GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Kriz, Savaş ve Şovenizmin; Açlık, Yoksulluk ve Zulmün Hesabını Sormak!

"Savaş ve ekonomik kriz, yoksulluk birbirini besleyen iki olgudur. Her durumda bu iki olgunun ağır sonuçlarını yaşayan tek bir özne vardır: İşçi sınıfı, emekçiler, geniş anlamda ezilenler"

COĞRAFYAMIZ bir kez daha savaş tamtamlarının gürültüsüyle inlemeye başladı.
Bugüne kadar içerideki hedeflere karşı yürütülen şeytanlaştırma siyaseti, çeperini büyüterek, kapsamına bir başka devleti alarak karşımıza çıktı. Evet bugün fiili olarak bir başka devletle açıkça savaşa girmiş bir iktidardan söz ediyoruz: TC devleti, gayri meşru bir şekilde girdiği Su-riye topraklarında doğrudan Esad rejimi ile çatışıyor.
‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin Dalı’, ‘Barış Pınarı’ ile hep işler kılınan savaş arabası şimdi daha büyük bir gürültü ve yıkıcılıkla yeniden aktif. Savaş ve onun yarattığı gürültüyle inşa edilen, ırkçı, milliyetçi, şovenist histeriyle, işçi ve emekçilerin bu-güne dair tüm sorunları, talep ve özlemleri zapturapt altına alınacak.
AKP iktidarı, şiddeti ve yoğunluğundan bir şey kaybetmeyen derin ekonomik kriz karşısında yaşadığı çaresizliği, ezilenlerin yüreğinde biriktirdiği korkunç öfkeyi bastırmanın yolu olarak bir kez daha savaş ve çatışmaya yöneldi. Krizin göstergelerinde ivme yükseldikçe iktidarın şovenist salvoları da o düzeyde artış gösteriyor.
İktidarın halk düşmanı yüzü Van’da kaç kişinin öldüğü bir türlü açıklanmayan çığda, Elazığ depreminde rezilce sergilenen şovda, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda uyarılara rağmen alınmayan önlemlerle her gün karşımıza çıkıyor.
AKP iktidarının üzerinde yükseldiği kolonlar teker teker sallanıyor, yaşanan her olay, kabaran sıvanın dökülmesine bu da içerdeki demirin daha fazla çürümesine neden oluyor.
Açlık ve sefaletin getirdiği intiharlar gündemin sıradan bir başlığı haline gelmiş durumda. Hatay’da “çocuklarım aç” diye bağırarak intihar eden Adem Yarıcı, bir çırpıda akli dengesi bozuk ilan ediliyor. Ancak daha bir kaç gün geçmeden benzer bir çığlık meclisten yükseliyor. AKP iktidarı ne kadar üstünü örtmeye, saklamaya, gizlemeye çalışsa da yoksulluk ve açlık her gün başka bir yer-de, farklı bir şekilde karşısına çıkıyor.AKP’de çürüme ve çözülme tüm hızıyla devam ediyor.
Siyasi partilerin üye sayılarıyla ilgili verilerini 4 Şubat itibariyle güncelleyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre, AKP’nin üye sayısı 50 günde 15 bin 692 kişi azalmış. AKP’de temsil bulan, yolsuzluk, rant ve israf öyle-sine büyüktür ki artık kimse bunu saklama gereği duymuyor. Söz gelimi, Cumhurbaşkanlığı için Ankara Gökova’da inşa edilen “yazlık saray” binalarının inşaatı için yapılan harcama 3 milyar 280 milyon lirayı bulmuş, Okluk Koyu’na yapılan harcama 435 milyon lira olmuştur.Ezilenler cephesinde farklı başlıklarda keskinleşen ve derinleşen çelişkiler, uzunca bir süredir AKP iktidarının erimesine neden oluyor.
Dipte biriken öfke ve keskinleşen ve ağırlaşan sorunlar, ezilenlerin ve emekçilerin yaşam standardında yaşa-nan düşüş, AKP iktidarının içinde bulunduğu büyük krize de işaret ediyor.Elbette bu sadece AKP’nin değil temelde Türk hâkim sınıflarının yaşama geçirdiği politikaların bir sonucu olarak açığa çıkıyor.
AKP, 2002’de egemen sınıfların yeni neoliberal yönelimlerini yaşama geçirmek adına sahaya çıktığı günden bu yana söz konusu tablonun da doğrudan sorumlusu haline gelmiştir.
Geride kalan 18 yıllık sürenin sonunda, AKP iktidarının bugün yaşanan açlık, yoksulluk, işsizliğin ve alım gücündeki düşüşün sorumlusu olarak gösterebileceği başkaca bir politik özne de yoktur.  AKP, kendini de bitirecek bir güç temerküzünün içine hapsetmiş durumdadır.
