Yeni bir mücadele yılının henüz başındayız. Kuşkusuz enternasyonal proletarya ve ezilen dünya hakları açısından yeni bir yıl, geride bırakılan yılların tarihsel birikimi üzerinden sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir dünya mücadelesinin sürdürüleceği bir yıl olacaktır.
Bu bir kehanet değil, bilimin bize somut olarak gösterdiğidir. Çünkü tarih denilen söylencenin, diyalektik materyalizmle birlikte bir bilim olarak disipline edilmesiyle gerçekte sınıflar mücadelesi olduğu ve dahası insanlığın ilerlemesinin bu çelişki üzerinden yaşandığı bilinmektedir. Bu anlamıyla tıpkı geride bıraktığımız yıl gibi önümüzdeki yıl da sınıflar mücadelesi olarak yaşanacaktır.
Emperyalist tekeller arasında rekabetin sürdüğü, kapitalist sistemin Covid pandemisiyle daha da derinleşen krizinin, emperyalist tekellerin temsilcisi kampların arasındaki çelişkiyi artırdığı ve Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi yer yer doğrudan silahlı çatışmaya evrildiği bir tarihsel sürecin içindeyiz.
Geride bıraktığımız yıl, uluslararası alanda ABD ve AB emperyalistlerinin NATO aracılığıyla Ukrayna’da Rusya emperyalistleriyle savaşını sürdürdüğü, dahası mümkün olduğunca bu savaşı uzatarak Rusya’nın güçten düşürülme stratejisine devam ettikleri bir yıl oldu. Ukrayna sahasında karşı karşıya gelen emperyalist kampların savaşı, sosyalizm bayrağı altında bir dönem kardeşçe ve eşit bir şekilde yaşayan başta Ukrayna halkı olmak üzere Rusya ve bölge halkları açısından tam bir felaket ve yıkım olmaya devam etti.
Ortadoğu coğrafyasında Siyonist varlığın Filistin ulusuna yönelik katletme, yok sayma, tecrit ve tehcir politikasına karşı Gazze Şeridin’de Hamas öncülüğünde başlatılan 7 Ekim hamlesi, emperyalist kampların kendi aralarındaki mücadelesini de etkiledi. ABD emperyalizminin siyonist varlığa koşulsuz desteğiyle Filistin halkına yönelik katliamın boyutu, Ukrayna’daki savaşı geri planda bıraktı.
Emperyalist tekeller arasındaki rekabetin yer yer silahlı çatışmalar olarak sürmesine, emperyalist kapitalizmin ürünü olarak şekillenen ulusal çelişkilerin coğrafyamızda başta Filistin ve Kürt uluslarına yönelik ulusal imha ve inkar politikalarının eklenmesi, coğrafyamız başta olmak üzere yeni bir emperyalist paylaşım savaşını tetikleme potansiyeli taşımaktadır.
Siyonist varlığın Filistinlilere yönelik soykırıma ulaşan saldırılarının devam etmesinin yanında Lübnan’da Hamas liderini öldürmesi (ki bu eylemi kınayan TC faşizmi aynı saldırının birebir benzerlerini Kürt devrimcilere yönelik gerçekleştirmektedir) ve özellikle de IŞİD’in Suriye’de yeniden sahneye çıkması ve İran’da bombalı saldırılarda bulunması gibi gelişmeler dikkat çekicidir.
Ortadoğu coğrafyasında yaşanan bu son gelişmeler, bir yandan emperyalist tekellerin rekabetinin ürünü ve emperyalist paylaşım savaşının ön hazırlıkları olarak değerlendirilebilecek, paylaşım savaşını tetikleyecek gelişmeler olmakla birlikte (emperyalistlerin bir paylaşım savaşı başlatmaları için herhangi bir gerekçe bulunabilir), bu gelişmeler yeni bir emperyalist paylaşım savaşının ön adımları olmasa bile coğrafyamızda bölge gerici devletlerinin, bölge halklarına yönelik katliam saldırıları başta olmak üzere her türden saldırılarının ağırlaştırılarak sürdürüleceğini göstermektedir.
Bu nedenle gerek uluslararası alanda ve coğrafyamızda, emperyalistler arası rekabet ve artan çelişkilerinin bilincinde olarak, bu çelişkilerin aynı zamanda enternasyonal proletarya ve ezilen dünya halklarına yıkım ve katliamdan başka bir şey getiremeyeceğini, dahası sadece ABD emperyalizmini düşman olarak gören, özel mülkiyet dünyası ve kapitalist sistemle çelişkisi olmayan rejimlerin “anti-emperyalizm” söylemlerine yedeklenmeden, herhangi bir emperyalist kampın ya da bölge gerici devletlerinin tarafında yer almadan, enternasyonal proletaryanın ve ezilen dünya halklarının kendi mücadele ve direniş çizgisinde ısrarcı olmalıyız.
