Sınıflı toplumun bir parçası olan komünist parti, verili düzeni değiştirme iddiası taşıyan toplumsal örgütlenmelerin en ileri, nitelikli öncüsü ve lokomatifi olarak öne çıkar.
Bu ayırt edici niteliğinden dolayı, iç ilişkilerinin de verili toplumsal ilişkilerden gelişkin düzeyde olması, sürekli yenilenerek ilerlemesi gerekir. Bunu başarmanın ilk adımı, yukardan aşağıya iradi bir çaba ile işletilen eleştiri-özeleştiri mekanizması, kitlelerden kitlelere ilkesinin sıkı sıkıya işletilmesidir.
Sınıfın ve halk kitlelerinin içinde kök salıp genişlerken bu temel ilke ve değerlerin ışığında hareket edilmelidir. Çünkü hayat ve mücadele boşluk tanımamakta ve boş kalan her zerreyi sistem doldurmaktadır.
İlişki kurulan her yeni birey, bulundukları alanda “yeni”yi, “ileri” olanı, “farklı”yı temsil etse de düzenin ideolojik hegemonyası altında yaşıyor olmanın “kir” ve “pas”ından dolayı bir dizi düzenden edinilmiş özellik ve alışkanlığı taşır. Bunlar zaaf ve eksikliklerimiz olarak yaşam bulur.
Proletarya partileri saflarına dahil ettikleri bu bireylerin nitelik değişimi anlamında ileri sıçramalarını, değişim ve dönüşümlerini sağladığı oranda başarılı olabilir.
Kolektif içi yaşamı, komünist dünyanın minyatürü olarak tanımlamak yanlış olmaz. Öyleyse hayal ettiğimiz ve elbette kuracağımız dünyanın tuğlalarını bugünden doğru dizmiş ya da diziyor olmamız gerekir. Böylece proletarya partileri amaçladıkları dünyanın ilişkilerini gün içinde kendi bağrında var ederek, yaygınlaştırarak, büyüterek, örnek göstererek tüm topluma benimsetme mücadelesinin öznesi olabilirler. Bu başlıklar kimi zaman erkek egemenliğinden arınma mücadelesi kimi zaman hatalara ve yoldaşlara yaklaşım olarak öne çıkarken kimi zaman eleştiri biçimimiz ya da eleştiri karşısındaki tutumumuz olabilmektedir. Kimi zaman doğaya ve dışımızdaki hayvanlara yaklaşım olurken kimi zaman genç ya da yaş almış yoldaşlara yaklaşım olabilmektedir.
Tüm bu başlıklarda sürekli ve yenilenerek mücadeleyi esas almadığımızda bütün doğru çözümlemeler ve güzel sözler tarihe karışacaktır. Bu nedenle yalnızca yapılması gerekenlerden değil, gün içinde, “an”da ne yaptığımızdan bahsetmemiz gerekir.
Ölümsüzlüğün sırrına erişmiş yoldaşlarımızın binbir emekle büyüttükleri gelenek tam da budur. Bu geleneğin bugünkü mirasçıları, bugünkü adanmışlarıyız. O halde söz konusu bu başlıklardaki pratiğimiz olduğunda lafı eğip bükmeye, “ama”lar-“ancak”lar sığınağına gizlenmeye, “tamam da” diyerek bocalama vb. gerek yoktur. Kendimizi oldurmak, geliştirmek; ara ara gözden geçirmek, bütünlemek ve bütünleşmek, yenilenmek ve de yüzleşebilmek… Nietzsche şöyle demiş; “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?” –
Elbette tüm bu bahsini ettiklerimiz sadece kişilerle ilgili değildir. Örneğin eleştiri-öz eleştiri ağının gevşek tutulduğu, mekanizmaların işletilmediği durumda bu eksiklik ve çarpıklıkların kaçınılmazlığı ortadadır. Örgüt bilinci, komite bilinci vb. bunların tümü, proleter içerikteki devrimin; bir başka ifadeyle proletaryanın duruşunu ve gitmekte olduğu yolu içerir. Eğer bir sınıf adına, üstelik proletarya adına hareket ettiğimizin farkında olursak; devrim akımının bir neferi olduğumuzu bilirsek örgütlenmedeki temel ilkelerimizi anlayabilir ve uygulayabiliriz.
Kitlelere dayanmak, kitlelerden kitlelere ilkesini uygulamak ancak kitle (esasen proletarya olmak üzere halk sınıfları) devriminin, örgütlenmesinin bir parçası olduğumuzun anlaşılmasıyla mümkündür. Yeterince bilinmeyen, kavranmayan, üzerinde durulmayan nokta budur. Örgüt olma, örgütlü hareket etme bilinci bu nedenle oldukça önemlidir. Bu, sadece bireyin çoğunluğa kendini teslim etmesi değildir; bireyin çoğunluk içinde yer alabilmesidir; kendi akışını yönetebilmesidir; devrimcileşmesidir de.