Diyarbakır’da kaybolduktan 19 gün sonra ölü bulunan sekiz yaşındaki Narin Güran’ın katledilmesi, gündemdeki yerini koruyor. Kuşkusuz belli bir süre sonra tıpkı önceki çocuk katliamlarında olduğu gibi Narin Güran’ın katledilmesi de unutulacak, katiller birer birer serbest bırakılacaktır.
Tıpkı 6 yıl önce Giresun’un Eynesil ilçesinde şüpheli şekilde hayatını kaybeden Rabia Naz Vatan’ın katil zanlısının AKP bağlantılı olması ve soruşturmanın siyasi baskılar nedeniyle kapatılması örneğinde olduğu ya da Narin’in katledilmesinin burjuva medyada yoğun olarak tartışıldığı sırada, Tekirdağ’da 2 yaşında bir bebeğin cinsel istismar ve şiddet nedeniyle öldüğü gerçeğinin gündem olmaması örneğinde olduğu gibi.
Bu son örnekler bize Türkiye’de çocuklara yönelik cinsel taciz, şiddet ve katliamların, vaka-i adiyeden hale gelmiş durumda olduğunu göstermektedir.
Kuşkusuz “çocuğa ve kadına şiddet” meselesi sadece Türkiye toplumunun sorunu değildir. Meselenin öncelikle bu minvalde kavranması önemlidir. Önemlidir çünkü “çocuğa ve kadına şiddet” meselesi bir sistem sorunudur. Emperyalist kapitalist sistem, “çocuğa ve kadına şiddet”i meşrulaştırmakta ve de bizzat üretmektedir.
Böyle olduğu içindir ki, dünya çapında her yıl yaklaşık 1 milyar çocuk, diğer bir deyişle dünya üzerindeki çocukların yarısı; fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddete maruz kalmakta, yaralanmakta ve katledilmektedir. (UNICEF). Yine dünya çapında tahminen 736 milyon kadın -neredeyse her üç kadından biri- hayatları boyunca en az bir kez fiziksel ve/veya cinsel şiddete veya her ikisine birden maruz bırakılmaktadır.
Örneğin 2021 yılında 45 bin kadın yakın partneri ya da kendi ailelerinden biri tarafından öldürülmüştür. Bunun anlamı her saat 5’ten fazla kadın veya kız çocuğunun katledilmesidir. (BM Kadın Birimi)
Bütün bu veriler bize dünya çapında kapitalizmin sadece özel mülkiyet rejimine dayalı bir sömürü sistemi olmadığını aynı zamanda kadın ve çocuklara yönelik; fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete dayalı bir sistem olduğunu göstermektedir. Bunun temel nedeni ise özel mülkiyet üzerinden yükselen kapitalist sistemin temel dayanağının aile denilen ve kutsallaştırılan kurum olmasıdır. “Kutsal aile”nin üzerinden yükselen ataerkil kapitalizmde, aile denilen kurum kadının ekonomisini, bedenini, cinselliğini ve giderek tüm kimliğini denetleme işlevi görmektedir.
Özel mülkiyetin kutsandığı kapitalist sistemde, ailenin birer üyesi kabul edilen kadın ve çocuklar sadece ve sadece mülk olarak görülmektedir. Kapitalist sistemin çekirdeğini oluşturan ailede kadın ve çocukların yaşamları, emekleri ve hatta gelecekleri, “kutsal aile”nin reisi olarak kabul edilen erkektedir. Erkek kapitalist sistem adına “kutsal aile”nin babası olarak ailedeki kadın ve çocukları denetlemekle ve kapitalist sömürünün sürgit devam etmesini sağlamaktadır.