Olası bir emperyalist paylaşım savaşı da dahil olmak üzere, bölge gerici devletlerinin şu veya bu gerekçeyle coğrafyamız ezilen mazlum halklarına yönelik katliam saldırıları başta olmak üzere her türden saldırısı karşısında, enternasyonal proletaryanın ve ezilen halkların gerçek kurtuluş biliminde ısrar etmek, savaşlara ve işgallere karşı bağımsız çizgimizde taviz vermeden mücadeleyi sürdürmek gerekmektedir.
Sürecin zorluğu, uluslararası alanda ve coğrafyamızda devrimci-komünist harekete karşı fiziki tasfiye saldırısının artırılarak sürdürüldüğü, dahası soldan ve sağdan tasfiye saldırısının yoğunlaştırıldığı, emperyalist kapitalizmin “bir değil bin Hitler” hedefiyle faşist hareketlerin önünü bilinçli olarak açtığı koşullarda, devrim ve komünizm çizgisinde ısrar etmek, gerçek kurtuluşun çizgisinde sebatla yürümek, önümüzdeki yılların enternasyonal proletarya ve ezilen emekçi halkların kurtuluş mücadeleleri açısından tayin edici önemdedir.
Gerçekçi olmak ve imkânsızı istemek ancak ve ancak devrimci çizginin harcıdır.
Burjuva Cumhuriyetin yüzyılı ve faşizmin sürekliliği
Uluslararası alanda yaşanan bu gelişmeler ve özellikle emperyalist tekeller arasında artan rekabet, geride bıraktığımız yılda yüzüncü yıllarını kutlayan Türk hakim sınıfları tarafından -tarihsel deneyimlerle sabit olduğu üzere- bir kez daha fırsata çevrilmek istenmektedir. TC devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in emperyalizmle işbirliği ve işçi sınıfı ve ezilen halk düşmanlığını güncelleyerek sürdüren AKP-MHP iktidarı, durumdan vazife çıkarak bir yandan İsrail’e lanet mitingleri düzenleyip, halkın öfke ve tepkisini “dua”lara havale ederken müthiş bir ikiyüzlülükle siyonist varlıkla ticareti sürdürmeye devam etmektedir.
Dahası TC faşizmi, siyonist varlığın Filistin ulusuna yönelik katliam saldırılarının benzerini Rojava’da Kürt ulusuna karşı gerçekleştirmeyi sürdürmektedir. Filistin’de yaşanan katliamı kınayanlar aynı katliamı Rojava’da gerçekleştirmekte bir sakınca görmemektedirler.
AKP-MHP iktidarının Türk faşizmini güncelleyerek yeniden üretmesinde, uluslararası alanda emperyalist tekellerin rekabeti ve kapitalizmin krizine karşı çözüm olarak sahaya sürülen, aşırı sağcı ya da popülist muhafazakâr gibi tanımlamalarla maskelenen, gerçekte düpedüz faşist olan hareketlerin katkısı vardır.
Uluslararası tekeller ırkçılık ve göçmen karşıtlığı üzerinden yeniden faşizmi sahaya sürerken, AKP-MHP iktidarı da “yerli ve milli faşizmi” üretmiş durumdadır. AKP’nin “kindar nesil yaratma” stratejisi faşist bir çizgi ortaya çıkarmıştır. Bu çizgi söylemde “İslamcı AKP’ye muhalif”, Kemalist faşizmin “Türkçü üstün ırk” birebir devralan, sığınmacı, göçmen, kadın ve LGBTİ+ düşmanı bir faşist dalgadır. İktidarı ve muhalefetiyle burjuva klikleri, genel seçimlerde bu yeni faşist dalganın temsilcileriyle pazarlık yaparak yeni sürece hazırlamaktadırlar.
Türk hakim sınıfları tarafından bu “yeni faşist” çizginin önünün açılması nedensiz değildir. Tıpkı uluslararası alanda “neo-faşizm”in önünün açılması ve yer yer hükümet olmasının sağlanması gibi Türkiye coğrafyasında da bu “taze faşist”lerin önü açılmaktadır. Bunun nedeni TC faşizminin yüz yıl sonra içinde bulunduğu durumdan bağımsız değildir. TC rejimi, gelinen aşamada tam bir iflas tablosuyla karşı karşıyadır. Bu iflas tablosu, her ne kadar iktidardaki AKP-MHP kliği tarafından “büyük ve güçlü Türkiye” propagandası eşliğinde sürdürülse de gerçekler ortadır.
