Kendi deneyimlerimizden öğrenerek yürüyeceğiz. Mücadele en büyük öğretmenimiz. Yeter ki öğrenmeye, ders çıkartmaya çalışalım ve kitlelere güvenelim. Tarihimiz sayısız deneyimle dolu. Doğru anda doğru adımı atmanın, çoğunluğun yaşayıp göremediğini görmenin, riskleri göze alıp yürümenin, olanaksızlıklara değil olanaklara odaklanmanın, umut olarak dayatılan hayallere değil kendi gerçek gücümüze güvenmenin yarattığı başarıların çok sayıda örneği var. Elbette tersi durumun örnekleri daha fazladır.
Başarı da başarısızlık da kolektif olarak inşa edilebiliyor. Bu kolektif eylemde hepimizin bireysel rolleri de yadsınamaz. Dolayısıyla başarısızlıkların suçu ne tek başına halka yüklenebilir ne de tek başına bireysel hatalara indirgenebilir.
Seçim sonrası değerlendirmelerde tam bir kaos yaşanıyor. Bunun en büyük sebebi, neredeyse toplam geleceğimizin bir seçim anına bağlanmış olmasıdır. Biri giderse dünya düzelecek, gitmezse de yaşamın bir anlamı kalmayacak.
Bir an kendimize gelelim, düşünelim. En basiti on yılda bir darbe yaşanan bir ülkedeyiz. Tüm seçim süreci, Kürtler, Aleviler, sosyalistler inisiyatif kazanmasın diye milliyetçilik yarışıyla, mülteci düşmanlığıyla geçti, geçmeye de devam ediyor.
İçinde bulunduğumuz büyük tehlikenin farkında olmak ve ona göre pozisyon almak başka bir şey, alır gibi yapmak, emekleri, iradeyi potansiyeli heba etmek başka bir şey. Halkın taleplerine, gerçekliğine uygun siyaset yapmak başka bir şey, halk öyle istiyor diyerek kendi korku, kaygı ve yetmezliklerimizi reel politik diye pazarlamak başka bir şey.
Milyonlarca insanın geleceği sosyal medya kampanyalarına, liderlerin doğru yanlış konuşmalarına, yalana inandırma kapasitelerine, veri giriş sistemlerine bağlanabilir mi?
Seçim siyasetini yalnızca o andan ibaret gören bir aklın varabileceği yer ne olursa olsun hayal kırıklığıdır, hatta daha da kötüsü kendi gücüne inancın yok olmasıdır.
Oysa ilk elden söylenecek şey; bugün ortaya çıkan sonucun en azından yakın ve orta geçmişte yapıp ettiklerimizle bağlantılı olduğudur.
Nerede kaybettiysek orada aramak zorundayız. Tabii eğer gerçekten bulmak gibi bir derdimiz varsa.
14 Mayıs’a nasıl geldik. Kısaca bir göz atalım.
Hırsızlık yüksek devlet niteliği haline gelmiş, yoksulluk tavan yapmış, depremde on binlerce insan ölüme terk edilmiş.
Her ay 100’den fazla işçi ve kadın katlediliyor, doğa acımasızca talan ediliyor ve bir avuç Saray çevresi zenginleştikçe zenginleşiyor.
Vatan, millet, din, iman hamasetiyle milyonlar zehirleniyor, savaş politikalarıyla tüm bölge kan gölüne çevriliyor, komşu halkların başına bela olunuyor. Kürt halkına karşı sistematik imha ve tasfiye saldırıları ise bir an bile hız kesmiyor.
15 bin gözaltı, 5 bin tutuklu, kapatma ve Kobanê kumpas davası ile HDP susturulmaya çalışılıyor. AKP’li olmayan suçlu ilan ediliyor, mahkemeler Saray odasına, kolluk Saray koruması haline geliyor. Uyuşturucu baronları, mafya, cihatçı çeteler hükümet ortağı haline getiriliyor.
Bu yaşananlar madalyonun bir yüzü. Diğeri ise direniştir, teslim olmamaktır, isyandır.
