2015’in ilk günlerini yaşadığımız şu dönemde, ülkede ve bölgede siyasal süreç günden güne hareketlenmektedir. Özellikle IŞİD çetelerinin saldırıları ve Rojava ekseninde süren savaş; diğer yandan ise TC egemenlerinin emperyalizmle kurduğu bağdan, son süreçte AB eksenli gelişmelere verdiği reflekse kadar bir dizi çevresel etmenle; ülkemiz egemen sınıflarının TC sınırları içerisinde yürüttükleri baskı ve zulüm düzeninin boyutu günden güne artmakta; AKP’nin başkanlık sistemi projeleri fiili padişahlık düzenine yürümektedir.
Tüm bu tablo içerisinde, toplumsal muhalefet birikmekte, işçi ve emekçilerin; ezilen cins, ulus, inanç ve milliyetlerin baskı ve sömürü düzenine duyduğu öfke artmaktadır. Toplamı sınıf mücadelesinin mayalanmasına, kitlelerin yakıcı kudretinin önümüzdeki süreçte hareketlenmesine delalet olan bu gelişmelerin yorumlanması, bir çerçeve çizilerek arkada bıraktığımız 2014’ün, 2015’e neyi-nasıl ve ne biçimde devrettiğinin tartışılması önemlidir.
2014: AKP’de bozulma, yapısal çürüme
2013 yılına damgasını vuran iki gelişme olan Gezi İsyanı ve devamında, egemen sınıf kliklerinin iç mücadelesinin patlama noktası olan 17-25 AralıkYolsuzluk Operasyonlarının hararetli koşullarında girdiğimiz bir yıl olarak 2014 yılı, birçok gelişmeye tanıklık etmiştir. AKP’nin siyasal temsilciliğini üstlendiği ülkemiz egemen sınıfları açısından safların yeniden tahkimi, 2014 yılına yayılan siyasal gelişmelere renk verirken; artan ekonomik kriz, sansür eylemlerinden 1 Mayıs’a; 15’indeki fidanımız Berkin Elvan’ın milyonların yüreğine gömülmesinden, Soma, Ermenek, Torunlar Center gibi işçi katliamlarına yönelik tepki eylemlerinden Kobane Serhildanı’na kadar sokağa yansıyan kitle muhalefetine yönelik devletin saldırgan tutumu 2014 yılında egemen sınıfların temel pratiğini teşkil etmiştir.
Gezi İsyanı ardından gün yüzüne çıkan AKP’nin “hedef
AKP’nin 12 yıllık iktidarı boyunca “siyasal istikrar” eleştirisinden zeminini hazırladığı “Başkanlık sistemi” çerçevesinde şekillenen otoriter eğilimi, bu temelde 2014 yılında daha da gelişmiş ve imam hatiplerin yaygınlaştırılmasından Osmanlıca eğitim dayatmalarına, internet sansürüne kadar bir dizi yerde toplumsal yaşama yönelik müdahaleye dönüşmüştür.
Egemen sınıfların saflarını yeniden tahkim etmesinden bahsederken kastımız, esas anlamda Gezi İsyanı ve 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonları ile birleşen/ etkileşime giren şekilde dış siyasette yaşadığı ucme (çukur) durumu giderme tasarrufudur. Ki bu anlamda 2014 yılının ağırlıklı kısmını kapsayan seçim, AKP açısından işlevli olmuştur. 31 Mart yerel seçimleri ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu anlamda ülkemizdeki egemen sınıfların klikler arasındaki mücadelelerinde çarpıcı örnekleri de açığa çıkartmış, saflaşma ve gruplaşmalar ile AKP içerisinde yaşanan ayrışmalar; sistemin yaşadığı bozulma ve çürümenin boyutunu gözler önüne sermiştir.
Bu anlamda AKP’nin 12 yıldır körüklediği ve özellikle Gezi İsyanı’nın ardından daha da kemikleştirdiği toplumsal kamplaşma iklimi kitlelerin malumundayken, düzenin kurucu partisi CHP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde Gülen Cemaati ile 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise MHP ile giriştiği ittifak tencere kapak metaforuna örnektir.
AKP saflarında ise, İdris Bal ve Hakan Şükür ile başlayan ve bazı il ve ilçe yönetimlerine sıçrayan ayrışmanın bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün fiili olarak siyasetten uzak tutulmasına kadar uzanması, düzen partilerinin yaşadığı sarsıntının resmidir. AKP’nin eleştiriyi şeytanlaştıran, her karşıt tutumu komploya bağlayan yaklaşımı bahse konu sarsıntı ile birleşince; karşımıza günden güne şiddeti artan bir hükümet gerçekliği çıkmaktadır ki, bu da yazının ilerleyen bölümlerinde tartışacağımız ülke içi ve dışı birçok gündemde egemen sınıfların konumlanışlarına karakter kazandırmıştır.
2014’ten 2015’e: Ekonomide daha da dibe!
Arkada bıraktığımız 2014 yılını değerlendirirken, sayabileceğimiz birçok gelişme ekonomik temelden ve TC’nin günden güne gerileyen iktisadi tablosundan azade değildir. Ve hatta denebilir ki; sistemin ekonomik anlamda sürüklendiği dereke, Ortadoğu ve bölge siyasetinde ve bunun içe yansımaları ile şekil alan ülke içi siyasette belirleyen pozisyondadır.
TC’nin emperyalizmle göbekten kurduğu ilişki, tarihsel bir gerçek olarak bilinmektedir. Yarı-sömürge yapısı ile dünyaya eklemlenen TC’nin 2014 yılına girerken içinden geçtiği koşullar, bir yandan 2008 krizinin etkilerinden sıyrılmaya başlayan ABD ekonomisinin yeniden finans piyasalarının çekim merkezi haline gelmesi sonucu ekonomik girdisi yavaşlayan, bölgesel enerji savaşlarından etkilenen, Ortadoğu’da Arap Baharı’nın ardından süren savaşlardan dolayı ticari kuvveti düşen bir tabloya işaret etmektedir.
Amerikan Merkez Bankası’nın tahvil alımlarını durdurarak faizleri yükseltme çabası 2014 yılının Mart ayından beri gündemdedir. ABD’de istihdam son 11 yılın maksimum seviyesine ulaşırken, ekonomi de geçen yıl yaşanan % 4,6’lık küçülmenin aksine, % 5 oranından büyümüştür. Dolar son 9 yılın rekor seviyesinde değer kazanırken gelir eşitsizliği ise son 100 yılın doruk noktasındadır. Yani emperyalizm faturasını emekçilere kestiği krizden sıyrılmayı becerirken, dünya üzerinde kurduğu iktisadi tahakkümle birlikte bedelini Türkiye gibi ülkelere de ödetmektedir ve 2014’te 2015’e devreden süreç bu temelde Türkiye ekonomisinin geçirdiği sarsıntılarla doludur.
AKP’nin geçmişten devraldığı ve 2014 yılında da süreğenleşen sorunu olan cari açık 2014’te de ekonomik gerilemede etkisini korumaktadır. Diğer yandan AKP’nin 12 yıldır yarattığı ve polisinden savcısına, ordusundan bürokrasinin tüm kademelerine kadar sağladığı kurumsallaşmaya rağmen 2014 boyunca sergilediği “eski yol arkadaşlarını tasfiye” pratikleri ve Ortadoğu’daki savaşa taraf olma hali siyasal istikrarsızlığı da beraberinde getirmektedir. Tüm bu tablo, 2009 yılında artan “büyümeye” kaynaklık eden yabancı sermaye akınını geriletmiş, özellikle 2014 yılında AKP açısından dibe doğru seyahat başlamıştır.
Tabii burada tek kaynak ABD kaynaklı değişimler değildir. TC’nin Ortadoğu gerici çetelere alenen verdiği destek ile Rusya ekonomisinin yaşadığı krizin Türkiye’ye etkileri ile TC’yi bu noktada çıkmaza sokmaktadır. Suudi Arabistan’ın yönelimi doğrultusunda piyasada petrol ve likit doğalgaz fiyatlarının ciddi oranlarda düşmesi, Ukrayna sorunu temelinde AB-ABD ittifakının yaptırımları da Rusya ekonomisinde sinyallerin çalmasına vesile olmakta ve son altı ayda Ruble’nin Dolar karşısında % 80-% 90 oranında değer kaybetmesi şimdiden Türkiye gibi Rusya ile ticari bağları güçlü olan ülkelerde 2015 yılına dair kaygıları artırmaktadır.
