IŞ(İD) çetelerinin Rojava Devrimi’ne yönelik saldırılarının başlamasının ardından, Türkiye’nin politik ambiansı da bu temelde bir hareketlilikle kaplanmıştır. Özellikle serhildan süreci bu hareketliliğe örnekken, hareketliliğin sadece Türkiye ile sınırlı kalmadığı, aksine emperyalizmin Ortadoğu eksenini ve politikalarını kesen bir nitelik açığa çıkartarak etki alanı yarattığı ise bilinmektedir.
Meselenin bu ağırlığı, birden çok yerden ülke siyasal gündemini kesen karakteri, ülkemiz devrimci-demokrat hareketinin de refleks verdiği bir süreç doğururken, bu olumlu katılımın niteliğinin yükseltilmesi için ise, andaki durumunu sorgulamak ve eksik yanlarını tartışmak temel bir gerekliliktir. Bahse konu tartışma, daha geniş bir çerçeveyi ve teorik bir içeriği barındırması gerekmekte ve uzun soluklu bir tartışmaya ihtiyaç duymaktadır ancak yine de ilk elden belirtilmesi gereken gerçeklerin altı çizilmelidir.
Bu derekede, sorun ikili bir karakter taşımaktadır. Eksikliğin bir yanında ulusal sorunun tarihsel toplumsal çelişkideki ağırlığını ve bunun ülkemizdeki aldığı biçimi kavramamak yatarken diğer yanında ise kitle çizgisine, devrimci faaliyetin kitle karakterine doğru bakamamak yatmaktadır. Bu ikili eksiklik, bölge halkı tarafından görülmekte, özellikle sınır eylemlilikerine dair devrimci hareketin tutumu “misafirlik” hali olarak nitelenmektedir.
Ulusal sorun çerçevesinde sergilenen bahse konu pratiğin basit bir “görevini eksik gerçekleştirme” algısı çerçevesinde açıklanamayacağı aşikardır. Sürecin yarattığı kırılmanın boyutları, bu yaklaşımı temelden dıştalamaktadır.
Tarihsel-toplumsal gelişmenin, feodalizmden kapitalizme geçiş süreci içerisinde açığa çıkarttığı uluslasma sürecinin, geçmiş tarihsel süreçten devralınan yapılarda ulusal sorunu açığa çıkarttığı bilinmektedir. Ulusal sorunların özellikle geçmiş yapılara vuran ve kapitalizme geçiş koşullarını yaratan karakteri ile birlikte ilerici bir misyon barındırdığı ise bilinen bir gerçekliktir. Ülkemiz özgülünde ise Kürt Ulusal Sorunu’nun bu gerçekliğe ek olarak kadın sorunundan işçi sınıfı ve emek mücadelesine dair gündemlere kadar bir dizi meseleyi temelden kesen karakteri, bu özelliği ve misyonu büyütmektedir.
Ülkemiz sosyalist hareketi açısından ise, Kürt ulusal sorununa genel bir yaklaşım sorunu olduğu bilinmektedir. En basitinden; Newroz’u protesto edip yıllardır mitinge gelmeyen anlayışlardan tutalım da, kendi varoluşunu dıştalayarak Kürt halkının devrimini bölgedeki ulusal hareketin üstüne yıkarak Kürdistan’daki varoluşunu enternasyonal dayanışma çerçevesine indiren yaklaşımlar sergilenmektedir. Örnek verdiğimiz kısım, işin en sakat kısmı olmakla birlikte, neredeyse tüm siyasal algı vce hareketlerin Kürdistan’a dair yönelim geliştirmek noktasında açık sorunları olduğu bilinmektedir.
Devletin teşhir olunmuşluğunun üst boyutta olduğu, sosyo-ekonomik yapısı itibari ile devrimci hareketlerin sıkıştığı mahallelerden çok daha örgütlenmeye açık, sosyal ilişkilerin fikrin kitleselleşmesi ve yaygınlaşması açısından daha
uygun koşullara sahip olduğu bir gerçekliğe sahip olan Kürdistan’a dair politik bir şekilleniş, on yıllardır ülkemiz devrimci hareketinin sınıfta kaldığı bir alandır. İşin vehametini artıran ise, ülkemizin batısında ise, şoven algı ve tutuların devrimci kitlelerde hala boyutlu anlamda var olduğudur ki, alanları binleri dökebilen hareketlerin Newroz meydanlarına sayılı insanla gelmesi bunun göstergesidir.
Tablonun tüm bu yanının ötesinde ise, sorunların boyutlandığı, on yıllardır devrimci hareketin ilgisine mazhar olamayan bir Kürt halkı gerçekliği vardır. Kobanê gündemi ile kısmen bir yönelim olsa da, bu da yine beklenenin altında kalmakta, misafirlik halinin dışına çıkılamamaktadır.
Tüm bu sorunların genel anlamda kitle çizgisi gerçekliğinden ayrıksı tutulmaması gerekmektedir. Devrimci hareketin tabana siyaset üreten ve kitlelerin somut sorunlarından-gündemlerinden beslenmeyen tutumu, Kürdistan’a yönel(e)memenin kaynaklarından esas olandır. Ki bu da kitle faaliyetinin karakter kazanmasında, kitlelerin sorunlarına müdahale araç ve alanlarının yaratılmasında boşluklar yaratmaktadır. Bu nedenledir ki, tüm somut avantajlarına rağmen Kürdistan, devrimci hareketin müdahalesiz bıraktığı bir yer olarak kalmaktadır.
Ulusal sorunun devrimci ağırlığına rağmen görevin yerine getirilmeyişinin andaki somut karşılığı ise Kobanê sürecidir. Bu anlamda bahse konu misafirlik ilk elden aşılmalıdır.
Toparlarsak eğer, Kürt Ulusal Hareketi’nin bu anlamda olumlu olarak sergilediği pratik, sınırın hem bu tarafı hem de savaşın aktif sürdüğü Kobanê tarafı açısından üst boyutlu bir seferberlik halini temsil etmektedir. Devletin bu süreçte izlediği politik hat ise saldırıları boyutlandıran bir karakteri sahiptir. Bu anlamda, Kobanê direnişinin ülkemiz politik dengeleri açısından da esaslı bir ağırlığı temsil ettiği bilinmektedir.
Ülkemiz devrimci hareketi açısından ise, Kobanê direnişine aktif katılım şeklinde sergilenen pratiğin sınırın bu tarafında da karşılık bulması gerekmektedir. Gelip bir hafta sonra giden, sınırın bu tarafında yük omuzlamayan tutumların halk nezdinde mahkum edileceği görülmelidir.
Kobanê’ye sıkılan kurşun ülkemiz sosyalist hareketini de vurmaktadır. Bu süreçte yaraları sağaltmak uzun vadede kazandırıcı olacaktır.
(*Paramaz Qızılbaş’ın anmasında babası tarafından yapılan konuşmadan.)
(Bir Partizan)