Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından açıklanan 2020 Yeni Ekonomi Programı’nda yer alan başlıklardan bir tanesi de 75.9 milyar lira tasarruf edileceği. Ama tasarruf ne “itibardan” ne de komprador bürokrat kapitalizmin özenti şatafatından yapılıyor. Tasarruf işçi-köylü ve tüm emekçilerin alınteri ve emeğinden yapılacak, dizginsiz sömürü dalgası tsunami gibi köylüyü vuracak. 2019’un ilk aylarında açıklanması gereken tarımsal desteklemeler yılın sonuna gelinmesine rağmen açıklanmadı. Köylü bu yıl ürününü ekti, biçti ve ne kadar destek alacağını bilmeden sattı. Sonbaharda yeni ekim dönemine başlayan üretici hangi üründen ne kadar destek alacağını bilmediği için büyük bir bilinmezlik içinde tarlasına girmekten korkuyor.
“Anlaşılan kriz dönemlerinde ülke tarımı ve üretici köylüye verilen desteklerin azaltılması ilk akla gelme özelliği devam edecek. 1994’te yaşadığımız ekonomik krizde böyle olmuştu; önce tarım desteklerinin azaltılması kararlaştırıldı, destek verilen 26 ürün 9’a düşürüldü. 2001 krizinde tarım topyekun hedefe konuldu.” (Sedat Başkavak, Tüm Köy-Sen) 2018’de başlayan ekonomik krizde de egemenler için krizden çıkış senaryosu aynı, köylülüğün/küçük üreticiliğin tasfiye edilerek çok uluslu tekellere alan açılması. Berat Albayrak’ın açıklamış olduğu 2020 YEP, sınıflar mücadelesinde tarihin tekerrürünü gösteriyor.
1974’te dünya piyasalarını etkisi altına alan krizden çıkış olarak belirlenen ve adına küreselleşme denilen süreçle birlikte tarımda sübvansiyonların kaldırılması, desteklere sınırlama getirilmesi tarımda tasfiyenin ilk basamakları olmuştur. 1980’li yıllarda emperyalist-kapitalist rejimin yeni ekonomik yönetim biçimi olan neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikalarının sömürge, yarı sömürge ülkelerde uygulanmaya başlanmasıyla birlikte kamu elinde olan üretim araçları piyasa lehine özel şirketlere bırakılmış, yarı sömürge ülkelerde kamu desteği olmadan ayakta kalma gücü zayıf olan tarım alanında ise kamu desteği alan ürünlerde sınırlamaya gidilmiştir. Rejim kriz sarmalından kurtulmaya çalışırken tarımsal üretimin dibine de böylece kibrit suyu dökmüştür.
Kamu elinde olan üretim araçlarının özelleştirilme sürecine alınmasıyla birlikte tarımsal üretim faaliyetleri bu saldırıların odak noktası olmuş, en kapsamlı tasfiye girişimi de tarım alanında gerçekleştirilmiştir. Bu sürecin sonunda birçok tarım ürünü tasfiye edilmiş veya tamamı uluslararası gıda ve ilaç sanayi tekellerinin kontrolüne geçmiştir. Türkiye’de 24 Ocak ekonomik kararların neo-liberal serbest piyasa saldırısının temellerini oluşturduğu bilinir. Bu ekonomik-politik saldırı modeli üç temel saç ayağı üzerine inşa edilmiştir. Liberalizasyon(serbestleşme), deregülasyon(kuralsızlaştırma) ve pirivatizasyondur(özelleştirme). 24 Ocak kararlarının Türkiye’ye dayattığı “özelleştirme süreci, kamusal hizmetlerin metalaştırılmasıyla genişletilmiştir. Böylece devletin gerek tarım ve sanayi gibi üretken sektörlerdeki gerekse sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlerdeki varlığı önemli ölçüde gerilemiştir. Devletin çekildiği her alana kısa sürede ‘yerel’ sermayenin yanında küresel tekellerin yönetim ve denetimine geçmiştir.” (Türkiye’de tütün… Nuray Ertürk Keskin-Melda Yaman Notabene Yayınları)
Tarımın Tasfiyesinin En Önemli Aktörü Mevcut İktidardır
Emperyalist rejimin yarı sömürge ülkelere dayattığı politikaların sonucu olan bugünkü tablonun en önemli aktörü mevcut siyasi iktidar partisidir. AKP iktidarının uyguladığı tarım politikalarının temelleri 1980’lerde atılmış olsa da neo-liberal serbest pazar ekonomisinin tarım alanında bir bütün hayata geçirilmesi 2003 sonrası başlamıştır. 2006’da Türkiye’de ilk tarım kanununu çıkarmakla övünen siyasi iktidar tarım kanunuyla birlikte “Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası ve DTÖ Tarım Anlaşması”nda belirtilen taahhütlere de harfiyen uyan ilk hükümettir. Yerli tarım pazarının uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülüğe uygun ekonomik politika belirleneceği, emperyalist gıda ve ilaç sanayi tekellerinin çıkarlarının gözetileceği, çıkartılan her tarım yasası ve yönetmelikte buna uygun hareket edilmiş ve tarımsal destekleme de bundan payına düşeni almıştır.