İnşaat sektörüne, betona yatırım yaparak ekonomi çarkını bugüne kadar çeviren AKP iktidarı, ranta dayanan ve üretimden beslenmeyen söz konusu politikanın çoktan sonuna gelmiş durum-dadır. R.T. Erdoğan’ın Van’daki çığdan, Elazığ depremine; hatta BM Genel Kurulu’nda Suriye’ye yönelik politikalarının merkezine TOKİ’yi koymasının nedeni budur.
AKP, inşaat sektörü üzerinden büyümüş, bugünlere gelmiş, varlığını ve kitlelerle kurduğu ilişkinin karakterini TOKİ’de somutlamıştır. Hafriyat, yıkım ve inşaat, AKP’nin temel motorini durumundadır. Kanal İstanbul’a yönelik ısrarın temeli de budur.
Ancak bu politika üretken olmayan ve sanayiye dayanmayan karakterinden dola-yı kısa dönemli bir büyüme ve hareketlilik sağlasa da orta ve uzun vadede başarısız olmaya mahkûmdur. Nitekim AKP, iktidarı da bu gerçeği yaşamış, ortaya çıkan finansman sorununu çözmek adına Varlık Fonu’nu kurmuştur.
Kamu kaynaklarının Varlık Fonu eliyle R.T. Erdoğan’ın emrine verilmesi de yetmemiş Varlık Fonu’na sınırsız borçlanma yetkisi getirilmeye çalışılmaktadır. Bu yetkiyle ilk olarak İstanbul Finans Merkezi’nin kurtarılacak olması da AKP-müteahhitler arasındaki ilişkinin karakterine işaret etmektedir.Gelinen aşamada OHAL’in sunduğu baskı, gözaltı ve tutuklama ile yasak politikaları (TİHV raporuna göre, Türkiye’de son bir yılda 21 il ve bir ilçede toplam 147 kez eylem ve etkinlik yasağı ilan edildi. 13 Şubat 2020) dışında manevra kabiliyeti kalmayan bir AKP iktidarı karşımızda duruyor.
Dahası AKP artık üçe bölünmüş bir parti durumundadır. Davutoğlu’nun “Gelecek Partisi” ile sahaya çıkmak için pusuya yatmış olan Babacan’ın, AKP’nin zayıflamasına katkı sunduğuna şüphe yoktur.Söz konusu iki burjuva oluşumun emperyalist güçlerin teveccühüne de mazhar olduğu açıktır.
AB büyükelçilerinin Davutoğlu’nun onuruna verdiği yemekte, AKP iktidarına bir mesaj olarak alınmalıdır. Uluslararası finans kapitalin kalbi Londra’da çalmadık kapı bırakmayan Babacan’ın söz konusu yönelimi tesadüf değildir. Emperyalist-kapitalist sistem en başta da ABD emperyalizmi, AKP iktidarının olmadığı bir Türkiye için şimdiden hazırlık yapmaktadır.
Nefesinin yettiği, kullanışlı bir aparat olarak üzerine düşeni yapabildiği sürece yaşamasına izin verilecek, politik ölümü gerçekleştiğin-de ise yeni sürümü devreye sokulacaktır. Önümüzdeki süreçte siyasal İslamcı politik cenahta gidişatın ana doğrultusu bu olacaktır.

İktidar katında çatışma ve hesaplaşma!

Suriye-İdlip’te gelişen yeni süreç, devle-tin çelik çekirdeğinde iktidarı elinde tutan güçler arasındaki çatışmayı tetiklemiş görünmektedir. Düne kadar Erdoğan’ı yere göğe sığdıramayan tescilli faşist Perinçek’in eleştirileri, İlker Başbuğ’un son ve etkili çıkışı, MHP’nin iktidar ortağına yönelik (15 Temmuz’un siyasi ayağının tespitine yönelik sözler) sert eleştirileri, içeride büyük bir fırtınanın kopmak üzere olduğuna işaret etmektedir.

İktidar ortakları, AKP-MHP ve Ergenekoncular arasındaki çatışmanın temel gündeminin Suriye olduğu anlaşılıyor.
Perinçekçi kanadın Suriye’de AKP iktidarının cihatçılarla kurduğu iliş-kilerden ve Rusya’ya yönelik yaklaşımlardan rahatsız olduğu görülüyor. R.T. Erdoğan’ın bu kanada cevabı apar topar yapılan Ukrayna ziyareti ve 200 milyon TL’lik yardım ile Rusya’nın bam teli olarak nitelenebilecek Kırım’ın ilhakına yönelik sözleri olmuştur.
