2014 yılını bir bütün olarak bir yandan egemenlerin ezilen sınıflar, milliyet, cins ve inanç kesimleri üzerindeki baskı, katliam ve çeşitli faşist uygulamalarının sürekliliği ile diğer yandan ise bu uygulamalara karşılık 2013 Haziran’ında halkın biriken öfkesinin bir sonucu olarak patlayan Gezi İsyanı’nı ruhuyla halkın sokaklara taşması, kitlesel eylemler ile geride bıraktık.
Egemenlerin bütün bu politikaları ve karşılığında bulduklarını ayrı ayrı incelemek önemli noktada duruyor; bu inceleme ile geride bıraktığımız bir yılın kitleler üzerindeki etkisini, kitle hareketlerinin egemenler üzerindeki yansımalarını, bir yıl boyunca toplumsal dinamiklerin süreçlere nasıl etki ettiği ve süreçlerden nasıl etkilendiğini asgari olarak gözlemleme şansı elde etmiş oluyoruz.
Yazımızda ezilen cins olarak kadının nasıl süreçlerden geçtiğini, bu süreçlere hangi refleksleri verdiğini incelemeye çalışacağız. Yani erkek egemen sistemin saldırılarının pervasızca sürdüğü geride bıraktığımız yılı, “2014’ün kadınyüzü”nü inceleyebilmek adına ele alacağız.
“Her olayın bir kadın yüzü vardır”dan hareketle değerlendireceğimiz bu bir yıl içerisinde; yerel seçimlerden IŞİD saldırılarına, kadına yönelik şiddet ve katliamlara, kadının görünmeyen emeğine, göçmen kadınlara yönelik saldırılara vb. birçok süreç yaşandı-yaşanıyor. Buna karşılık ise kadın dayanışması ve kadın direnişi yükseldi ve yükselmeye devam ediyor.
Kadın cinayetlerine karşı kadın dayanışması örülürken…
Kadının sokağa attığı her adımı engellemeye çalışan, yüzyıllar önce vurduğu pranganın bakiliğini sağlamak adına şiddetin türlü hallerine ve katliamlara başvurmaktan vazgeçmeyen ataerki; toplumsal cinsiyet rolleri ile kıskacına aldığı kadını 2014 yılında da şiddetle tehdit etti, en olmadı (!) katletti!
Resmi rakamlara göre 2014’te 294 kadın eşi, sevgilisi, babası, amcası… tarafından katledildi. 2013’te 237 olan sayının bu denli yükselmesi cins kırımının artışını somut olarak gösteriyor. Sayının artışını kadına yönelik politikalarla ilişkilendirebiliriz. Bir yandan kadın özgürlük mücadelesinin gelişmesi ile alakalı olan bu artış, diğer yandan da erkek egemen sistemin çaresizliğini gözler önüne sermektedir. Artık eşinden, abisinden, sevgilisinden…
Kısaca toplumsal cinsiyet rolleri ile şekillenmiş erkek egemen sistemin üreticisi “erk”ten gördüğü baskıya başkaldıran kadınların katledilme oranının oldukça fazla olduğu ortada. Durum şu gerçekliği ortaya koyuyor: kendisine muhalif kesimleri gözaltı ve tutuklamalarla susturmaya çalışan, en olmadı(!) katleden sistem, erk halini kadınlar üzerinde; prangalarıyla sağlıyor. Bu prangayı ise yine kendi oluşturduğu “namus” kavramı ile temellendiriyor. “Namus” üzerinden şiddetini uyguluyor, katlediyor. Bu şekilde erkek egemen sistem sürekliliğini sağlamaya çalışıyor. Erkek egemen sistem yüzyıllardır kadını şiddetin her haliyle, katliamla dört duvar arasındaki tutsaklığa mahkûm ediyordu.