“1999 IMF StandBy Anlaşması ve Dünya Bankası Tarım Reformu Uygulama Projesi ( TRUP) Anlaşması ile tarım politikası uluslararası sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmış, devletin görevi bu doğrultuda yasal düzenlemeler yapmaya indirgenmiştir.”(Praksis Sayı 43) Uluslararası sözleşmelerle birlikte tarımsal desteklemeden yararlanabilmek için Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olma zorunluluğu getirilmiştir. Türkiye’de 5.2 milyon civarında bir nüfus tarımda istihdam ederken sadece 2.1 milyon üretici ÇKS’ye kayıtlı. İMF, DB, DTÖ ve AB ile yapılan uluslararası anlaşmalar ÇKS’ye kayıtlı olmayan köylüyü sadece tarımsal desteklemeden değil, iklim değişimi nedeniyle artan “doğal afet”lerden zarar gördüklerinde de korumuyor, tarım sigortası yaptırılmıyor. Düşük faizli tarım kredisi alınamıyor. Köylü/küçük üretici kamu bankaları ve Tarım Kredi Kooperatifleri’nden yasal hakkı olan düşük faizli krediyi alamıyor. Küçük üreticinin bankalara olan borcu 100 milyarın üzerinde, köylü kredi borcunu ödeyemediği için bankalarla davalık, toprağına, traktörüne ve benzeri üretim araçlarına haciz geliyor. Ürünü tüccar, tefeci, özel şirketlere oranla daha uygun alım yapan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) satamıyor…
Coğrafyamızda faal olarak kullanılan 23 milyon 200 bin hektarlık tarım arazisi bulunmasına karşı bunun 15 milyon 162 bin hektarlık alanı Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı (2018). 2.1 milyon üreticinin ÇKS’ye kayıtlı olduğu hesaplandığında köylü için desteklerden yararlanmak kolay olmuyor. AKP iktidarı tarafından 2006 yılında çıkartılan tarım kanunuyla (Kanunun 21. Maddesi: Tarımsal destekleme programlarının finansmanı bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak Gayrisafi Milli Hasıla’nın yüzde 1’inden az olamaz.) Zorunlu hale getirilen GSMH’nin en az yüzde 1’i tarımsal destekleme olarak kullanılır hükmü şu ana kadar hiç uygulanmadı. 2007’den bu yana yasal zorunluluk olarak kullanılması gereken para 226 milyar iken bunun sadece 123 milyar lirası kullanılmıştır. Ekim ayında cumhurbaşkanlığı tarafından mecliste açıklanan 2020 bütçesinde de durum devam etmektedir. “2019 yılı tarımsal destekleme için ayrılan tutarın 44 milyar lira olması gerekiyor. Ancak 2019 bütçesinden ayrılan pay sadece 16.1 milyar olmuştur. 2020 yılı için ise 22 milyar liralık tarım destekleme öngörülüyor. Öte yandan yine hükümetin ekonomik programına göre 2020 yılı GSMH 5.1 trilyon olacak. Dolayısıyla 51 milyar lira tarımsal destek verilmesi kanuna göre zorunluyken bütçeden tarımsal destekleme için ayrılan pay bunun yarısı bile edemedi.” (20 Ekim 2019, Birgün)
2018’de başlayan ekonomik kriz köylü/küçük üretici için 2019 yılının daha zor geçmesine neden oluyor. Döviz kuruna bağlı ithal üretim araçları (tohum, ilaç, gübre, mazot, traktör, elektrik vb.) piyasada yaşanan dalgalanma ile birlikte girdi maliyetlerinde yüzde yüzlere varan artışlar oldu. Siyasi iktidar partisi yaşanan ekonomik krize paralel olarak sıklıkla kullandığı yerli ve milli sloganı gerçeklerle örtüşmüyor. Bir köylünün; “Tohum ithal, ilaç-gübre ithal, mazot-elektrik ithal, A’dan Z’ye her şey ithal, tarlada sadece ben ve eşim yerliyiz” sözü Türkiye’de tarımın nasıl yerli ve yabancı gıda ve ilaç sanayi tekellerine teslim edildiğini gösteriyor.
Bu yıl desteklerin hala verilmemiş olması köylüyü pazarda tüccar, tefeci ve özel şirketler karşısında savunmasız bırakıyor, iflasa sürükleyerek üretimden çekilmeye zorluyor. Binlerce yıllık tarımsal üretim tarihi olan Anadolu-Mezopotamya’nın bereketli toprakları emperyalist tekellerin at koşturduğu bozkırlara dönüştürülüyor.