Diğer yandan İlker Başbuğ’un askerlerin özel yetkili mahkemelerde yargılanmasına yönelik düzenlemelerin kimler ta-rafından yapıldığına yönelik polemiğinin AKP cenahında ciddi bir rahatsızlık yarattığı görülüyor. Başbuğ’un açıklamaları sonrasında Erdoğan’ın “Meclise hakaret ediyor” mottosuyla AKP’li milletvekillerine talimatı, akabinde de Meclis’e hakaret suçlaması ile suç duyuruları yapılması bu iki kanat arasındaki güç çatışmalarının düşümleridir.
Başbuğ’un çıkışını takiben Kılıçdaroğlu’nun R.T. Erdoğan’ı işaret ederek başlattığı, kamuoyunda oldukça ses getiren FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması Kemalist-Ergenekoncu kliğin süreci son derece kapsamlı ele aldığını ve bir strateji etrafında hareket ettiğini gösteriyor. Operasyonlarla başta stratejik kurumlar olmak üzere devletin çeşitli kademelerinden tasfiye edilen Ergenekoncular, bir kısım faşistler ve Doğu Perinçek grubu, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra AKP iktidarı ile Cemaate karşı verilecek savaş için yeni bir ittifak kurdu. R.T. Erdoğan, dün tasfiye ettiği güçlerle yeniden bir araya gelmek zorunda kaldı.
Anlaşılan o ki bahsi geçen güçler, cemaatin devlet-ten temizlenmesi işini AKP’ye vermiş bu sırada devlet içindeki nüfuzlarını da önemli oranda güçlendirmişlerdir.İlker Başbuğ’un tamda cemaat üzerinden Erdoğan’ı hedef tahtasına koyan ve MHP’nin de zımni olarak destek verdiği çıkışı da bu hesaplaşma bağlamında okumak mümkün. AKP iktidarının kendisine bağlı askeri bir yapı kurmada katettiği mesafe söz konusu güçleri büyük oranda rahatsız etmiştir.
SADAT’ın yeniden gündeme getirilmesi ve başkanı Tanrıverdi’nin istifaya zorlanması da bu çatışmanın bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Ne var ki AKP iktidarının buna yanıtı “Artık şehirlerimizin dış güvenliğini surlar ve hendeklerle koruyamayacağımız, içerdeki düzeni de sadece kolluk gücüyle sağlayamayacağımız bir yere geldik” (2 Ocak 2020) sözleriyle kendisine bağlı iç istibdat ordusunu yasal bir statüye kavuşturarak gece bekçiliği adı altında yaşama geçirmek olmuştur.
R.T. Erdoğan, geçmişte Hitler ve Mussoli’nin yaptığına benzer bir şekilde halka ve ezilenlere onların eşitlik, özgürlük mücadelesine, gelişebilecek isyanlara karşı yeni bir askeri faşist aparatı devreye sok-muştur.
Bununla içeride rakiplerine karşı da hamle üstünlüğünü eline almıştır. AKP/R.T. Erdoğan bununla da yetinmemiş bir adım ileri giderek Kemalist-Ergenekoncu klik için çok önemli olan İş Bankası’na yönelmiştir.
AKP tarafından, CHP’nin İş Bankası’ndaki hisseleri için hazırlanan yeni taslakta bu kapışma bağlamında an-lam kazanmaktadır.
Söz konusu taslağa göre, CHP’nin İş Bankası’ndaki hisseleri Hazine’ye devredilirken, para Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na aktarı-lacak, CHP’nin bankadaki yönetim kurulu üyelikleri de sonlandırılacak. Yaşananlar hâkim sınıf klikleri arasındaki kapışmanın şiddetleneceğine işaret ediyor.
AKP iktidarının toplumsal anlamda yaşadığı erime ve içerisinden çıkan yeni partilerle yaşadığı/yaşayacağı güç kaybıyla, ittifak kurduğu güçlerin giderek güçlenen yapısı dikkate alındığında hesaplaşmada rakip kliğin daha cüretkâr olacağını öngörmek mümkün.
Suriye İdlip’te yaşananların Kemalist Ergenekoncu güçlerin yelkenine rüzgar doldurduğu da bir gerçek.
Faşizmin Suriye politikasında yeni bir viraj: İdlip
Tüm bu karmaşa ve kaos, çatışma ve hesaplaşma içinde R.T. Erdoğan mecliste yaptığı grup konuşmasında savaş kelimesini kullanmadan adeta bir seferberlik ruhuyla Suriye’ye savaş ilan etti. Bugün artık Türk devleti, işgal ettiği Suriye topraklarında Esad rejimi ile çatışma, savaş halindedir.
Erdoğan kürsünden bu gerçeği deklere etmiştir. Esad rejiminin Rusya’nın desteğiyle cihatçıların son stratejik sığınağı durumundaki İdlip’teki ilerleyişi, TC’nin Suriye politikasında bir kırılma noktası yaratmıştır.
