31 Mart ve ardından iptal edilen İstanbul Belediye seçimlerinin sonuçları, düzen siyasetinde yeni kıpırdanma ve saflaşmaları beraberinde getirdi.
İki hakim sınıf kampı arasında seçim sandığı üzerinden yaşanan kapışma sonuçları itibariyle iktidar olanaklarını elinde tutan AKP ve R.T.Erdoğan kliğinin önemli bir sarsıntı geçirmesiyle sonuçlandı. Esasen R.T.Erdoğan’ın Fetullah Gülen ile ortaklığının bozulması ve 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte, MHP ve bir kısım “ulusalcı faşist” Ergenekon artıkları ile kurduğu “beka ittifakı” çatırdamaya başladı.
Her ne kadar AKP’nin stepnesi olan MHP’nin ve onun faşist liderinin kuyruğu dik tutmaya çalışan söylemleri olsa da, özellikle de AKP saflarında giderek artan homurdanmanın ardından “beklenen zamanın bu zaman olduğu” dillendirilmeye başlandı.
Düzen siyasetinde yaşanan bu gelişmelere, devrimci, demokratik ve ilerici saflarda yaşanan tartışmalar eşlik etti. Genel olarak devrimci saflarda, düzen siyasetinin yaşadığı tıkanma tespit edilmekle birlikte, buna müdahale etme, kitlelerin düzene tepkisini sokağa çevirme, militan bir kitle hareketine evriltme çabası olmakla birlikte bunda yeterince başarılı olunduğu söylenemez.
Devrimci hareket, işçi sınıfı ve halkla uzunca bir süredir gerileyen ilişkilenme düzeyinin etkisini henüz üzerinden atabilmiş değildir. Belli kıpırdanma emareleri olmakla birlikte, kitlelerin kendiliğinden tepkisini örgütlemek ve düzeni sarsacak bir militan kitle hareketine çevirmekte yetersiz kalınmaktadır. Bu yetersizlik ise beraberinde hakim sınıf kliklerinin, seçim ve sandık mevzusu üzerinden kendi aralarında sürdürdükleri iktidar dalaşına etkili bir müdahale yapamamayı getirmektedir.
Burada tek istisna Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve HDP’dir. HDP, gerek 31 Mart ve gerekse de İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde kendi taktiğini uygulamış ve bundan da kendi adına sonuç almıştır.
HDP’nin izlemiş olduğu bu taktiğin, hakim sınıf klikleri arasındaki dalaşta, CHP ve İYİ Parti’de temsil olunan hakim sınıf kliğinin arkasında yedeklenme tehlikesini barındırdığı açıktır. Kitlelerin başta AKP ve R.T.Erdoğan şahsında olmak üzere faşizme yönelik tepkisinin, bir başka faşist klik ardında yedeklenme tehlikesi günceldir ve önemini korumaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri öncesinde AKP’nin bir hamlesi olarak Abdullah Öcalan’ın mektubunun kamuoyuyla paylaşılması yeni bir tartışmaya vesile olmuştur. Demokratik ve devrimci siyasetin, üçüncü yol olarak konumlanması gerektiği üzerinden yürüyen bu tartışma, son günlerde özellikle Kürt Ulusal Hareketi ve çevresinde tartışılmaktadır.
Esasen Abdullah Öcalan’ın mektubu üzerinden tartışmaya açılan bu üçüncü yol meselesi yeni bir yaklaşıma işaret etmemektedir. Hatırlanırsa geçmişte HDK ve HDP’nin kuruluşunda da benzer bir yaklaşım gündeme gelmişti. Dolayısıyla kavramın yeni olmadığı, daha önceden de çeşitli vesilelerle kullanıldığı bilinmektedir.
Şu anki konjonktürde söylemin popüler olmasının nedeni elbette ki Türk hakim sınıflarının ve özellikle de AKP-MHP’de temsil olunan kliğin içinde bulunduğu durumdur. 31 Mart yerel seçimleri ve ardından da tekrarlanan İstanbul seçimlerinin ortaya çıkardığı sonuç, hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar dalaşının yeni bir evreye girdiğine işaret etmektedir.
Yılanın Kabuk Değiştirmesi!
AKP’nin yıllar sonra sandıkta yaşadığı gerileme ve Türkiye ekonomisi için de önemli rant merkezleri olan bazı büyükşehirlerin kaybedilmesi ve buna son olarak İstanbul’un eklenmesi, AKP gemisinde işlerin iyiye gitmediğini, gemiden kopmalar olacağını göstermektedir. Ancak bu itirazların sadece seçimlerle ilgisi yoktur.
Seçim öncesinde de özellikle ekonomik kriz konusunda başta eski başbakanlardan olan A. Davutoğlu ve yine eski bakanlardan olan A. Babacan’ın başını çektiği, eski Cumhurbaşkanlarından A. Gül’ün de destek verdiği yeni parti girişimleri sıklıkla kamuoyunun gündemine gelmişti. Şimdi İstanbul seçimlerinde AKP’nin aldığı yenilgi beraberinde bu çevreleri daha da hareketlendirmiş görünmektedir.
