ABD emperyalizmi 2001 yılında İkiz Kulelere yapılan saldırının ardından tüm dünyada hakimiyetini genişletip kabul ettirmek için “teröre karşı mücadele” adı altında yeni bir saldırı stratejisi geliştirdi. Bu stratejiye de Büyük Ortadoğu Projesi adı verildi. ABD, aynı zamanda tüm emperyalist rakiplerine açıktan meydan okuyarak; “Ya benden yanasınız, ya da karşımda” diyerek hamiyetinin kabul edilmesi ve Büyük Ortadoğu Projesi hamlesinde kimsenin kendisine engel olmaması mesajı verdi. ABD, BOP projesinin ilk hamlesi olarak 2003 yılında Irak’ı işgal ettikten sonra projeyi daha da genişletti. Afrika’yı da bu projeye dahil ederek Genişletilmiş Ortadoğu Projesi halini aldı.
BOP’un ana fikri; zamanı gelmiş diktatörlüklerin değiştirilmesi ve yerine kendisine tam bağımlı olan yeni diktatörlüklerin getirilmesini kapsıyordu. ABD, denetiminde olan ve olmayan faşist ve gerici ülkelerdeki diktatörlüklere karşı halkın içten içe biriken öfkelerinin bir gün patlayacağını biliyor ve böyle bir durumda iktidarların tamamen kendi egemenliklerinin dışına çıkabileceğini hesapladığından bu diktatörlükleri al alaşağı etmeyi planlıyordu. Buna bulduğu kılıf ise “bu ülkelere demokrasi götürüleceği” safsatası oldu. ABD, elbette sadece bununla yetinmek istemiyordu. Esas hedef “değişim öngördüğü” 22 ülkedeki yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarına el koymak, enerji yollarını denetlemek ve nihayetinde tüm rakip emperyalist güç odakları karışında bir kez daha dünya hakimiyetini kabul ettirmek istiyordu.
ABD, bu proje kapsamında 2003 yılında “kimyasal silahlar var” diyerek Irak’ı işgal etti. Saddam Hüseyin yakalanarak idam edildi. Projenin bu ilk adımı ABD için tam bir başarı getirmedi. Irak’ta istediği gibi hakimiyet kuramayan ABD, sonunda Irak’tan çekilmek zorunda kaldı ve “burada kimyasal silaha rastlamadık” itirafında bulundu. ABD’nin Irak işgali, Irak’ta dengeleri bozdu. Irak hükümetinin İran’la olan yakınlaşması, Irak içindeki güç dengelerinin değişimi ve işgalle birlikte başlayan iç savaş ve Irak Kürdistan’ının özerk bir statü kazanması işlerin istendiği gibi gitmesini engelleyen faktörler oldu.
ABD, destek verdiği AKP ile yoluna devam ederken, aynı zamanda kendi projesi olan “ılımlı İslam’ı” da yeniden gündeme getirerek, AKP modelini tüm İslam coğrafyasına örnek gösterip bazı ülkelerde yapmak istediği “yumuşak geçiş” de tutmadı. ABD, vazgeçmediği bu projesinin bir diğer hamlesini de Erdoğan’ı BOP’un koordinatörü olarak atamasıyla yeni bir sayfa açmak istedi. Bush’la başlayan ve Obama’yla devam eden proje hiçbir zaman tam olarak hedefine ulaşmadı.
Gelişen dünya dengeleriyle birlikte BOP’a karşı diğer emperyalist blokların geliştirdikleri karşı hamleler BOP’un önünü kesti. BOP’la yol alamayacağını gören ABD, “Arap Baharı” ile birlikte yeni bir strateji geliştirmeye başladı. Tunus, Libya, Suriye ve Mısır’daki ayaklanmalara yön veren ABD, Mısır ve Tunus’ta yeniden kendi hakimiyetini kurarken, Libya Fransızların denetimine girdi.
Arap Baharının bir devamı olan Suriye’deki ayaklanmalar başarıya uluşamayanınca, ABD’nin bizzat örgütlediği faşist İslami güçler Esad’ı devirmek için devreye sokuldu. Önceleri tüm İslami örgütleri gerici IŞİD’in şemsiyesi altında toplayan ABD, her türlü desteği vererek Esad’a saldırttı. Kendi desteğinin yanı sıra; Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar üzerinden IŞİD’e büyük bir destek verildi.