Ancak rakamlardaki bu artışın sebebini ataerkinin sıkışması ile bağdaştırmak yanlış olmayacaktır. Ayrıca kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin bu kadar teşhir olmasını da kadın mücadelesi ile ilişkilendirebiliriz. Yaşadığımız topraklar üzerinde yaklaşık 30 yıldır aktif bir şekilde yürütülen kadın mücadelesi ile kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri daha çok yer edilirken bu yönde 2014 yılında da içerisinde Yeni demokrat Kadın’ın da yer aldığı 150 kadın örgütü bir araya gelerek “Kadın Cinayetlerine KarşıAcil Önlem Grubu”nu oluşturdu.
Temmuz ayında kurulan bu grup ile katledilen, şiddete uğrayan birçok kadının mahkemesi takip ediliyor; kadına yönelik her türlü şiddet, grubun ana gündemini oluşturuyor. 4 Temmuz 2014 tarihinde gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın “Koruma altında öldürülen kadın yok” söylemi üzerine grup, “Meclis olağanüstütoplansın” şiarıyla bir araya geldi. Grup, kadın dayanışmasını örmek adına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın işgali, konuya dair kitlesel eylem,
Kobanê’de IŞİD saldırısı altındaki kadınlara ve göçmen kadınlara yönelik şiddete dair eylemler örgütledi/örgütlemeye devam ediyor.
Söylemler ataerkiye kan taşımaya yönelik
Katledilen kadınların çantalarından koruma kararına dair kâğıtlar çıkarken ve 11 Mart 2014 tarihinde Çağlayan Adliyesi’nde koruması yanındayken katledilen HanimeAslan örneği dururken, İslam’ın söyleminin ne denli boş olduğu görülecektir. İslam’ın ardından ise, yine aynı ay içerisinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Kahkahaatan kadın iffetsizdir” (28 Temmuz 2014) şeklinde cümleler kurması; devamında cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele gününün hemen bir gün öncesinde fıtrat uzmanlığını(!) bir kez daha ortaya koyarak, “Kadın ve erkeğineşit olması fıtrata ters” demesi erkek egemen sistemin güç dengesini korumak anlamında 2014 yılını “verimli” bir şekilde kullandığına işaret ediyor. Yılın sonlarına yaklaşırken ise Erdoğan, “Yıllarcabu ülkede doğum kontrol ihanetiyaptılar, neslimizi kurutma yolunagittiler” diyerek son damgasını vurdu ve 2012 yılında yaptığı “Her kürtaj birUludere’dir” açıklamalarının arkasında bir kez daha durdu.
Erkek egemen sisteme kan taşıyan bu söylemler, kadının özgürleşmesinin önüne set örmeye devam ederken; burjuva medya da bu saldırıları pekiştirmeye devam etti. Israrla kadın cinayetlerini “cinnet”, “kıskançlık”, “öfke” vb.nin sonucu olarak sunan, reklamlarıyla toplumsal cinsiyet rollerini sağlamlaştıran burjuva medya bu anlamda Ağustos ve Eylül aylarında yayımlanan iki programla yerini bir kez daha belli etti.
“Songül Karlı ile Yeniden” adlı programla eşini 43 yerinden bıçaklayarak yaralayan Yakup Kara’ya yer veren Kanaltürk, Hasret Kara’ya “eşin seni çok seviyor” diyerek program içerisinde defalarca çağrı yapılmasına sebep oldu. Aynı şekilde Show TV’de Seda Sayan’ın programında ise, 2 eşini öldüren ve yeniden evlenmek üzere katıldığı bir evlilik programıyla tanınan Sefer Çalınak konuk edildi; “Bu kadar güler yüzlü bir katil gördünüz mü?” denilerek kadın cinayetleri meşrulaştırıldı.
Erkek anlayışın temsilcilerinden Ayşenur İslam’a “Kadın katliamı var”, Bülent Arınç’a “Tam iffetli olacağızbir gülme geliyor” ve R.T. Erdoğan’a “Fıtratımızda kavga var” ile “Soyunukurutacağız Tayyip” cevaplarını veren kadınlar; burjuva medyanın programlarına ise dava açarak programların yayından kaldırılması ve para cezası almasını sağladılar.