Esad ve Rusya’nın hamleleri ve kazanımları, TC’nin Suri-ye’de cihatçı-selefiler üzerinden sürdürdüğü politikanın ana ekseninin de değişmesini bir zorunluluk olarak dayatmıştır.
Türk devletinin, üst perdeden gürleyen ama yağmayan çıkışlarını da bu eksen değişikliği için zaman kazanma hamlesi olarak kaydetmek gerekir. TC, Suriye’de koruyup beslediği, savaştırdığı cihatçılara sahip çıkacak ve onları başka bir adreste yeniden savaşmak için konumlandıracaktır.
Bu sırada bir yandan Rusya’ya karşı ABD’nin desteği ile kuyruğu dik tutmaya öte yandan Esad’a sert çıkışlarla cihatçılara kalkan olmaya, içeride de Ergenekonculara koz vermeden süreci yönetmeye çalışacaktır.Bu bahiste dikkat çekilmesi gereken temel nokta, bugünkü Suriye politikasının AKP ve CHP’yi de aşan bir karaktere sahip olduğudur.
Esad’ın devrilmesi değilse zayıflatılması ve Suriye’de yeni savaş-istikrasızlık alanları oluşturulması ABD’nin Türk hâkim sınıflarına dikte ettiği stratejik bir politikaydı.
AKP iktidarı, egemen sınıfların bu merkezi politikasını, iktidarını kurmak ve korumak, güçlendirmek için kullanmış ve bugüne taşımıştır. Bugün dümenin AKP’nin elinde olması diğer faşist düzen partilerinin söz konusu politikalara cepheden karşı olduğu yanlış fikrini yaratmamalıdır. Nitekim MHP ve İYİ Parti’nin savaş çığırtkanlığıyla, kan damlayan sözleri de bunu teyit etmektedir.
CHP’nin, onun sözcüsü durumundaki FOX TV’nin Suriye’deki gelişmeleri kaydederken “İdlip’te Türkiye’nin ne işi var?” sorusunu sormaması da buna işaret etmektedir. “Suriye’nin toprak bütünlüğü”, “Esad’la masaya oturulması gerektiği” vb. pozitif söylemler, AKP’ye karşı birer iç politika argümanı olarak kullanılmaktadır.
Nitekim AKP iktidarının Esad rejimi ile istihbarat örgütleri aracılığıyla görüşmeye başladığı çoktan kamuoyuna yansımıştır.Türk hâkim sınıfları, bir kez daha savaşı, işçi ve emekçilerin artık R.T. Erdoğan’ın grup konuşmasına kadar taşınan seslerini kısmak, gürültüye getirmek ve kesmek için kullanmaktadır.
Sosyal medyaya yönelik tehditler ve yeniden başlayan gözaltı ve tutuklamalar, İdlip’e yönelik her söz ve farklı düşüncenin cezalandırılacağına dair en üst makamlardan yapılan tehdit ve uyarılar, egemenlerin ezilenlerin yaşadığı açlık ve yoksulluğu “savaş hali”, “olağanüstü hal” bahanesiyle örtmeye çalışacağını göstermektedir.
1. ve 2. Yargı Paketiyle boşaltılan hapishanelerin devrimci, ilerici ve yurtseverlerle, muhalif kesimlerle doldurulmasına yönelik kapsamlı adımlar atıldığı görünüyor.Kriz, işsizlik ve yoksulluk ile TC’nin Suriye’de sürdüğü işgal ve savaşa yönelik tutum gelinen aşamada AKP iktidarının zayıf karnı durumundadır.
Savaş ve ekonomik kriz, yoksulluk birbirini besleyen iki olgudur. Her durumda bu iki olgunun ağır sonuçlarını yaşayan tek bir özne vardır: İşçi sınıfı, emekçiler, geniş anlamda ezilenler. İçinden geçtiğimiz süreç tam da bu iki olgunun ağır sonuçlarının iç içe geçtiği ve daha belirgin şekilde gün yüzüne çıktığını gösteriyor.
Ne var ki her iki olgu da hem ekonomik krize hem de işgalci savaşlara karşı mücadelede işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenleri harekete geçirmenin ve saflaştırmanın olanaklarını da sunuyor.
Bunun için proleter devrimcilerin, sürece, gelişmelerin ana yönüne daha fazla yoğunlaşması ve emekçilerle güçlü bağlar, tartışmalar yürütmek adına daha güçlü adımlar atması gerekiyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin, kriz, şovenizm ve savaşın; açlık, yoksulluk ve zulmün hesabını sormasının tek yolu örgütlenmek ve mücadele etmekten geçiyor
Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu