Politikanın ne olduğu üzerinde netleşmek, komünistler açısından kendini pratik mücadelede var etmenin en önemli unsuru olan politik tavır konusunda kuşkusuz ön açıcı olacaktır.
Politika-ideoloji ve örgüt kavramları çoğu zaman bir ve aynı şeymiş gibi kullanılır. Bir bütünsellik ifade etmek bakımından bu tarzda ifadelendirmenin bir anlamı olsa da kavramların birbirlerinin yerine kullanılmasının veya birbirleri üzerinde belirleyen ilişkisi varmış gibi ele alınmasının da önünü açmaktadır. Bu kavramların farklılıkları anlaşılmadığında ya politikanın tamamen ideolojiyle aynılaştırılması ya da tersi bir durumla karşı karşıya kalırız.
Politika ideolojiyle aynılaştırıldığında, “an”a kör ve sağır kalınır, ideolojinin “katı”lığında hareket edilemez hale gelinir. İdeolojik duruş yok sayıldığında ise uzlaşmacı ve sınıf niteliğinden uzaklaşılan bir duruma düşülebilir. İdeoloji-teori ve politika kavramlarının, doğru bir bütünsellik içinde kavranması Marksizm Leninizm Maoizm’in niteliğinin, politik mücadele özgülünde ortaya konulmasını sağlar.
“Politika nedir?”, “nasıl yapılır?” vb. sorulara yanıt ararken bu konuda bize büyük bir miras bırakan Lenin’den faydalanmak gerekir.
“Yönetime karşı savaş ilanı olarak politika!”
Politika, komünistler için güç dengelerini hesaba katarak, mevcut koşulları ve “an”ı doğru bir şekilde değerlendirerek kendi önderliğini güçlendirmek, hegemonyasını genişletmek ve iktidarı zayıflatmak/yıkmak için alınan kararlar ve bunların uygulanışıdır.
“Politikacılık sanatı (ve bir komünistin görevlerini doğru anlaması), proletaryanın öncüsünün iktidarı başarıyla ele geçirebileceği, iktidarın ele geçirilmesi sırasında ve sonrasında, işçi sınıfı ve proleter olmayan emekçilerin yeterince geniş kesimlerinin yeterli desteğine güvenebileceği, iktidarı ele geçirdikten sonra egemenliğini giderek daha geniş emekçi kesimleri eğiterek ve yanına çekerek koruyabileceği, sağlamlaştırabileceği ve yaygınlaştırabileceği koşulları ve anı doğru değerlendirmekten ibarettir.” (Lenin, Seçme Eserler, c. 10, s. 106-107, İnter Yayınları)
Alınan politik tavırlarla, ezilen geniş kitlelerin kazanılması, egemenler arası çelişkilerin derinleştirilmesi, egemen klikler arası çatışmaların ezilenler lehine fırsata dönüştürülmesi, düşmanın zayıflatılması ve iktidarın ele geçirilmesi amaçlanmaktadır. Öyle ki, doğru politik tavır, zayıf bir gücün, kitleleri arkasına alarak iktidarı ele geçirmesine olanak sunar. Politika sanatı gerilla tarzı ile benzer yönler taşımaktadır.
Objektif ve subjektif durumu, mevcut coğrafyayı ve daha pek çok unsuru dikkate alarak, güçlerini birleştirerek veya dağıtarak, uygun koşulları kaçırmayarak düşmana vurma, gerektiğinde geri çekilme, gerektiğinde saldırma, farklı askeri taktikler kullanma, kitleleri savaş içerisinde eğitme olarak bazı belirleyenlerini sıralayabileceğimiz gerilla mücadelesi ile bu anlamlarda benzeşmektedir.
Aslında politika, “yönetime karşı savaş ilanıdır.” (Lenin) Bu da politikanın ancak çelişkinin yoğun olduğu, itirazın yükseldiği, “ezilen” olarak bu durumunu kabul etmeyen sınıf ve kesimler üzerinden yükselebilme nedenini açıklar. Çünkü “yönetime karşı savaş ilanı” demek, yönetimin yüzünü baskı, katliam, tutuklama vb. şekillerde daha açıktan gösterdiği durumda, bunun karşısında “savaşçı bir parti” ve bu parti öncülüğünde savaşmayı kabul eden kitlelerle durmak demektir. Bunun da yolu politika yapmaktan geçer.
Politikanın “an”a ve koşullara bağlılığı onun uzun vadede öngörülemezliğini getirir. Dolayısıyla komünist partinin politik araçlar konusunda önceden elini kolunu bağlamaması, legal/illegal, barışçıl/silahlı her türlü aracı kullanabilmeye açık olması ve bu araçları ustalıkla, birbirlerinin yerine geçirerek veya birlikte kullanabilmesi, temel bir mesele olmaktadır. Bunu başaramayan bir parti, devrime önderlik edemez.
An ve koşullar değiştikten sonra hızlıca değerlendirmeler yapmamak, bu değerlendirmelere uygun konum almamak, zamanında doğru değerlendirme yapılsa bile bunu hayata geçirmede atıl kalmak, militan bir yapıya ve kararlılığa, birlikte hareket etme gücüne sahip olamamak, politik fırsatların kaçırılmasına, sürecin gerisine düşülmesine yol açacaktır.