Sadece işçi sınıfının sömürüsü değil aynı zamanda çocuk emeğinin de kapitalistlerin kârına kâr katmak için pazara sunulduğu yine burjuvazinin kendi kurumları tarafından ifade edilmektedir. 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü dolayısıyla Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’ndan (UNICEF) derlenen bilgilere göre 2020 yılının başında, 63 milyon kız çocuğu ve 97 milyon erkek çocuk olmak üzere toplam 160 milyon çocuğun yani dünyada her 10 çocuktan 1’inin çocuk işçi olarak çalıştığı ifade edilmektedir. (ILO, 1 Haziran 2022)
Kapitalist sistemde kadın ve çocuklar sadece aile içinde sömürüye, istismara ve katliama maruz kalmıyorlar. Kadın ve çocuklar aynı zamanda haksız savaşlarda, işgal ve ilhak saldırılarında ilk elden gözden çıkarılacaklar listesinde yer alıyorlar.
Dünya tarihinde sayısız haksız savaş pratiği bu gerçeği gösterdiği gibi halihazırda İsrail Siyonizm’inin Filistin ulusuna yönelik soykırım saldırılarında ve TC faşizminin Kürt ulusuna yönelik saldırılarında kanıtlandığı üzere kadın ve çocuklara yönelik katliam saldırıları gerçekleştirilmektedir. Bu saldırılardan en fazla kadın ve çocuklar etkilenmektedir.
Çocuk sömürüsü, taciz ve katliamı: “Türkiye Yüzyılı”
Emperyalist kapitalist sistemin bir parçası olan Türkiye toplumu da “çocuğa ve kadına şiddet”ten azade değildir.
Dahası Türkiye burjuva demokratik devrimini gerçekleştirememiş bir toplumsal formasyona sahip olduğu içindir ki, başta feodalizm olmak üzere her türden gericiliğin varlığı ataerkinin etkisini daha fazla artırmaktadır.
Patriarkal sistemin kadın ve çocuğu mülk görme anlayışı, feodalizm başta olmak üzere her türden gerici ideolojinin katkısıyla, gelenek ve töre olarak toplumda meşrulaştırılmakta, “çocuğa ve kadına şiddet” ailenin reisi erkeğin “hakkı” olarak görülmektedir.
Türkiye toplumunun 21. yy’ın ilk çeyreğinde AKP hükümetleri eliyle emperyalist sermayenin uluslararası iş bölümüne göre yeniden düzenlenmesi, Türkiye ekonomisinin emperyalizme bağımlı yarı-sömürge yapısını daha da derinleştirdiği gibi, alt yapıda yaşanan bu değişim toplumun üst yapısını da belirledi.
Günümüzde kimi çevreler tarafından “toplumsal çürüme” olarak propaganda edilen gerçeklik, Türkiye toplumsal formasyonunu emperyalist kapitalist sisteme bağımlı yarı-sömürge yapısının daha da derinleşmesinden bağımsız değildir. Türkiye pazarı emperyalist kapitalist sisteme eklemlendikçe, aileden başlayarak din, hukuk, eğitim, kültür, medya, devlet aygıtı vb. bu sürece göre kendini yeniden üretmektedir. “Yerli” ve “milli” propagandalarıyla üzeri örtülmeye çalışılan bu gerçeklik her fırsatta kendini göstermektedir.
AKP’li hükümetler ve R.T.Erdoğan tarafından savunulan politikalar da bu sürecin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik alanda uygulamaya konulan politikaların yanında üst yapıda yaşanan değişimler, devlet aygıtının “başkanlık sistemi” olarak yeniden örgütlenmesinden, dinin hemen her alanda öne çıkartılmasına kadar yaşanan süreç; emperyalist sermayeye bağımlı yarı sömürge yapının yeniden üretilmesi ve Türk hakim sınıflarının emperyalist sermayenin sömürüsünde aracılık payının güvenceye alınmasına hizmet etmektedir.
AKP hükümetlerinin bu politikasının başarılmasında “kutsal aile” önemli bir yer tutmaktadır. Ailenin reisi olarak erkeğin, kadın ve çocuklar üzerinde her türlü imtiyazının cansiperane korunması hedeflenmektedir.
Ataerki, düzenin kendini yeniden üretmemesi için göreve çağrılmaktadır. Kadına yönelik erkek şiddetine karşı “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkılmasından, “Kadın Bakanlığı”nın “Aile Bakanlığı”na çevrilmesine kadar atılan adımlar bu amaca hizmet etmektedir. Türkiye toplumunda kadına yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddetin artmasına rağmen ısrarla “kutsal aile”den dem vurulmasının nedeni budur.
Bu tablo içinde çocuğa yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet vakalarında artış olması kaçınılmazdır. Ne var ki, AKP-MHP faşist iktidarı bu gerçeğin üzerini örtmek için bütün imkanlarını kullanmaktadır. Örneğin Türkiye genelinde kayıp çocuk sayısı 2016’dan itibaren açıklanmamaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Adli İstatistik verilerine göre 2008-2016 yılları arasında tam 104 bin 531 çocuk kaybolmuştur. TÜİK bu tarihten itibaren kayıp çocuklara ilişkin verileri açıklamayı bırakmıştır.
Benzer bir üzerini örtme durumu, kadına ve çocuğa yönelik istismarla ilgili vakalarda da yaşanmaktadır. Resmi olarak bu veriler açıklanmamaktadır. Ne var ki, istismarla ilgili sınırlı bir veriyi ise adli sicil kayıtlarında bulmak mümkündür. 2023 yılında cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarla ilgili toplam dosya sayısı 114 bin 927’dir.
Bu dosyalarda ismi geçen şüpheli sayısı 122 bin 206’dır. TÜİK verilerine göre neredeyse Türkiye’deki yetişkin erkek nüfusun yüzde 5’i, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve istismar suçlarından şüpheli durumundadır. (12.09.24)
AKP’li hükümetler döneminde yaratılan “kindar ve dindar” nesil, bir yandan “Vatan Millet Sakarya”, diğer yandan “din, iman” diyerek kadına ve çocuğa yönelik fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik şiddeti kendine hak görmektedir. AKP-MHP faşist iktidarının, “Türkiye Yüzyılı” olarak propaganda ettiği gerçeklik, kadın ve çocuklar için “yeryüzünde cehennem” olarak yaşanmaktadır.
AKP-MHP faşist iktidarında çocuklar sadece cinsel istismara uğramamakta aynı zamanda çalışırken de katledilmektedir. İSİG Meclisi’nin açıklamasına göre 2023 Eylül-2024 Ağustos döneminde en az 66 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Son bir yılda tarım sektöründe 24 çocuk (20 işçi ve 4 çiftçi), sanayi sektöründe 17 çocuk, inşaat sektöründe 13 çocuk ve hizmet sektöründe 12 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. Son 11 yılı kapsayan çocuk iş cinayetleri raporunda ise çocuk işçi ölümlerinin ağırlıklı olarak kırsal alanda değil artık her yerde, şehirlerin merkezinde, AVM’lerde, sokakta, şantiyelerde, sanayide ve OSB’lerde yaşadığını göstermektedir. (İSİG Meclisi Çocuk İşçi Cinayetleri Raporu)
Çocukların çalıştırılması ve çocuk işçiliği devlet eliyle teşvik edilmektedir. 2016 yılında “Çıraklık Eğitim Merkezleri”nin devamı olarak Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kurularak, çocuk işçiliği var olan (4+4+4 modeliyle birlikte) eğitim sisteminin içine daha fazla entegre edilmiş ve kitleselleştirilmiş bir çocuk işçilik sistemi hayata geçirilmiştir. MESEM kapsamında yaklaşık 1.5 milyon öğrencinin olduğu ifade edilmektedir.
Bu öğrencilerin yaklaşık 300 bininin ise 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle çocuk işçilik “bir gün okulda dört gün işyerinde eğitim alma” uygulamasıyla meşrulaştırılmıştır.
AKP-MHP iktidarının “Türkiye Yüzyılı”nda çocuklar bir yandan fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik şiddete maruz kalırken diğer yandan ise çalışırken katledilmektedir.
İnanın çocuklar, güzel günler göreceğiz!
