1988 Mersin doğumluyum. Ailem 1986 yılında, devlet köylerini yakıp evlerini yağmaladığı için Mersin’e göç etmek zorunda kalmış. Yani Kürt için “göç” daha doğmadan başlıyor bu topraklarda. Mersin’e geldikten sonra babam profesyonel olarak politik faaliyet yürütüyor ve ben 1 yaşındayken gerillaya katılıyor.
’94 yılında yaralı olarak yakalanıyor ve müebbet hapis cezası alıyor. 27 yıldır hapishanede ve kanser hastası. Ben babamla, hapishane görüşlerine giderek tanıştım ama asıl “babam var benim” dediğim dönem, onunla bir yıl aynı koğuşta kaldığım dönemdir. On yıllık hapishane sürecimde babamla bir yıl aynı koğuşta kaldım. O yüzden diğer kardeşlerime göre daha şanslıydım.
Açlık grevinin 116. gününde tahliye edildim ama kısa bir süre sonra tekrar yargılama olacağını biliyordum. Müebbet hapis cezası ile yargılandığım bir davam vardı. Hem uzun yıllar hapishane koşulları hem de açlık grevinin etkisiyle ciddi sağlık sorunları yaşıyordum. Çıktıktan bir gün sonra Rojava’ya geçme kararı aldım. Suruç üzerinden Rojava’ya geçecektim. Belli bir mesafeyi koşarak geçmem gerekiyordu fakat sağlık sorunlarımdan kaynaklı geçiş istenmeyen sonuçlar doğuracağından gidiş iptal oldu.
O dönem TC Rojava’ya yönelik saldırılarını artırınca benim bu koşulda sınırı geçmem imkansız bir hal aldı. Sağlık durumum giderek daha da kötü oldu ve arkadaşlar bu şartlarda Rojava’ya gitmemin doğru olmadığını söyledi. Daha sonra hızlı bir şekilde, başka bir isimde kimlik/pasaport çıkarıp Makedonya’ya giriş yaptım. Sırbistan sınırına giderken yakalandım, gözaltına alındım. İki gün boyunca polis şiddetine maruz kaldım. Sonunda beni Makedonya’ya teslim ettiler ve oradan da Türkiye’ye iade edildim. Adıma çıkarılan kimlik deşifre olmadığı için, beni yurtdışına yollayan ekip aynı gün Kosova’ya gönderdi. Bir gün içinde yaşadığım haraketlilik beni bile şaşırttı.
Kosova’da üç aylık yürüyüş “maceram” başlamış oldu böylelikle. Hapishaneden çıktığımda “akıllı telefon” kullanmasını bilmiyordum. Ben girdiğimde tuşlu telefonlar vardı. Kendime bir telefon alıp navigasyon ile yola koyuldum. Gündüzleri saklanıp geceleri zifiri karanlıkta orman ve dağlarda yürüyordum. O kadar karanlıktı ki, önüme uçurum çıksa düşerdim herhalde. Normalde karanlıktan ve yabani hayvanlardan korkarım. Şimdi düşününce o dönem nasıl üç ay boyunca yürüdüm bazen şaşırıyorum.
Gündüzleri küçük kasaba veya şehirlere inip yiyecek alıyordum ve telefonumu şarj ediyordum. Tabi yedek şarj aletimin olması işimi kolaylaştırıyordu. Üç günde bir insanların yaşadığı alanlara inmek zorunda kalıyordum ihtiyaçlarım için. Bu üç aylık süre içinde 8 defa yakalandım. Yakaladığımda Kamışlı’dan geldiğimi söylüyor ve sadece Kürtçe konuşuyor, Türkçe bilmediğimi söylüyordum. Yakalandığım ülke neresiyse, örneğin Makedonya ise oraya iltica etmek istediğimi söylediğimde beni serbest bırakıyorlardı. Tabi çok ciddi şiddete de maruz
kaldım her seferinde. Özellikle çıplak arama beni en çok rahatsız eden şeydi. Tabi ki her seferinde direniyordum, direndikçe saldıranları daha da artıyordu. Üzerimde ne varsa el koyuyorlardı. Çanta, para, telefon… Kemerime gizli bir bölme yapmıştım ve paramı orada saklıyordum. Her çıktığımda tekrar gıda ve telefon almak durumunda kalıyordum. Hatta bir keresinde ayakkabımın tekine bile el koydular.
Sonradan öğrendim ki, yürümemizi engellemek için yapılan bir şeymiş bu. Düşünün, param olmasa ayakkabısız, telefonsuz bir şekilde orada kalacağım. Yollarda ölen/öldürülen, tecavüze uğrayan bir sürü göçmen var. Bunlar göçün belki de en az konuşulan kısmı. Yürürken hep şunu düşündüm; “Türkiye’de olsaydım en az 30 yıl daha tutsak edilecektim. Şimdi hayattayım ve mücadele edecek gücü tekrar toplamalıyım!”
Hem açlık grevinin etkisi hem de bu yürüme süreci bende ciddi sağlık sorunları oluşturdu. Bugün bile bu sorunlar azalsa da hala etkisini yaşıyorum. Hava gündüz aşırı sıcak, gece ise soğuk oluyordu. Zaten zayıf olan bünyem yıprandı ama içimdeki inanç beni ayakta tutmaya yetti. Yiyecek ve şarj olayını bir şekilde hallediyordum ama su ve temizlik sorunu ciddi anlamda beni zorladı. Gıda almak için indiğim yerleşim yerlerinde cami veya çeşme oluyordu. Oralarda vücudumu temizlemeye çalışıyordum. Tabi ne kadar temizlemek denirse…
Üç ayın sonunda yürüyerek İtalya’ya geldim. İhtiyaçlarımı gidermek için şehre indim. Bir parkta otururken tam karşımda döner satan bir dükkan gördüm. İçeriye dikkatli baktığımda Kürdistan bayrağı asılı olduğunu gördüm. Tabi onca sıkıntıdan sonra böyle bir şey mucize gibi geldi. Dükkana girdim ve bir şeyler yedim. Dükkan sahibi ile sohbet ettim ve her şeyi olduğu gibi anlattım.
Beni evine götürdü ve iki gün misafir etti. Kendimi toparlama fırsatı buldum. Bu süre içinde Almanya’ya gitme kararı aldım. Evinde beni misafir eden arkadaş, yol param dahil birçok ihtiyacımı karşılayıp beni Almanya’nın Münih kentine yolladı.
Oradan da kurum ile iletişim kurup Hannover’de geldim ve iltica talebinde bulundum.