ABD emperyalizminin “vekalet savaşı” adını vererek kullandığı IŞİD, tüm askeri desteğe rağmen Esad’a karşı başarılı olmadı.
ABD’yle çelişkiye düşen IŞİD, ABD’nin denetimi dışına çıktıktan sonra yeni strateji geliştirdi. Bu strateji hakim olabildiği kadar toprağı almak ve burada İslami bir devlet kurmaktı. IŞİD en zayıf halka olarak Kürtleri gördü. Tüm gücüyle Kobanê’ye saldıran IŞİD çeteleri başarılı olamadı. Kürtler, Suriye iç savaşında tüm çelişkileri iyi değerlendirerek Rojava’da gerçekleştirdikleri devrimle elde ettikleri statüyü korumaya kararlıydı. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın destek verdiği IŞİD, Kobanê’de Kürtlerin hezimetine uğradı. Tuzla buz olan IŞİD Kobanê’den çekilmek zorunda kaldı. ABD, 2016 yılında Esad’ın devrilmesinden vaz geçerek yeni bir yol hartası çizdi.
Dengeler Değişiyor:
Suriye iş savaşında Esad iki yıl kendi gücüyle savaşı sürdükten sonra savaşı daha fazla sürdüremeyeceğini anladı ve baştan beri desteğini aldığı Rusya’ya açıktan ve doğrudan dayanmaktan başka bir çaresinin olmadığını gördü. 2013 yılında resmi bir çağrıyla imzalanan bir protokole Rusya, Suriye iç savaşına dahil oldu. Suriye’ye yerleşen Rusya tüm konularda belirleyici bir güç oldu. Esad’ın her alanda “tek dost güç” olarak gördüğü Rusya’ya iradesini teslim ederek savaşı sürdürebilir bir aşamaya getirdi.
Rus emperyalizminin Suriye iç savaşına müdahil olmasından sonra Suriye’de dengeler değişmeye başladı. Suriye iç savaşı aynı zamanda emperyalist güç odaklarının bir rekabet alanı olma özelliğine büründü. Bu rekabet esas olarak ABD ve Rus emperyalist güçleri arasındaki bir rekabet olarak sürmektedir.
Suriye iç savaşında Almanya fiziki olarak Suriye’ye yerleşmiş olmasa da savaşın bir parçası olmuştur. Almanya, Türkiye’ye sattığı silahlarla elde ettiği büyük kârlarla ekonomik olarak büyük bir savaş rantı elde etmiştir. Türk devletinin Efrin’e saldırmasından sonra; 21 Şubat 2018 tarihinde Deutschlandfunk radyosuna konuşan CDU’nun dışişleri ilişkilerinden sorumlu Hardt’ın, “Bu harekatın orantısız olduğunu düşünüyorum. Türk hükümetinin bu harekatı hızlı bir biçimde sonlandırması ve Suriye’yle sınırının kontrolüne odaklanmasının akıllıca olacağı kanısındayım” sözlerinin yükselen tepkileri törpülemek için söylendiği açıktır. Devlet adına değil de, sadece kendi partisi adına yapılan bu açıklama dahi Almanya’nın Türk devletinin yanında olduğunu anlamaya yeter bir kanıttır. Almanya’nın milyarlarca dolar tutarında silah sattığı Türkiye’den ciddi bir şekilde “Efrin’den çık” açıklaması yapmasını beklemek saflık olur, zira bu emperyalist çıkarlarına terstir. Bu yüzden Almanya’nın Efrin işgaline karşı yapılan yürüyüş vb. etkinlikleri yasaklaması Almanya’nın Türkiye’den yana tutumunu ortaya koyan bir diğer kanıttır.
Suriye iş savaşında kendisini savaşın birer aktörü olarak gören İran ve Türkiye’yi de farklı bir cepheden değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye, Kürtlerin Suriye’de elde ettikleri statünün Türkiye Kürdistanı’na etkilerini bildiğinden, bunun önüne geçmek için saldırgan bir tutum içine girerek, Kürtleri bastırmak istiyor. Keza, İran da Suriye’de elde edeceği ayrıcalıkla enerji koridorunu Suriye üzerinden sağlayarak ABD ambargosunu kırmak istiyor.