Böylesi bir tablo içinde Narin Güran’ın katledilmesinin burjuva medyada ve hakim sınıf siyasetinde bu kadar gündem olması dikkat çekicidir. Bunun bir nedeni cinayetin T.Kürdistanı’nda yaşanmış olması ve Narin’i katleden ailesinin TC devletinin kontrgerilla örgütlenmesi olan Hizbulkontra çizgisindeki HÜDAPAR ile olan bağlantılı olmasıdır.
Cinayetin soruşturulması sırasında devlet görevlileri ve AKP Diyarbakır Milletvekili Garip Ensarioğlu’nun “Bizlerin bazen bildiği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile bizim dostumuzdur” açıklaması, cinayete yayın yasağının getirilmesi vb. cinayetin üstünü örtme girişimleri olarak ortaya çıksa da, Narin Güran’ın katledilmesi özellikle burjuva medyada magazinleştirilerek, Türkiye toplumunda “çocuğa ve kadına şiddet” gerçeğinin üzeri ustaca örtülmüştür.
Cinayetin “siyasete alet edilmemesi” gerektiğinden kimi magazin figürlerinin kendi reklamlarını yapmalarına kadar bir dizi gelişme, AKP-MHP iktidarının “Türkiye Yüzyılı”nda çocuklara yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddetin üzerinin örtülmesine hizmet etmiştir.
Öte yandan Narin Güran’ın Kürt ulusuna mensup olması, cinayetin Amed’de işlenmesi beraberinde Kürt ulusuna yönelik ırkçı ve şoven saldırılara da neden olmuştur. Kadınlara ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddetin sadece T.Kürdistanı’na özgü olmadığı, bütün Türkiye çapında var olduğu gözden kaçırılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de kadın ve çocuklara yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddetin toplumun genelinde yaşandığı ve sorunun esas kaynağının ataerkil kapitalizm olduğu açıktır.
Diğer yandan, yaşananların Türk devletinin T.Kürdistanı’ndaki bekasını sağlama alma, Kürt ulusal hareketini yok etme stratejisinin bir parçası olarak ortaya çıkardığı yapının sonucu olduğu gerçeği karartılmaya çalışılmaktadır. Güran ailesinin, bağlantılarının yanı sıra “basına ve kamuoyuna” yazdığı mektubun MGK bildirilerini aratmayacak cümlelerle dolu oluşu da bunun bir kanıtıdır. Kaldı ki çocuklar, hakim ataerkil sistemin yanında, T.Kürdistanı’nda Kürt oldukları için TC devleti tarafından katledilmektedir.
R.T.Erdoğan’ın, 2006 yılında yaptığı konuşmada, “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır” dedikten sonra Kürdistan’da çocuk infazları sistematik olarak yaşanmıştır. 2000-2020 yılları arasında Kürt illerinde yaklaşık 385 çocuk TC devleti tarafından öldürülmüştür. Türkiye genelinde doğrudan TC güçleri tarafından katledilen çocuk sayısı ise 477’dir.
Özetle TC devleti çocuk katili bir devlettir. Katledilen çocuklar arasında 12 yaşında bedenine 13 kurşun sıkılarak öldürülen Uğur Kaymaz, karakoldan atılan havan mermisiyle katledilen Ceylan Önkol, Roboskî’de bombalanan 19 çocuk, 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri sırasında öldürülen Berkin Elvan, cenazesi buzdolabında saklanan Cemile Çağırga da bulunmaktadır.
Bütün bu gerçekler bize TC devleti ve AKP-MHP iktidarının, “Türkiye Yüzyılı”nda, ekonomik krizle mücadele adı altında tüm topluma yoksulluğu dayatırken aynı zamanda kadınlara, çocuklara, farklı cinsel yönelimlere, sokak hayvanlarına, doğaya ve çevreye yönelik katliam saldırılarını hız kesmeden sürdürdüğünü göstermektedir.
Bu objektif gerçeklik devrimci mücadelenin sadece faşizme, emperyalizme, feodalizme, şovenizme karşı değil aynı zamanda ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı olması gerektiğini de koşullamaktadır.
Devrimci mücadelenin halihazırda çocuklara yönelik fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddete karşı da örgütlenmesinin zorunluluğu anlamına da gelmektedir.