Türkiye-Rusya arasındaki ticaret geçtiğimiz yıl 32-33 milyar dolar dolaylarındadır. Özellikle inşaat, tekstil ve Turizm sektörü ile enerji nakli Rusya ve Türkiye arasındaki ticari bağın temel hatlarıdır. Bu koşullarda TC’nin turizminin % 30’u, süren binden fazla inşaat projesi önümüzdeki yıl düşecek, Ruble’nin yaşadığı kayıp Rusya’yla ticareti ikircikli hale getirecektir.
Ekonomide TC’nin 2014’ten 2015’e devreden dibe doğru seyahatinin en çarpıcı yanı ise, devletin harcamalarıdır. TC ekonomisi TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre, 2014’te 2013’e göre dolar bazında % 5.5 civarı küçülmüştür. Ek olarak, Başbakan’ın 2014 başında koyduğu milli gelirin 14 bin dolara çıkması hedefi tutmamış, hatta 10 bin doların da altına düşmüştür. Tüm bu tablo içerisinde ise hane halkının toplam harcamadaki payı % 7-8 civarını geçmezken kamu harcamaları toplam bütçenin % 30’undan fazladır. Ki buna güvenlik harcamalarından örtülü ödeneklere kadar devletin faşizmin militer kuvvetlerine yaptıkları harcamaları da kattığımızda, emekçilerin sefalet koşullarının daha da derinleşeceği bir 2015’in kapıda olduğu görülecektir.
Bu nedenle de ülkemiz egemen sınıfları, bir yandan AB yönelimini tartışırken diğer yandan AB’den kopmakta; Transatlantik Gümrük Birliği’ne girmek için raporlar hazırlatırken diğer yandan ABD politikalarına cevap olamamakta, her adımda dibe gidişi hızlandıran çırpınışlara girişmektedir.
2014’ten 2015’e: AKP çırpındıkça Ortadoğu’ya batıyor
AKP’nin ve ülkemiz egemen sınıflarının 2014’ten 2015’e biriktirerek devrettiği bir diğer çözümsüzlük yumağını ise, Ortadoğu’da devam eden süreç; ezilen halklara yönelik saldırılar, emperyalizmin dizayn çabaları ve AKP’nin bu temelde konumlanışı oluşturmaktadır.
Dış politikanın iç politikayı belirlediği bir pozisyon yaşanıyormuşçasına her şeyin sağlamasına dönüştüğü dış politika TC’nin 2014 politikalarının görünür olduğu alandı. Emperyalizmin bölgeye müdahalesi ile birlikte, on yıldan fazladır ki, Ortadoğu’da savaş dinmemiş, sınırların, devletlerin ve devletlerin niteliklerinin her seferinde baştan dizaynı, bölgede demografik yapıyı da değiştirmiştir.
Demokratik kalkışmalar ve dipten gelen sınıfsal öfke sınıf önderliğinin yoksunluğu nedeniyle manipüle edilmiş ve öfkenin yansıyan çelişkisi özellikle kendini, çizgisini kaybetmiştir. Tekfirci (dinci/katliamcı) örgütler emperyalistler ve onun yerli uşaklarınca seferber edilerek, halk kitlelerinin birliği parçalanmış ve emperyalist politikalara entegre edilmiştir. Bu süreç uzun soluklu bir dönemi kapsamakla birlikte, 2014 yılında TC egemenleri açısından da bir hayli girişim sergilenmiştir.
Türk egemen sınıflarının siyasal temsilcisi, AKP’nin iç politikasını da merkezden kesen bu yönelim; 2014 yılında Ortadoğu’da “sıfır sorun”dan “sefer sorununa” evrilen, günden güne tekeri çamura saplarken bölgesel kamplaşmada hedef haline gelen (Reyhanlı vb saldırılar örnektir) bir Türkiye profili çizmektedir. Bir yandan emperyalizmin bölgesel dizaynına can-hıraş ortak olan TC, özellikle bölgede Kürt Ulusal Hareketi’nin Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale içerisinde hedeflenmesini sağlamaya çalışmış, Rojava Devrimi’nin kazanımlarını bölgesel savaş içerisinde yok etmeye girişmiştir. Başbakan Davutoğlu’nun “IŞİD bir tepki örgütüdür” diyerek minimalize ettiği mezhepçi vahşetin, Kobanê ve Rojava’ya yönelik saldırılarının altında da TC’nin bu yönelimi vardır.