“2023 yılını aya sert iniş yapacaklarını” ilan ederek geçiren TC devleti, bırakalım aya gitmeyi, Maraş merkezli depremlerde olduğu gibi, enkaz altında kalan on binlerce insana yardım edememiştir. Resmi rakamlara göre 50 bin, gerçekte ise yüzbinlerce insan gözgöre göre katledilmiştir. TC’nin halk düşmanı ve eli kanlı bir rejim olduğu apaçık bir gerçek olarak görülmüştür.
“Yerli ve milli” propagandaları eşliğinde sürdürülen algı kampanyalarının gerçek hayatta bir karşılığı bulunmamaktadır. Nitekim TC devleti, ordu ve diyanet gibi kurumlarda istihdam edilenler dışında uluslararası alanda açıklanan bütün verilerde son sıralarda yer almaktadır. Bütün büyüklük, güçlülük propagandalarına rağmen, çocukların okullarda açlıktan bayıldığı, günaşırı kadınların katledildiği, iş cinayetlerinin olağan hale geldiği ve dahası yüzyıllık cumhuriyet tarihinde en fazla dış borcun olduğu, yüksek enflasyon nedeniyle emekçi halkın alım gücünün düştüğü bir tabloyla karşı karşıyayız.
Yüzyıllık cumhuriyet rejiminin tarihsel pratiğinin özü ve özeti, emperyalist mali sermayeyle işbirliği, coğrafyamız ulus ve halklarına düşmanlık olmuştur. Bu somut objektif gerçeklik geride bıraktığımız yılda yaşanan örneklerle daha net görülür olmuştur.
TC devletinin kuruluşundan günümüze hakim sınıf klikleri arasında iktidar mücadelesi başkanlık ve milletvekilliği seçimleriyle sürdürülmüştür. Hakim sınıfların kendilerini Kemalist ve İslamcı olarak tanımlayan kliklerinin iktidar mücadelesinin somut ürünü olarak seçimler, İslamcı kliğin zaferinin ilan edilmesiyle sonuçlansa da, 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler vesilesiyle hakim sınıf klikleri arasında devlet aygıtının imkanları ve yerel rant olanakları kendi klik çıkarları için kullanma mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir.
Bu anlamıyla Türk hakim sınıf klikleri arasında iktidar mücadelesi, Kürt Ulusal Hareketinin gerilla vuruşlarının etkisi, S.Arabistan’da oynanması planlanan futbol maçında yaşananlar, sığınmacı ve göçmen karşıtlığı üzerinden yükseltilen ırkçılık ve şovenizm dalgasıyla sürdürülmektedir.
Önümüzdeki yılda, Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinin özellikle İstanbul belediye seçimleri olmak üzere, büyük şehir belediyelerinin kazanılması mücadelesinde bu başlıklar altında, ırkçılığın, şovenizmin, faşist saldırganlığın ve her türden gericiliğin dozunun alabildiğine arttırılacağı, her iki kliğinde kitleler üzerinde yoğun bir karşı devrimci ideolojik saldırganlığı sürdüreceği görülmektedir.
Türk hakim sınıflarının İslamcı ve Kemalist söylemli kliklerinin “laiklik”, “hilafet”, “cumhuriyetin değerlerinin savunulması” gibi gündemlerin üzerinden sürdürdükleri dalaşın, işçi sınıfı ve emekçi halkın somut yaşamsal sorunlarına bir çözüm olmadığı, dahası ilericilik ve hatta devrimcilik adına örneğin laikliğin savunulması çağrılarıyla hakim sınıfların muhalif kliğinin iktidar mücadelesinin arkasında yedekleme politikalarının önümüzdeki yılda sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Devrimcilik ve hatta “komünizm” adına, ırkçılık, şovenizm, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı AKP’den “rol çalma” adına sürdürülecektir.
TC devletinin kuruluşundan günümüze laik bir devlet olmadığı açıkken ve dahası İslamcısıyla, Kemalistiyle, kendini hangi politik adlandırmayla tanımlarsa tanımlasın bütün hakim sınıf kliklerinin asıl amacının kendi kliğinin çıkarları öncelikli olmak üzere bütün sermayeyi temsil ettikleri, Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinin söz konusu işçi sınıfı ve proletaryanın çıkarları olduğunda ikinci planda olduğu yüzyıllık TC tarihinde fazlasıyla sabittir.