Rusya, 2013 yılından bu yana yerleştiği Suriye ve de bölgede kalıcı bir emperyalist güç konumuna gelmiştir. Rusya, Suriye’de kurduğu askeri üsleri ve denetimine aldığı Esad rejimi üzerinden artık Akdeniz’i kontrol ederek ABD’nin bölgedeki etkinliğini kırarak bir denge unsuru olmayı hedeflemiş ve başarılı da olmuştur.
ABD’nin Suriye’deki hesapları oldukça çoktur. ABD’nin tüm Ortadoğu coğrafyasında tek güç olarak enerji kaynaklarına sahip olma arzusu devam etmektedir. Bunun için de bölgede yarım kalan BOP projesinden vazgeçmiş değildir. Bu proje yeni argümanlarla sürmektedir. ABD, Suriye’de Rusya’nın etkisini kırmak için bölgede kalıcı hale gelmek istiyor. ABD, Suriye’de İran’ın etkisini kırmak ve köşeye sıkıştırmak için bu bölgeden kolay kolay çıkmayacaktır. Bu aynı zamanda İsrail’in bu bölgede daha etkin bir güç olması için de bir fırsattır.
Suriye emperyalistler arasında bölüşüm savaşının alanına evrilmiş bulunuyor
Suriye iç savaşında IŞİD’in Esad’a karşı savaştırıldığı 2011 yılından 2016 yılının sonuna kadar emperyalistler için umutlar bitmiş değildi. Ancak, IŞİD’in ABD emperyalizmi için “kurtarıcı bir güç” olmaktan çıkması, kendilerine de kafa tutan bir aşamaya gelmesiyle birlikte ABD IŞİD’i gözden çıkarmış oldu. ABD’yle birlikte tüm emperyalist güçler IŞİD’i hedef alarak buradan çıkartılması için ortak hareket etmeye başladılar. IŞİD’le şimdiye kadar ilişkisi devam eden güçlerden biri de Türkiye oldu. Türkiye, Kürtlerin yok edilmesi ve elde ettikleri statünün ortadan kaldırılması için IŞİD’i desteklemeye devam etti. Bu desteğin karşılığı olarak bugün isim değiştiren IŞİD’le birlikte Efrin işgal edilmiştir.
ABD IŞİD’i gözden çıkarttıktan sonra Kürtlere oynamıştır. Buna Rusları da dahil etmek gerekir. Kobanê savaşında Kürtlere silah ve lojistik destek sunan ABD, bölgede kalıcı olmanın Kürtleri yanına almaktan geçtiğini bildiği için açıktan Kürtleri desteklediğini açıkladı. Keza Rusya’da ABD’nin etkisini kırmak ve Suriye’de tek hakim güç olmak için Kürtlere oynadı. Rusya’nın bir diğer planı da, Kürtlerin Esad rejimini tanımasını sağlamaya yönelik planıydı. Kürtler Rusya’nın planını bildiğinden, ittifak gücü olarak ABD’yle birlikte hareket etti.
Bu ittifak gerçekleştikten sonra farklı çevrelerden değerlendirmeler, yaklaşımlar ortaya konmaya başlandı. Soru şuydu; Kürtler ABD’nin denetimine girip, ABD’nin işbirlikçisi mi oldu? Buna her politik çevre kendi dünya görüşü bağlamında cevaplar vererek farklı sonuçlara vardılar. Ancak Kobanê sürecinde ve sonrasında Kürtlerin ABD’nin Suriye’deki ileri bir karakolu ve işbirlikçi bir güç olarak değerlendirmek yanlıştı. PYD ve YPG Suriye’deki dengeler ve savaştıkları güçlere karşı böyle bir ittifak yapmalarını, ABD’nin denetimine girdiler şeklinde değerlendirmek yanlış olur.