Ancak IŞİD saldırıları üzerinden ortaya çıkan Irak’taki parçalanmış tablo ve IŞİD’in Kobanê Direnişi ile birlikte tekeri çamura saplaması; emperyalistler açısından bir politika değişimi yaratırken, TC’nin Kürt Ulusal Sorunu temelinde kurduğu ilişki, bu değişime adaptasyon sorunu yaratmıştır. 2014’ün sonlarına doğru gerçekleşen Halifax Güvenlik Forumu’nda ABD’nin IŞİD ile mücadeleden sorumlu emekli generali John Allen, Türkiye ile Irak konusunda anlaştıklarını ancak Suriye’ye dair yönelim koyma konusunda ortaklaşamadıklarını beyan ederek bu gerçeği gözler önüne sermektedir. TC’nin Esad takıntısı olarak tarif edilen sürecin esası TC’nin bölgesel rol alma takıntısı iken, bu sürecin TC açısından cidarı Esad olarak görülmekte ve Esad’ın baskıcı politikaları bahane edilerek savaş çığırtkanlığı yapılmaktadır.
Tüm bu tablo içerisinde 2015’e girerken ikinci adımı olan görünmeyen dış politika hamleleri ile Ortadoğu yönelimini koruyan AKP, bu temelde yol yürüyeceğini şimdiden açık etmekte, ekonomik krizi de derinleştirecek olan bir cendereye doğru ülkeyi sürüklemektedir.
2014’ten 2015’e: Kitlelerdeki öfke, patlamaya hazırlanıyor
Buraya kadar aktardığımız kısım, sürecin genel hatlarına aittir. Gazetemizin başka sayfalarında derinlikli ele alınacağı için; kadın mücadelesinden ekolojik temelli sorunlara, işçi mücadelesinden Kürt ulusuna yönelik saldırılara sürecin okunmasına kadar; kitlelere yönelen devlet şiddetinin ve artan zulmün nasıl sonuçlara gebe olduğunun tartışılması açısından kısa değinilerde bulunacağız.
2014 yılı, Gezi İsyanı’nın sarsıcı etkilerinin kitlelerde biriktirdiği öfkeye, 17 Aralık süreci ile birlikte hırsız-yolsuz yönü daha fazla teşhir olan hükümetin artan saldırılarının eklenmesiyle başlamıştır. 12 yıllık AKP iktidarının her yıl katlanarak artan işçi katliamları ve daha fazla örgütsüzlüğe mahkûm ettiği, taşeron ve kuralsız çalışmayı günden güne daha fazla örgütlediği çalışma koşullarında bu yıl 1800’lü rakamlara ulaşmıştır. Soma’da 301, Torunlar Center’de 10 ve Ermenek’te ise 18 işçinin katledilmesi ile kamuoyunda da görünür olan bu soruna dair kitlelerin, geçtiğimiz yıllara göre artan bir refleksinin olduğu ve bunun 2014’te daha da geliştiği gözlemlenmektedir.
Halk kitlelerinin AKP’ye ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşamın her alanını kontrol eden, muhafazakâr tutum ve yaşam verilerini toplumda örgütleyen; yasakçı, tekçi, cinsiyetçi yaklaşımlarına karşı tepkisi de 2014 yılında sokaklara renk veren, Gezi İsyanı’nın ardından toplumsal muhalefetin attığı adımları gün yüzüne çıkartan süreçler olmuştur. Özellikle sansür eylemleri ile kadın örgütlülüklerinin kadın cinayetlerine karşı yaptığı yürüyüşler, yine LGBTİ Onur Haftasına katılan 10 binler, toplamı sınıf mücadelesine dahil olan çelişkiler sarmalının parçalarıdır.
Yine ekolojik yıkıma dur diyerek yaşam alanlarının sahiplenilmesi, şehirlerde kentsel dönüşüme karşı verilen mücadele, Yırca köyü gibi doğasına sahip çıkan köylülerin işgal eylemleri gibi kimi pratikler de kitlelerin kendi gündemlerine müdahalede öfkeyi bileyen, direnişi resmeden pratiklerdir.
