Oyuncu Nil Erkoçlar, 26 yıllık zorunlu olarak bulunduğu kadın bedeninin içinde, bir zamandan sonra kim ne düşünür, ne der diye düşünmeden ameliyat geçirerek erkek oldu. Trans bir erkek olan Nil Erkoçlar, adını Rüzgar olarak değiştirmesini ise “İnsanoğlu ilk gününden beri bir rüzgarı tutsak edememiş de ondan” şeklinde cevaplamıştır. Nil Erkoçlar’ın ameliyatla erkek olması, burjuva medyada büyük yankı uyandırmış, oyuncu, çeşitli nefret söylemlerine ve hakaretlere maruz kalmıştır. Kendisini küçüklükten beri erkek olarak hissettiğini, ancak bir kadın bedeni içerisinde yaşamak zorunda bırakıldığını belirten Rüzgar Erkoçlar, devletin tüm heteroseksist zihniyetine ve politikalarına rağmen kadınken(sadece kadın bedenine sahip olması), erkek olma cesaretini göstermiştir.
Aslında Radikal Gazetesi blog yazarı Gizem Dumlu, Nil’in neden Rüzgar olduğunu çok güzel açıklamıştır.
Ve yakışıklı bir Rüzgar eser Nil’in üstünden
Nil Nehri, Mısır’ın canıdır.
Varlığı, yaşam; yokluğuysa, ölüm demektir.
Sorsanız “Kimdir Nil”, diye; “Ta kendisidir” derler “hayatın”.
Lakin bu hayatta her şey, aksiyle var olmaktadır ya hep; birilerinin yaşamak dediği, bir başkasının darağacı oluverir ansızın.
-.-
Mısır’ın az üstünde, bir güzel ülke vardır, Türkiye adıyla bilinen.
Ve bu ülkede, 26 senelik bir yalnızlık öyküsü dillenmiştir son vakitlerde.
Derler ki Nil -hani şu yaşamın kaynağı sayılan- ölüm gibi çınlarmış meğer, bir faninin bedeninde.
-.-
Siz hiç, zindana atılmış nehir gördünüz mü?
Siz hiç eli kolu kelepçeli rüzgar gördünüz mü?
-.-
Göremezsiniz.
Ne sular vazgeçer çağıldamaktan, ne de rüzgar vazgeçer cümle diyarda esmekten.
Birdirler özgürlüklerinde; lakin farkları da vardır, var oluştan gelme.
-.-
Bir gün der ki Nil ” Ben toprağa ait değilim; havaya karışasım var.”
Ve der ki, “Benim -ah!- semayla bir olasım var”
-.-
Lakin kolay değildir bu geçiş.
Topraktan kopmak da bir sancı, göğe tutunmak da..
Yetmezmiş gibi, cümle alem de herkesin “yerini bilmesinden” yana.
-.-
Bir gün gelir ve der ki Nil -hani şu, yaşamın kaynağını, ruhuna ölüm bellemiş olan: “Hazırım artık esmeye!”
-.-
Olanı; (bizim) “olduğumuz gibi” sevmek kolaydır.
Zor olan, olanı; (onun) “olduğu gibi” sevmek.
-.-
Bir Rüzgar esti Nil’in üstünden
Silip süpürdü tüm yaşanmayanları, korkuları, sırları, oyunları..
-.-
Henüz tam bilmiyor belki, nasıl ve nereye esileceğini ama öğrenecek
Deneye deneye; basınçların tadına vararak; bulutları selamlayarak, keşfedecek.
-.-
Der ki bazı kendini bilmezler “O, çağlamak için yaratılmış. Nesine yel olup da esmek? “
Derim ki onlara ben, “O, çağlayan sularda boğulan, bir tatlı rüzgarmış ve aktıkça, ait olamadığı bir yatakta, gün be gün, öleyazmış”
-.-
Kızanlar var; dalga geçenler; “Olmaz efendi öyle şey” diyenler..
Bir de ben varım ve benim gibiler: Anlamaya çalışan ve bunu yaparken, karşısındakini parçalamak yerine, sevmeyi tercih edenler.
-.-
Kırıp dökmeden de öğrenebiliriz farklı olanı (Onu rahatsız etmeden; burnumuzu sokmadan, yaşam alanını kısıtlamadan)
Etrafımda cinsiyet değiştirme ameliyatı geçiren kimse olmadı; böyle bir kısıtlanmışlık hissi de yaşamadım bugüne değin..Fakat birazcık düşünmek bile yetiyor empati kurmak için.
Yargılayanlara sormak isterim:
26 yıl boyunca -bırakın istemediğiniz bir bedeni- sıkan bir ayakkabıya; dar gelen bir gömleğe tahammül edebilir miydiniz?
Hiç sanmıyorum.
-.-
İnsanın mutluluğu, tüm dogmalardan üstündür.
-.-
Derler ki, bir deli Rüzgar esmiş Nil’in üstünden; yepyeni öyküler anlatmaya gelmiş bizlere.
Bence hepimiz, bu yeni öykülere kulağımızda da kalbimizde de yer bulabiliriz. Yoksa da açabiliriz.
Çünkü öğrenmek ve anlamak dediğimiz, biliyorum ki, örselemeden ve sevgiyle de yapılabilir.
(Ankara’dan bir Ö-G okuru)