Tarihte böylesi geçici taktik ittifakların olabileceğini ve olduğunu bilmemiz gerekir. Her şeyi düz bir mantık üzerinden değerlendirmek meselelere mekanikçe yaklaşım olur. İkinci emperyalist savaş döneminde Hitler’in Sovyetler Birliğine saldırmasıyla birlikte Bolşeviklerin ABD ve İngiltere’yle gerçekleştirdiği ittifak dayanak noktalarımızdan birincisini oluşturuyor. Bu ittifak birçok yönüyle değerlendirilebilir, ancak konumuz başlı başına bu olmadığı için sadece bunu hatırlatmakla yetinelim. Bir başka dayanak noktamız da, Mao Zedung’un Çan Kay Şek’le kurduğu Milli Birleşik Cephe’dir. Japonya Çin’i işgal ettiğinde ÇKP Gomingang hükümetine yaptığı bir çağrıyla Japonları ülkeden kovmak için ittifak yaparak Milli Birleşik Cepheyi kurmuşlardır. Suriye’de Kürtlerin geliştirdiği bu ittifakın tamamen konjonktürle yakın bir ilişkisinin olduğu gerçeği üzerinden atlamadan konuyu değerlendirmek daha gerçekçidir.
Efrin işgali ve Suriye’de yeni bir evre
19 Ocak 2018 tarihinde Türk devleti Efrin’i işgal etti. Bu işgalin nedenleri üzerinde hem yazımız içinde hem de daha önceki değerlendirmelerimizde genişçe durulduğu için yeni bir değerlendirmeye girmeden bundan sonra neler olabileceği üzerinde durarak Suriye’de Kürtleri bekleyen tehlike üzerinde durmak ve tartışmayı bu minval üzerinden sürdürmek istiyoruz.
Türk devletinin Erfin işgaline izin veren Rusya bu işgal harekatında en az Türk devleti kadar suçludur. Rusya, Kürtlerin direncini kırmak ve ABD ile olan ilişkilerine son vermek ve Kürtlerin Esad’ı tanıyan bir konuma getirmek için Türk devletinin Efrin işgaline onay vermiştir. Rusya bunun yanında, Türk devletinin ABD’yle olan çelişkilerini daha da derinleştirmek ve hatta Türkiye’nin NATO’dan çıkarak tamamen kendi ittifak gücüne katılması için çabalamaktadır. Rusya’nın S-400 füze antlaşması yapması çelişkileri derinleştiren bir diğer adımdı. Efrin işgalinden iki gün önce Türkiye’yle yaptığı doğal gaz boru hattı anlaşmasını imzalaması ve Rusya’nın Türkiye’yle geliştirdiği bir dizi ekonomik antlaşma, Rusya’nın neden Efrin işgaline evet dediğini anlamaya yetmektedir.
Rusya, Türkiye ve Esad’ı buluşturmak için Efrin işgalini bir basamak olarak kullanmak istiyor. Türk devletinin Esad’ı tanıması ve aynı masaya oturması Rusya’nın işlerini daha da kolaylaştıracaktır. Nitekim Efrin işgalinden sonra Rusya her platformda ve fırsatta, “Türkiye’nin güvenlik çıkarları, Şam’la doğrudan diyalog yoluyla tamamen korunabilir” diyerek, Türk devletini bu zemine çekmeye çalışmaktadır. Türk devleti tüm üst perdeden konuşmalarına karşın buna çok soğuk bakmamaktadır. Sadece uygun bir fırsat beklemektedir.
Efrin işgaliyle birlikte Rusya ve ABD arasındaki çelişki daha da büyümüştür. Bu iki emperyalist güç Suriye’de birbirlerine üstün gelmek için hamle üstüne hamle yapmaktadırlar. Öyle ki, bu hamleler bazen askeri saldırılara dahi bürünmektedir. ABD’nin Deyr Zor’da yaptığı hava saldırısında 100 Rus askerinin öldürüldüğü iddiasıyla ile tırmanan kriz diplomatik alanda tüm hızıyla devam etmektedir.