Tüm bunların üstüne AKP’yi köşeye sıkıştıran, yırtıcılaştırarak faşist özünü deşifre eden en güçlü yumruk ise; şüphesiz, Kürt Ulusal Hareketi saflarından gelmiştir. Çözüm süreci tartışmalarıyla birlikte Kürt ulusal dinamiğinin, özellikle Kobanê Direnişi ve Türkiye’deki serhildan sürecinde verdiği refleks; kitlelerin yakıcı kudretini, şehitler vermek pahasına geniş yığınların seferber edildiğinde 30 yıl sonra OHAL ilan edecek denli devlete korku salınabileceğini göstermektedir. Hatta denebilir ki, 2014 yılının iç ve dış siyasette en güçlü etkileri bu gündem temellidir.
Kürt halkının Kobanê’de savaş siperlerine gönderdiği binlerin direncinin, sınıra akın ederek Türkiye’ye sığınan halka kucak açtığı binleri de eklediğinde; AKP’nin 2015 yılına dair en temel meşguliyetinin bu gündem çerçevesinde olacağı açıktır. Ülkemiz devrimci ve komünistlerinin bu direnişe katılım göstermeleri de bu anlamda bir değer açığa çıkartmakta ve Kürt ulusal mücadelesinin kitleler nezdinde yakaladığı meşruiyet göstermektedir.
Toparlarsak eğer; Güvenlik Yasası gibi yasalarla “yeni” Türkiye projelerini “Büyük Türkiye Hapishanesi” projelerine çevirmeye çalışan AKP iktidarı, giriştiği tasfiye hareketi ile toplumsal muhalefeti sindirmeye çalışmaktadır. On yıllarca yol yürüdükleri eski “yol arkadaşları”nı temizlemeye girişen, ahlakçı-dinci kalıpları ile ülkeyi yeniden ortaçağa sürükleyen bir Cumhurbaşkanı/başbakan ve hükümet gerçekliği vardır. Zaman gazetesi operasyonu ile toplumsal bilinci manipüle etmeye çalışan AKP’nin varlık süreci kendi içindeki çatlakların şiddetini göstermektedir. Her çatışmanın kendi içinde yarattığı örgütlenmeyi de hesaba kattığımızda, klik dalaşı olarak tarif ettiğimiz Cemaat-AKP dalaşı halk kitlelerine hakaret ve saldırı olarak dönecektir. 2014’ten 2015’e devrettikleri ile kendi çukurunu kazan bu egemen sınıflar gerçekliği, karşıtı olarak bir öfkeyi biriktirmekte; kendisini toplumsal kamplaşmalar üzerinden örgütlerken geniş yığınların yaşam koşullarını günden güne kötüye sürüklemektedir.
Tüm bu tablo içerisinde kuşkusuz ki, bu düzeni tarumar etmek; yukarıda da değindiğimiz muhalif damarların güçlenmesine, birleşmesine ve komünist öncünün örgütlü müdahalesine ihtiyaç duymaktadır. Lenin yoldaşın ifade ettiği gibi; “Hangi kıvılcımın -ekonomik vepolitik dünya krizinin etkisiyle bütün ülkelerde uçuşan yığınla kıvılcımdanhangisinin- yangını başlatacağını, yanikitleleri özellikle sarsacağını bilmiyoruzve bilemeyiz. Bu nedenle yeni, komünistilkelerimizle, en eski, en küflü, en iflaholmaz görünen alanları ‘işlemek’ içinburalara gitmekle yükümlüyüz. Çünküaksi takdirde bu görevin üstesinden gelemeyiz,çok yönlü olamayız, bütün silahlarahâkim olamayız, ne (toplumsalyaşamın bütün alanlarını burjuva tarzdaörgütleyen, şimdi ise dağıtmış bulunan)burjuvazi üzerinde zafere, ne dezaferden sonra tüm yaşamı komünisttarzda yeniden örgütlemeye hazırlıklıolabiliriz.” (Lenin Seçme Eserler Cilt: 10 Syf: 159-160 İnter Yayınları)
[widgetkit id=1018]