Diktatör Erdoğan Türkiye’de dil kesiyor, Rojava’da baş kestiriyor. Asmayıp zindana yollayamadıklarının ya dilini ya da başını kesiyor. Yine bir cami çıkışında Sezen Aksu’yu hedef göstererek “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyerek sanatçı ve aydınları karşı kin ve nefret dolu cümlelerle tehdit edip halkı galeyana getirmek istedi. Kışkırtıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı dil kullanmakta oldukça usta olan bu diktatör, besbelli ki çaresizlik içindedir.
Aslında bir cellat olan bu diktatör, yıllarca halkı, bir kısım sahte solcu ve yarı-aydınları kandırarak desteklerini almayı başardı. Birkaç yıl, olur olmaz yerde ve durumda ağlayarak mazlum rolünü iyi oynadı. Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin destek ve rızasını almayı başararak iktidarını pekiştirdi. Şimdiye kadar sayısız gazeteci, siyasetçi, aydın ve sanatçıyı tehdit edip sindirmekten, zindana yollamaktan geri durmadı.
gerçekte ise, diktatörün biri görünürde olmak üzere iki farklı kimliği, iki farklı yüzü vardır. Ancak asıl kimliği cellatlıktır. Bazen görünürdeki sahte kimliğini kullanmaya çalışsa da, her fırsatta diktatör olduğunu herkese hatırlatmaktan ve göstermekten bir an olsun geri duramaz.
Yıllarca korku eken diktatör, şimdi öfke biçiyor. Örneğin Sezen Aksu’nun sözleri 35 ayrı dile çevirilerek diktatöre bir anlamda hak ettiği yanıtı verdi. Diktatör ise gelen tepkinin yoğunluğu karşısında çareyi “çark etmek”te buldu.
Tarih boyunca egemen Türk yöneticilerinin zorba ve korkak oldukları iyi bilinir. İşler iyi gittiğinde aslan kesilirler, tersine gittiğinde ise yaltaklanarak kendilerini daha da küçük düşürürler. Dün söylediklerini bugün inkar etmekten bir nebze olsun utanmazlar.
Tarihten günümüze Türk diktatörlerinin en iyi bildikleri şey baş ve dil koparmak, hapishaneler yaptırmaktır ve haklarını arayanları buralara doldurmaktır. Bugün Türkiye’de tutuklu sayısı 300 bine ulaşırken, açıklamalara göre 2022 yılında 64 yeni hapishane daha yaptırılacaktır.
Aynı diktatör, eğitip donattığı ve saldırttığı çeteler eliyle Rojava’da masum insanların başlarını kesmektedir.
İttihatçı-Kemalist Türk devletinin günümüz AKP-MHP faşist yönetimine dek değişmeyen tek gündemi “güvenlik”tir. Devlet bütçesinin en büyük parasal dilimi güvenlik için ayrılmaktadır. Savaşa ve hapishanelere harcanan maddi miktarın haddi hesabı yoktur.
Türkiye’yi büyük bir zindana çeviren suç örgütü AKP-MHP iktidarı, zulmü ülke sınırlarının dışına taşırarak Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın en büyük celladı olma “şan”ını elinde bulundurmaktadır.
Demokratik Özerk Yönetimin varlığını, gelişimini kabul etmeyen İttihatçı-Kemalist iktidar, Rus ve ABD’li efendilerinden Rojava’ya saldırı iznini alamayınca bu kez “başka yol ve yöntemlere” başvurma tehdidini savurdu. “Başka yol ve yöntem” sözlerinin gizli anlamı, DAİŞ’in Hesekê şehrinde bulunan Sina Hapishanesi’ne kapsamlı ve organize saldırısıyla açığa çıktı.
DAİŞ çetelerinin bulunduğu Sina Hapishanesi’ne yönelik saldırı ile Til Temir ve Eyn İsa’ya yönelik saldırılarının eş zamanlı olması Erdoğan diktatörünün “başka yol ve yöntemleri”nin nasıl okunması gerektiğini gösterdi.
Bu denli kapsamlı ve organize bir saldırının arkasında bir devlet aklı ve eli olduğu, yakalanan çetelerin sorgu ve itiraflarıyla daha anlaşılır bir şekilde ortaya çıktı.
Türk devlet istihbarat yetkilileri, sayısız kez Serêkaniyê’ye gelerek önceden planlanan saldırı kaçırma ve provokasyonları DAİŞ çete yetkilileriyle görüşerek örgütledi.
Yakalanan çete üyelerin verdiği bilgilere göre Sina Hapishanesi’ne yönelik gerçekleşen planlı saldırıya katılanların önemli bir kısmı Türkiye’nin denetiminde olan Serêkaniyê, Girê Spî’den ve bir kısmı ise Irak üzerinden özerk yönetim topraklarına girmiştir.
Bunlar göstermektedir ki, aklı bir suç örgütü gibi çalışan Türk devletinin bizzat kendisi Sina Hapishanesi’ne saldırıyı planlamıştır. Silah ve cephanesini sunmuş, eğitip hazırladığı çetelerin Rojava’ya geçmelerini sağlamıştır. Şam rejimi ise saldırının propagandasını yapmış, DAİŞ çeteleri ise saldırıyı pratikleştirmiştir.
Ancak yapılan bu ölümcül saldırının uluslararası ve bölgesel gerici faşist devletlerin ortaklığıyla ve onların çıkarı uğruna gerçekleştiğini unutmamak gerekir.
Rojava’da uygulanan ve ortak yaşam projesi olan demokratik özerk yönetime yönelik içten ve dıştan sayısız suikast, ambargo, su savaşı, gizli çete hücrelerinin saldırıları oldu. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez daha kapsamlı ve organizeli bir saldırıyla teslim alınıp diz çökertilmek istendi.
Halkın büyük bir bölümü tarafını ve desteğini Demokratik Özerk Yönetim’den ve güvenliğinden sorumlu QSD’den yana ortaya koyarak tavrını açıkça belli etmiştir.
Dün Ermeni halkını yalın ayak, aç-susuz bir şekilde vadilerde ve dağlarda yürüterek ölüm tarlalarından geçirip sürgüne gönderirken bugün de Rojava halkını korku ve tehditle, provokasyon ve saldırıyla kaçırtıp sürgün yollarında ve kara sularda boğdurmak istiyorlar. Şiddet ve kitlesel katliamdan başka bir yol bilmeyenler yeni soykırımlar gerçekleştirmek istiyor.
Baş ve dil kesen diktatör karşısında Kürt-Arap-Ermeni-Süryani-Asuri-Êzîdî halkları bir kez daha birlik olup özgürlüğün safında Demokratik Özerk Yönetim’in yanında durdular.
Şehit Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi, Demokratik Özerk Yönetim yanında yer alıp QSD saflarında yer alarak özgür iradesini ortaya koydu.
Geçmişte Ermeni aydınlarının ayağına at nalı çakan ve göğüslerine kızgın at nalı basanları halkımız iyi bilir.
Ve çok iyi bilirler ki, “Ayı derisinden post, Türk devletinden dost olmaz.”