Rusya, Suriye’de ABD ile olan çelişkisini 16 Şubat 2018 günü Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Euronews’e verdiği demeçte “ABD, Suriye’deki Kürtleri ayrılıkçılığa teşvik ediyor. Bunu Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenliğini bozma pahasına yapıyorlar. Orada devlet benzeri yönetim organları kuruyor, Kürtlere güvenerek orada her türlü yolu kullanarak özerk bir oluşum yaratmaya çalışıyorlar” diyerek bu çelişkinin ana sorununun egemenlik yarışı olduğunu Kürtleri öne sürerek açık ve net olarak ortaya koymuştur.
ABD, Rusya’yı Suriye’de sıkıştırmak için Dışişleri Bakanı Tillerson’la başladığı Ortadoğu turunda Ürdün’le yapılan bir dizi kapsamlı antlaşmadan sonra, Irak’ın “yeniden inşası” kapsamında Kuveyt’te toplanan konferansta ağırlığını koyarak, hem buradan yeni yatırımlar için olanaklar sağlarken hem de Irak’ta İbadi’nin gelecek seçimi kazanması için atağa geçti.
Efrin işgaliyle birlikte ABD ve Türkiye arasındaki çelişki yeniden su yüzüne çıktı ve ABD Tillerson’u Türkiye’ye göndererek bu çelişkiyi çözmeye çalıştı. Tillerson’un Türkiye ziyaretinde neler konuşulduğu hiçbir şekilde dışarıya sızdırılmadığı için kimse ne konuşulduğunu öğrenememiştir. Her iki ülke sözcüleri “Türkiye ve ABD dost iki müttefiktir, sorunlarımızı tartışarak çözeceğiz, bu sorunların çözümü için ortak bir komite kurulmuştur” açıklamasının ötesine geçilememiştir. Bu açıklamalar net olarak ABD ve Türkiye arasında çelişkilerin çözülmediği, bunun sadece şimdilik buzdolabına kaldırıldığını göstermektedir.
Efrin işgaliyle birlikte ortaya çıkan bir diğer tartışmada ABD ve Kürtler arasındaki ilişkinin yeniden gündeme gelmesidir. ABD, Türk devletinin Efrin işgaline onay vermedi. Bu durum tamamen ABD’nin çıkarlarıyla doğrudan ilintilidir. ABD, Kürtlerin ellerindeki bölgelere askeri üsler kurarak bölgede kalıcı bir konuma gelmek istiyor. Bunun için Kürtlere fazlasıyla ihtiyacı var. ABD, Kürtlerin Esad önderliğinde yeniden inşa edilecek bir Suriye’de, Kürdistan bölgesinin Şam’a bağlanmasından yana değildir. Böyle bir durum Kürtlerin ABD’nin denetiminden çıkarak, Suriye’ye bağlanması ve Rusya’nın bölgeye tümden hakim olması anlamına geleceğinden ABD, Efrin işgalini onaylamamaktadır. Türkiye’nin Efrin işgalinde başarısız olması şimdilik ABD’nin çıkarınadır. ABD’nin YPG’ye silah yardımında bulunması, 550 milyon dolar bir bütçe ayırması tamamen ABD’nin bölge planlarıyla ilgilidir.
Şimdi ise soru şudur; Kürtlerin bundan sonra ABD ile ilişkileri nasıl ve hangi düzeyde olacak? Buna verilecek cevap, Kürtlerin politik olarak nerede duracaklarıyla da yakından ilgilidir. Kürtlerin şimdiye kadar ittifak yapmada ileri sürdükleri argümanlar anlaşılır ve “kabul edilir” olmakla birlikte, bu ittifakın kalıcı bir ilişkiye dönüşmesi mevcut durumu kökten değiştirecektir.
Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı tartışmasız bir şekilde ayrılıp kendi devletini kurma hakkıdır. Bu ilkenin esnetilerek, bükülerek içinin boşaltılması demek, UKKHT’nın iğdiş edilmesi anlamına gelir. Kürt Ulusal Hareketi son 15 yıldır, ulus devlete karşı çıktığını ve demokratik özerkliği savunduğunu ileri sürdüğü bu yeni tezin, mevcut devlet sınırları içinde kalarak elde edileceğini ileri sürmektedir. Suriye iç savaşında Kürtler birçok kez, Suriye’nin bütünlüğünü savunduklarını, ayrı bir devlet kurma projelerinin olmadığını, ortak bir Suriye’de demokratik özerklik statüsünde kalmak istediklerini açıkladılar. Bu Kürtlerin kendi kararıdır ve anlaşılırdır. Ancak, sorun Esad gibi bir diktatörün, işleri rayına oturttuktan sonra Kürtleri rahat bırakıp bırakmayacağıdır. Gerici ve faşist bir ülkede, ezilen bir ulusun özerk bir şekilde demokratik haklarını kullanarak bunu sürdürmesi mümkün değildir. Bölgesel özerklik ancak Demokratik Halk İktidarı ya da sosyalist bir ülkede mümkündür. Bunun dışında ezilen bir ulusun bölgesel özerklik temelinde yaşamını sürdürmesi olanaklı değildir. Suriye’de Kürtlerin Esad rejimine razı olarak, mevcut statülerini koruma inancı Kürtleri bekleyen birinci tehlikedir.
Kürtleri bekleyen ikinci tehlike ise, ABD’yle kurduklarını söyledikleri bu geçici ittifakın kalıcı bir işbirliğine dönüşmesidir. Bu, PYD’nin politik olarak ABD’nin çıkarlarını koruyan bir konuma gelmesi anlamına gelir ki, Kürtlerin şimdiye kadar kan ve can pahasına kazandığı tüm politik kazanımları ABD’nin çıkarlarına heba edilmiş olur. Ulusal hareketlere siyasal rengini veren esas şey, o ulusal hareketin anti-emperyalist olmasıdır. Ulusal sorun emperyalizm ve proleter devrimleri çağında bir iç sorun olmaktan çıkarak, proleter dünya devriminin bir parçası haline gelmiştir. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağıyla birlikte, ulusal hareketler aynı zamanda emperyalizmi de hedef alan hareketlere bürünmüştür. Ulusal sorunun proletaryanın omuzlarında çözüme kavuşturulması gereken bir mesele olması esprisinin anlamı da budur.
Kürtler, Suriye’de tüm emperyalist güçlerle stratejik ilişkisini kesmediği, şartlar ve güç dengesi vb. argümanlar ileri sürerek bu ilişkiyi sürdürmeye devam ettiklerinde anti-emperyalist nitelikleri kendiliğinden tartışılmaya açık hale gelir ki, bu kimsenin arzu etmediği bir durumdur. Kürtler (Barzani hariç) bugün dünyanın en ileri ulusal hareketini temsil ediyorlar. Sahip olduğu bağımsız silahlı gücü, Ortadoğu coğrafyasında bir özne olmalarının tek garantisidir.
Suriye’de Kürtlerin Rojava’da gerçekleştirdikleri devrimle taçlanan bu tarihi adımın ileri taşınması kendi bağımsız tutumlarını devam ettirmelerinden geçer. Bunun dışında, emperyalistlerin Kürtlere vereceği hiçbir şey yoktur. 1923 yılında Lozan’da Kürdistan topraklarını Irak, Suriye, İran ve Türkiye’ye bölüştüren yine emperyalistlerdi. Irak Kürdistanı’nda Saddam’ın Halepçe katliamına göz yuman, Saddam’a destek vererek Kürtleri bastıran yine emperyalistlerdi. 40 yıldır Türkiye Kürdistan’ında Türk devletinin saldırılarını destekleyen, her türlü silah ve lojistik destek veren, Kürt köylerinin bombalanması, binlerce Kürt direnişçisinin dağlarda katledilmesi, 5 milyon Kürt köylüsünün göçüne neden olan Türk devletinin en büyük destekçisi yine emperyalistlerdi. Suriye iç savaşında IŞİD’i kuran ve destekleyen yine emperyalistlerdi. Emperyalistler tarihin hiçbir döneminde halkları kurtarmamışlardır. Dünyada en büyük tehlike emperyalistlerdir. Bugün milyonlarca insan açsa, içecek su bulamıyorsa, sağlık hizmetinden mahrumsa, çocuklar okula gidemiyorsa, yer üstü ve yer altı zenginlik kaynaklarını tekeline alan, doğayı hızla yok edenler emperyalistlerdir. Emperyalizmle ezilen dünya hakları arasındaki çelişki devrimlerle çözülmediği müddetçe insanlığa rahat yoktur.