Nitekim İslamcı iktidara karşı “laiklik” adı altında belli başlı komprador burjuvalardan “ilericilik” beklemek, “cumhuriyetin kazanımları” adı altında Kemalizm’e ilericilik atfetmek, işçi sınıfı ve emekçi halkı sol adına rejime yedeklemek, faşizme “sol”dan katkı sunmak demektir. Halihazırda şu anda iktidar gücünü elinde tutan kliğin temsilcisi R.T.Erdoğan’ın Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından düzenlenen Ortak Paylaşım Forumu’nda yaptığı son konuşmada;
“Hiçbir zaman sermaye ayrımcılığı ve düşmanlığı yapmadık, destek asli görevimizdir. Bugün bile acı ve utançla hatırlanan 28 Şubat’taki sermayeyi renklere bölen anlayış başta olmak üzer ülkemiz ekonomisine zarar verecek hiçbir yaklaşımı kabul etmedik, etmeyeceğiz” diyerek bu gerçeği apaçık ifade etmektedir.
İslamcı AKP’nin Kemalist burjuvaziyle esasta bir derdi olmamış, elbirliğiyle halkı soymaya devam etmişlerdir.
Yeni demokratik cumhuriyet için örgütlenelim ve mücadele edelim!
Önümüzdeki yıl ve daha sonraki yıllar, Türk hakim sınıflarının iktidarlarını sürdürmek için, tabandan gelişen ırkçı, şoven, kadın ve LGBTİ+ düşmanı, kendini “seküler milliyetçi” olarak adlandırılan faşist unsurların önünü daha da açacakları bir süreç olacaktır.
Son örneğini Kürt ve Alevi bir gence saldırıda gördüğümüz, sanal medyada yapılan paylaşımlardan da “zengin” örnekleri takip edilen bu ırkçı faşist dalga karşında, düzenin korunaklı olanakları ve imkanlarının hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı açıktır.
Dahası Türk hakim sınıfları tarafından önü açılan ve yakın gelecekte kendilerini hükümette temsil etme rolü verilmesi kuvvetle muhtemel olan ve böylelikle TC faşizminin kendini yeniden üretmesine hizmet edecek olan bu tehlikeye karşı ancak ve ancak devrimci saflarda örgütlenerek, Yeni Demokratik Devrim mücadelesi verilerek yanıt olunabilir.
Türk hakim sınıflarının iktidarlarını sürdürmek için önünü açtıkları bu yeni faşist dalgaya karşı, ilerici ve devrimci hareket önemli oranda seçim gündemiyle meşguldür. Önce genel seçimlere ve ardından da kısa bir süre yapılacak yerel seçimler tartışılmakta, Türkiye koşullarında seçim gündemine olduğundan fazla bir anlam yüklenmektedir. Elbette bu durum nedensiz değildir. Esas olarak devrimci harekete yönelik tasfiye saldırısı ve reformist kuşatmayla ilgisi vardır.
Kuşkusuz seçimler kitlelerle ilişki kurmak, politik çalışma sürdürmek için bir araçtır. Ancak Türkiye koşullarında seçimlerde dahil olmak üzere bu türden araçlar talidir. Tali olmak zorundadır. Önümüzdeki yerel seçimler gündemini de bu anlayışla ele almak gerekir.
Belediye Başkanlığı başta olmak üzere her türlü mevziinin T.Kürdistanı’ndaki belediyeler kayyum atamaları örneğinde olduğu gibi kolaylıklar gasp edilebildiği, dahası seçilmiş milletvekili Can Atalay’ın kendi en üst mahkeme kararlarına rağmen serbest bırakılmayıp rehin olarak tutulduğu koşullarda, yerel seçimlerde devrimciler açısından en doğru tutum eski cumhuriyetin değil Yeni Demokratik Cumhuriyet’in propagandasını yapmak, devrimci mücadele ve örgütlenmenin kaçınılmazlığı üzerinde durmak olacaktır.
Önümüzdeki yıllar, aralarında kendini sol olarak tanımlayan sosyal şovenist çevrelerinde yadsınamaz katkısıyla (AKP muhalifliği adı altında sığınmacı ve göçmen düşmanlığına, şeriat eleştirisi adı altında Kürt düşmanlığına vb.) yeni bir faşist dalganın yükseltilip, hükümet ortağı yapıldığı bir süreç olacaktır. Eskisi ve yenisiyle bu faşizme karşı mücadelenin yol ve yönteminin ne olduğu tarihsel deneyimlerle sabittir.
Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçi halk açısından örgütlenmekten başka yol, mücadele etmekten başka çare bulunmamaktadır.