Yerel seçimlerde kadın
2014 Mart ayında ülke gündemini oldukça meşgul eden yerel seçimlerde ise sistem partileri kadınlara % 5 oranını aşmayacak derecede “temsiliyet hakkı” verdiğini göstererek bu konuda sınıfta kalırken ve bir kez daha erkek egemen statükolarını korurlarken; HDP-BDP gerek eşbaşkanlık sistemi gerek kota uygulaması ile bu anlamda çözüm yolu yaratarak, kadının ve de LGBTİ’lerin lehine önemli adımlar attı.
Toplamda 175 kadın adayla seçimlere giren HDP ve 168 kadın adayla BDP, sistem partilerinin temsili rakamlarını ezdi; BDP’den 3 büyükşehir ve 8 ilde, 68 ilçede ve 23 beldede kadınların belediye başkanı olarak seçilmesi ve göreve başlaması bu açıdan önemli bir başarı oldu.
Görünmeyen emek yasallaştı
Bütün bunlarla beraber kadın emeği sömürüsü de 2014 yılı boyunca çeşitli halleriyle karşımıza çıktı. Sömürü sisteminin oluşturduğu piramidin en alt kademesinde yer alan ve sosyal yaşamda olduğu üzere emek aşamasında da ezilenin ezileni olan kadınlar, çalıştıkları yerlerde yine emek sömürüsü, işçi katliamları ile karşılaştı. İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Kadın Meclisi’nin açıkladığı veriler konuyla ilgili vahameti gözler önüne seriyor.
Verilere göre 2014’ün ilk on ayı içerisinde 64’ü tarım emekçisi olmak üzere 101 kadın işçi hayatını kaybetti. Bu katliamların en öne çıkanı ise Isparta’da elma toplamaya giden tarım işçilerini taşıyan minibüsün yaptığı kaza ile birlikte 14 kadının yaşamını kaybetmesi oldu. Yaşanan katliamla beraber, kadınların yoğunluklu olarak çalıştığı mevsimlik tarım işçiliğindeki hak ihlalleri bir kez daha açığa çıktı. 24 kişi kapasiteli minibüse 46 kişinin bindirilmiş olması, yaşanan katliamın bir yanıyken; mevsimlik tarım işçilerinin uğradığı cinsel şiddet, kadının yaşadığı katmerli emek sömürüsü, iş güvenliğinin sağlanmaması meselenin diğer yanını oluşturuyor.
Yine kadınların yoğun olarak çalıştığı bir iş kolu olarak ev emekçilerine dair de Eylül ayı içerisinde TBMM’den geçen torba yasa ile birlikte görünmeyen emek yasallaşmış oldu. Yasa çerçevesinde ev işçileri aynı işverenle 10 günden az ve 10 günden fazla çalışanlar olarak ayrıldı ve bu ayrıma göre haklar tanındı. Bir ev emekçisinin aynı işverende bir ay içinde 10 günden fazla çalışıyorsa tüm sigorta haklarından yararlanması; 10 günden az çalışıyorsa, sadece iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından faydalanması (yani sağlık sigortası ve malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından faydalanamaması) anlamına gelen yasa ile birlikte ev emekçileri yine statü olarak “ev emekçisi” olamadı. Üstelik “10 gün ayrımı” ile yasal olmayan çalışma koşullarının önü açıldı.
Buna karşılık 2014 8 Mart’ında binlerce kadın tek ses olup “Şiddetten, tacizden, tecavüzden,ayrımcılıktan arınmış yaşam alanları istiyoruz” diyerek alanları doldurdu, kimlikleri üzerinde oynanan kirli politikalara karşı birleşti; görünmeyen emeğine sahip çıktı.