Özellikle A. Babacan’ın AKP kurucu üyeliğinden istifa etmesi ve yaptığı açıklama, ardından R.T.Erdoğan’ın “ümmeti böldürtmeyiz” açıklamaları vb. hakim sınıflar cephesinde özellikle de AKP’de temsil olunan klikte yeni gelişmelerin olduğu, olacağı, seçim yenilgisinin beraberinde AKP içerisinde yeni bir saflaşmanın kuvveden fiile çıktığı anlamına gelmektedir.
Hiç kuşkusuz ki A. Babacan’ın liderliğinde A. Gül’ün desteğinde kurulacak olan yeni bir parti, AKP’nin 17 yıllık hükümetleri döneminde ortaya çıkardığı, ekonomik kriz, işsizlik, derin yoksulluk ve yoksunluğun alternatifi değildir. Aksine başta A. Babacan olmak üzere kurulacak bu girişime önderlik edenler, AKP’nin uyguladığı bu politikalardan birinci dereceden sorumludurlar. Dolayısıyla işçi sınıfı ve geniş emekçi kesimler açısından AKP içinden çıkacak yeni bir partinin alternatif olması söz konusu değildir.
Ancak burada önemli olan husus, kuşkusuz ki yeni parti tartışmalarının da gösterdiği üzere hakim sınıfların ve özellikle de yenilginin ötesinde bir durum olarak AKP’nin giderek bir çözülme-dağılma aşamasına doğru evrilmesidir. Başta ekonomik kriz olmak üzere, dış ve iç politikada yaşanan gelişmeler ve sıkışma hali, Türk hakim sınıflarını yeni alternatifler aramaya itmektedir.
Bu alternatiflerin bir yanında İstanbul Belediye Başkanı seçilen E. İmamoğlu varken, diğer tarafında ise AKP içerisinden A. Babacan önderliğinde kurulması planlanan yeni parti vardır. A. Babacan’ın emperyalist mahfillerdeki kredisi bilinmektedir. Yine E. İmamoğlu’nun İstanbul seçimlerinde elde ettiği başarı, emperyalist merkezlerde memnuniyetle karşılanmış durumdadır. Kısacası Türk hakim sınıfları önümüzdeki süreci bu iki figür üzerinden karşılamayı hesaplamakta ve planlarını ona göre yapmaktadırlar.
Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus şudur. Türk hakim sınıflarının üzerinde uzlaştıkları (elbette emperyalizmle işbirliği içinde) husus Cumhuriyet rejimidir. TC devletinin kuruluşu sırasında devrilen Taçlar ve “Bolşevik tehlike” beraberinde Türk hakim sınıflarını ve emperyalistleri bir “Burjuva Cumhuriyeti”nde ortaklaşmasını getirmiştir.
Dolayısıyla her iki hakim sınıf kliğinin üzerinde ortaklaştığı nokta burasıdır. Bu nedenle ilerici ve devrimci hareket açısından bir üçüncü yoldan bahsetmek hem tarihsel hem de güncel anlamda gerçekçi değildir.
Tarihsel olarak gerçekçi değildir. Çünkü Osmanlı’dan TC’ye evrilen süreçte İttihatçılar ve Kemalistler önderliğinde “Saltanat” yanlıları tasfiye edilmiş ve Cumhuriyet rejimi “tek dil, tek bayrak, tek vatan….” faşist yönetimiyle kurulmuştur. Sonrasında CHP ve onun içinden çıkan Demokrat Parti ve ardılları bu Kemalist faşist diktatörlük rejimi üzerinden iktidarlarını sürdürmüşlerdir.
Gerçekçi değildir. Çünkü R.T.Erdoğan ve AKP’te temsil olunan İslamcı tonu ağır basan hakim sınıf kliğinin, Cumhuriyet’in bu faşist karakteriyle bir sorunu yoktur ve olmamıştır. Hatta güncel olarak faşist M. Kemal ve onun “tek parti diktatörlüğü”nün R.T.Erdoğan eliyle “Türk tipi başkanlık rejimi” adında yeniden güncellenmesi söz konusudur.
Bu nedenle ilerici ve devrimci hareketin önünde bir “üçüncü yol” değil, her iki hakim sınıf kliğinin ortaklaştığı “Burjuva Faşist Cumhuriyete” karşı, “Demokratik Cumhuriyet” yani bir “ikinci yol” tercihi bulunmaktadır.
İlerici, devrimci hareket, hakim sınıf klikleri arasındaki bu iktidar dalaşında taraf olmalı, (bu iktidar klikleri arasında mücadeleyi göz ardı etmek anlamına gelmemelidir), kitlelerin herhangi bir hakim sınıf kliği arkasında yedeklenme tehlikesine dikkat etmeli, (Osmanlı ve TC tarihinde bunun örnekleri sıklıkla görülmüştür) ve kitlelerin faşist düzene olan tepkisini bilinçli ve planlı bir şekilde “ikinci yol”da, Demokratik Cumhuriyet’te örgütlemelidir.