geçirip egemenlik alanını genişletmeyi hedefliyor. Bu açıdan TC ile hedefleri örtüşüyor. Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi ile TC’nin kuruluşundan beri Kürtler konusunda çabucak uzlaşı sağlanabildiği malum. Ancak bu seferki uzlaşı, Kürtlerin hem Suriye’de hem de Irak’ta güçlenirken, İran, TC ve Irak devletleri arasındaki eski konsensüsün zayıflaması sebebiyle, uzun süre gerçekleşememişti. Irak Hükümeti, kendi egemenlik sınırlarını ihlal eden TC ile uzun süre karşı karşıya gelmişti; ancak TC’nin tavizleriyle birlikte uzlaşı sağlandı.
TC, Irak Hükümeti’nin Kürtlerle çelişkilerini kullanıp uzlaşı zeminini genişletirken Irak ile Suriye Kürtlerinin daha büyük bir güç birliği oluşturmasının önüne geçmeye çalışıyor. Sürekli propagandası yapılan “kilit kapanıyor” iddiası, sınırları baz alan bir tampon bölgenin mutlak güvenlik oluşturabileceği sanısını gerçek kılma hayaline dayanıyor. Dünyanın en güçlü ordularının bile tümden kapayamadığı sınırları, TC’nin kapatması olanaksızdır. Ancak yine de Kürtlerin hareket alanını daraltan yaygın üslenim tarzını, süreklileşen dron saldırılarıyla daha etkin kılmaya çalışan TC, zayıflattığı Kürtleri askeri ve ekonomik olarak pasifize etmeye çalışıyor. Lakin Kürtlerin dört parçadaki politik, ekonomik, sosyal, kültürel güçleri, son iki yüzyıldır zirvesine çıkmışken ve askeri açıdan yeni tekniklerle (özellikle Ortadoğu’da yaygın olan tüneller vb. ile) yeni hamle yapmışken, TC’nin bu yöntemi de boşa çıkacaktır.
Irak hükümetinin Kürtleri karşısına alması mümkün görünmüyor
Hem TC hem Irak, ekonomik krizle boğuşurken, askeri harekâtların yarattığı bütçe kriziyle baş etmeleri zordur. Bu zayıflığı dışa bağımlılığı artırarak gidermeye yöneldikçe daha da zayıfladıklarından dolayı askeri harekâtların bir geleceği görünmüyor. Askeri harekâtların yarattığı yükün, dışa bağımlılığı artırırken, yönetme kabiliyetini de zayıflattığı hatırlanırsa, hem TC hem Irak’ın Kürtlere karşı askeri ve politik harekâtının zayıf etkisi olacağı söylenebilir.
Kürtler, hegemon güçlerin/devletlerin görece desteğini alıp dört parçada güçlerini artırabildiklerinden dolayı Irak ile TC’nin hareket kabiliyeti hem askeri hem diplomatik düzeyde zayıflamıştır. Bunun ürünü olarak PKK, eskiden kalma şekilde kağıt üstünde “terör örgütleri listesi”nde yer alırken; SDG, YPG vb. Kürt örgütleri bu listede yer almıyor.
ABD’nin Suriye’deki en önemli müttefiki SDG ile YPG’dir. Irak Hükümeti de bu bölgesel konjonktürü ve hegemon devletleri göz önüne alarak PKK’yi terör örgütü olarak ilan edememiş; sadece TC ile uzlaşabilmek için yasaklı örgüt ibaresini tercih etmiştir. Henüz IKBY’yle bile baş edemeyen Irak Devleti’nin diğer Kürt örgütlerini de tümden karşısına almaya yönelmesi beklenemez.
Irak’ta ABD işgaliyle birlikte, devleti ele geçiren Şiiler, kendi içlerinde birlik olamadıklarından ve Kürtlerle Sünni Araplar kendi egemenlik alanları (ve yerel yönetimlerde) güçlü olduklarından dolayı, Şii Hükümetler güçlenme zemini bulamıyor. Buna İran’ın Şiiler eliyle Irak siyasetine daha çok müdahil olabilmesi ve IKBY ile bazı Şii örgütlenmeler aracılığıyla siyasette etkili olabilen ABD hesaba katılınca Irak Hükümeti’nin hareket kabiliyetinin çok zayıf kaldığı görülebilir. Bu durum TC’nin son iki yılda yaptığı anlaşmaların propaganda yönünün daha çok öne çıktığı şeklinde değerlendirilebilir.
Irak, kurulduğu 1932 yılından beri asimile edemediği veya “bitiremediği” Kürtleri, devlete bağlı kılma açısından etkili bir hakikat paradigması, kimlik (dinsel, etnik, sınıfsal vs.) veya vatandaşlık bağları/hakları bile üretemediği gibi, aşiret tarzı siyasetin zorluklarıyla baş edemiyor. Her aşiret, devlet içindeki devlet gibi ve ayrı bir toplum biçiminde sosyal, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel birliğini kurarken, kendi toprakları dolayısıyla kendi egemenlik alanına, silahlı gücüne vs. sahip olduğundan merkezileştirme, homojenleştirme (en azından görev ve işlevler bazında) meşrulaştırma (yasallaştırma) ve doğallaştırma gibi evrensel denilebilecek niteliklerle güçlenebilen ulus devletin Irak’taki temelleri çok zayıf kalmıştır.
Denilebilir ki Irak ulusu diye bir ulus hiçbir zaman oluşamadığı gibi merkezi bir devletin fiilen hiç oluşmadığı da söylenebilir. Yerel seçimlerde merkezi devlet yerine aşiretlerin hükmü geçerli olduğundan dolayı, Irak Devleti’nin bütün Iraklıları temsil ediyormuş gibi TC ile yaptığı anlaşmaların çok fazla etkisi olmayacaktır.
İki yıl önce başlayan Ukrayna işgaliyle birlikte iyice bozulan küresel konsensüsle birlikte değerlendirildiğinde Ortadoğu’da –özellikle bereketli hilalde- yeni bir konsensüs oluşması zemininin çok güçlü olduğu söylenebilir. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinden bazısına sahip olan Irak’ın bereketli hilaldeki jeostratejik önemi, ele geçirene büyük bir avantaj sağlayacağından ve güçlendireceğinden dolayı bu devletin parçalanmadan bugüne kadar gelebilmesi için sürekli “dış destek” gerekmiştir. Ancak bu dış destek ve bölgesel/küresel konsensüs bozulduğundan dolayı yeni dengelerde Irak’ın akıbeti pek de belirsiz görünmüyor!
Haliyle merkezi ve güçlü bir devlet imajı çizmeye çalışması pek fayda etmiyor.