Kadınlar mücadelede, ön saflarda!
Yaşadığımız topraklar üzerinde 2014 yılı boyunca erkek egemen sistemin yansımaları bu şekildeyken IŞİD’in Temmuz ayında Kobane’ye; Ağustos ayında ise Şengal’e yönelik saldırıları ile birlikte savaş politikaları kadının üzerinde nasıl şekilleniyor bir kez daha tanık olduk. Kurulan köle pazarlarından, binlerce kadının maruz kaldığı taciz ve tecavüze; cinsel şiddetin erkek egemen sistemin en vahşi temsilcilerinden olan IŞİD ile birlikte kadına yönelik bir silaha nasıl dönüştürüldüğünü gördük.
IŞİD verdiği fetvalarla kadınları “savaş ganimeti” olarak gördüğünü defalarca dile getirirken, kadınlar köle pazarlarında satıldı; taciz ve tecavüze maruz kaldı. Verilen fetvalar egemenlerin politik yönelimlerinin ekseninde kadın olduğunu gösterdi. Diğer yandan da IŞİD’in saldırılarından kaçarak TC’ye sığınmak ise denize düşüp yılana sarılmak ile eş anlama geldi. IŞİD’in işbirlikçisi TC tarafından da çadır kentlerden büyük şehirlere kadınlar; yine cinsel şiddete maruz kaldı, emek sömürüsü ile karşılaştı ve “seks işçiliği”ne itildi.
Erkek egemen sistemin savaş politikaları çerçevesinde kadınların “mağduriyet”inin yanında bir direniş çizgisi de açığa çıktı. YPJ ile birlikte, kadınların kendilerine yönelik politikalarda “özne” olarak seçilmesine cevabı kendilerini bu politikalara karşı özneleştirmek; direnişe geçmek oldu. IŞİD çetelerinin bir kadın tarafından öldürüldüğü takdirde cennete gidememe fetvasının değiştirilmesi, duyulan korkuyu ve kadın direnişiyle beraber açığa çıkan gücü gösterdi.
Kadına toplumsal cinsiyet rolleri eşliğinde yüklenen misyonu yıkarak, ön cephelerde savaşan kadınların simgesi ise Arîn Mîrxan oldu. Kimliği ve bedeni üzerinde oynanan kirli politikalar ve oynayanların üzerine bedenini süren Arîn, yüzyılların ezilmişliğine başkaldırdı; kadının özgürleşmesi yolunda ölümsüzleşti.
Ortadoğu’da yer alan bir başka ülkede ise yine bir kadın, kimliğini aşağılamaya çalışanlara inat tavizsiz bir direniş sergiledi. Kendisine tecavüz girişiminde bulunan kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle İran zindanlarında tutsak edilen ve öldürdüğü kişinin ailesinden özür dilemediği için 26 Ekim günü idam edilen Reyhaneh Jabbari; Ortadoğu’daki Kürt, Arap, Fars, Ezidî kadınların boynuna asılı prangaları reddetti. Kader Ortakaya ve Sibel Bulut kadının özgürlük çığlığını pekiştirdi. Arîn’in sınırsız, Reyhaneh’in tavizsiz direnişi 25 Kasım’da kadınların şiarı oldu; kadına yönelik şiddete karşı kadınlar direnişi ve mücadeleyi alanlarda haykırdı.
Sonuç olarak; kadınlar açısından 2014, “mağduriyet” ve “direniş” gibi iki ayrı çizgiden direnişin öne çıktığı bir yılken; kadının özgürleşme mücadelesinin 2015 yılı içerisinde de büyüyeceği şeklinde öngörüde bulunabiliriz. Bu öngörü yüzyıllardır, dört duvar arasına hapsedilen kadınların özgürlük için attığı adımların büyümesi ve birçok bedelle çıkılan o duvarların arasına geri dönülmeyeceği ile alakalıdır.
[widgetkit id=1017]