Soyguna, zulme, talana karşı direniş kesintili de olsa, inişli çıkışlı da olsa sürdü, sürüyor. Sokaklar, meydanlar terk edilmiyor; devrimcilerin, sosyalistlerin her koşulda mücadelede ısrarı, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların onurlu direnişleri dönemin en ayırt edici yanı oluyor.
Halk, sadece sokakta değil sandıkta da başarılar elde etti. 7 Haziran 2015 seçimlerinde yenilmez denilen AKP yenilmiş, hükümet kuramaz hale getirilmişti. Devlet ise cevaben tüm burjuva partileriyle, hatta bugün kurtarıcı diye oy istenilenler de dahil, HDP inisiyatif almasın da ne olursa olsun diyerek kenetlenmiş, seçimler iptal edilmiş ve yüzlerce arkadaşımız IŞİD bombalarıyla katledilmişti.
Burjuva muhalefetin ve iflah olmaz kuyrukçularının göstermeye çalıştığının aksine durum son derece devrimci olanaklar barındırıyor.
Ezilenler mevcut durumun değişmesini istiyor, rıza göstermiyor, çeşitli biçimlerde itiraz ediyor, çıkış arıyor ama bunun hangi program ve stratejiyle gerçekleşeceği konusunda tıkanıp kalıyor. Doğru önderlik sorununun gündeme geldiği yer tam olarak burasıdır.
Ya demokratik halk iktidarı mücadelesini esas alarak, ezilenlerin düzene yedeklemesine hayır diyeceğiz, ya da AKP karşıtlığı üzerinden, restorasyoncu siyasete evet diyeceğiz.
“Ne yapalım halk böyle istiyor”, “doğru diyorsunuz ama gerçeklik bu değil” vs. vb. Bu yaklaşımlar taktik strateji ilişkisini, politika örgüt ilişkisini, tarihle bugünün diyalektik bağını sakatladığı için her çıkış arayışı burjuva muhalefete yedeklenmeyle sonuçlanıyor.
Biz hangi hazırlık, motivasyon ve iddiayla seçimlere gittik.
İktidar mücadelesini sivil toplumcu muhalefetçiliğe indirgeyen, iddiasını yitiren, varlık gerekçelerini görünmez hale getiren, mücadeleci halkı seçmenleştiren, kuruluşuyla bugünü arasında politik olarak tek fark olmayan devlet gerçeğini görmeyen bir muhalefet anlayışıyla bugünlere geldik. Acı gerçeğimiz budur. Faşizme karşı mücadele küçümsendi, sekterlik, devrimci doğruculuk olarak yaftalandı. Gerici temelde ezilenleri kamplaştırma siyaseti karşısında, faşizme karşı demokratik devrimci cepheleşme hedefinden koşar adım uzaklaşıldı.
Kaybedilen oy, ittifaklar ve vekil sayısı tartışmalarının arkasında gizlenen gerçek durum budur.
Çok badireler atlattık. Çok yendik, çok yenildik. Gözümüzü dikeceğimiz yer kendi pratiğimiz, doldurduğumuz meydanlar ve devrimci tarihimizdir.
Şimdi bir kez daha gerçeğe sarılmalı, gücümüzün farkına vararak örgütlü mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Biz kazanmak istiyoruz. Bunun koşulları fazlasıyla mevcut. Yoksul emekçi köylülerin kapısına dozer, asker dayandığında birkaç saatte nasıl özgürleştiğini gördük. Bir grevde işçi önderi haline gelen işçileri gördük. Bir ağaçla başlayıp ülkeyi saran halk isyanına dönüşen Gezi’yi yaşadık.
Umut, biziz. Umut, kendi ellerimizdedir.
Düzen partilerine yedeklenen yoksulları demokrasi ve özgürlük mücadelesine kazanabiliriz, yeter ki onlardan daha akıllı olduğumuz cehaletine düşmeyelim.
Şimdi, örgütlenme zamanı. Şimdi prangalarımızı kırıp yürüme zamanı. Şimdi, daha fazla devrim ve sosyalizm deme zamanı.
Başından sonuna çürümüş bu halk düşmanı düzeni yerle bir edebiliriz.
Yeter ki inanalım.
(ETHA – 20 Mayıs 2023)