Temel mücadele yolu ve biçiminin uygulanması anlamında hiçbir mücadele biçimini ilke olarak reddetmeme, hangi mücadele biçiminin uygulayacağına somut tahlillerle ve MLM öğretinin kılavuzluğunda karar verme; her somut koşulda taktik belirleme ve bu taktikleri hangi mücadele ve örgüt biçimleriyle uygulayacağımıza somut olarak karar verme; belirlenmiş örgütsel biçimlerle değil, belirlenmiş politikalarla yürüme ve değişen yeni koşul ve gelişmelere göre taktik belirleme yeteneğine sahip olmak zorundayız. Çünkü tüm bu başlıklardaki durağanlık-statükoculuk bir KP için ölüm demektir. Bugün doğru olan bir taktik, yarın yanlış olabilir ve örgütlenme, koşullara göre daralıp açılabilir. Özcesi kitleleri örgütlemede tüm araçları kullanmalı, hiçbir aracı küçümsememeliyiz. Oysa pratikte tüm bunlar yanlış kavranabiliyor ve amaç-araç ilişkisi birbirine karıştırılabiliyor.
Lenin Ne Yapmalı’da “Sosyal demokrasi kendi elini-kolunu bağlamaz, eylemlerini daha önceden tasarlanmış herhangi bir planla ya da siyasal mücadele yöntemi ile sınırlandırmaz; partinin elinde bulunan güçlere denk düştüğü sürece bütün mücadele araçlarını benimser” demektedir. (Adge, s. 62)
Elbette ki, çeşitli nedenlerle komünist partiler de yanlış politik kararlar alabilir. Zira hata yapmamanın tek koşulu, hareketsiz olmak, canlılık emaresi göstermemektir. Politikada önemli olan, çok büyük hatalar yapmamak ve yapılan hataları hızlı bir şekilde düzeltebilmektir. Yani hatalara karşı dürüst olmak ve kolektife, halka, mücadeleye daha fazla zarar vermemek için müdahalelerde bulunmaktır. Bu; sağlam, kararlı bir savaşçı örgüt için zorunluluktur. Hızlılık, yani zamanında müdahale etmek hem politik varoluşsallık için hem de kolektifin kitleler nezdindeki yeri için kritik önemdedir. Zira zamanı geçtikten sonra yapılan müdahaleler, çözüm yaratabilmekten uzak bir nitelik taşımaktadır çoğu zaman.
Politik öngörüsüzlük, mücadelede geri kalma nedenidir!
Politika üretimindeki yetersizliklerin önemli bir kısmı “koşullar ve an” vurgusunun yeterince anlaşılamamasıyla ilgilidir. Tarihin hep belirlenebilir olarak ve düzenli bir şekilde ileriye doğru aktığını düşünen bu yaklaşım, karşısına “sürprizlerin” çıkacağını varsaymaz. “Sürpriz” olarak yorumlanabilecek bir gelişme yaşandığında da, tıpkı Kautsky’nin Rus Devrimi’ni erken doğuma benzetmesinde olduğu gibi bunu bir “hata”, bir “sapma” olarak görür. Bu anlayış, var olan durum içerisinde ezilen sınıflar için ortaya çıkan/çıkabilecek olan fırsatları yakalayıp, değerlendirebilmekten aciz kalır.
Toplumsal gelişmelerin kaosu, karmaşıklığı anlaşılamadığı için, yapılan “bilimsel” belirlemelerin olduğu gibi karşılığı pratikte de aranır. Bunun en büyük sakıncalarından biri, devrimci politikanın ezilen kitlelerin durumundan rahatsız olan kesimlerini öncelikli kapsaması gerektiğinin “unutulmasıdır.”
Bu önemli bir sorundur ve reformizme, revizyonizme kapıyı ardına kadar açmaktadır. Çünkü, bilimsel açıdan sömürülenler veya türlü şekilde ezilen bazı kesimler, sistemle olan ideolojik ortaklıkları nedeniyle, durumlarını sürdürülebilir görüp, itiraz etmeyebilirler. O “an” isyan eden, itiraz eden varsa da bilimsel değerlendirmelere, beklentilere uymadığı için ya ona “sınıfsal değil” denilerek kayıtsız kalınır veya belli kalıplara sokularak bilimin emrettiği “özneler” haline getirilirler(!) Ya da bir kenarda, bekledikleri sınıfın özneleşebilmesi için, bir türlü sonu gelmeyen “kendi için sınıf haline getirme çalışmaları” yaparlar.
İşte tam da bu nedenle, farklı komünist önderler, farklı zamanlarda aynı noktaya vurgu yapmışlardır: Bozkırı kuru yerden tutuşturmak! Bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturacağını bilmek! Bu ele alış, komünist partinin politika üretirken yüzünü ilk olarak isyan eden ezilenlere, durumunu reddeden, devletle bağı en zayıf olan kesimlere/sınıflara dönmesini gerekli kılmaktadır.
Lenin bunun altını “her türlü ezilen ulusun veya ırkın, her türlü ezilen mezhebin, haklardan yoksun cinsiyetin vs. savunucusu olunması zorunluluğunu vurgulaması anlaşılamaz” (S.E., c. 1, s. 507) diyerek çizmekte; Mao ise SBKP’nin itirazlarına, kendi partisi içindeki muhalefete rağmen yüzünü köylülere dönmektedir. Bu örneklerin hepsinde ortak nokta, var olana pratik olarak saldırmaktır.
Belirli bir anda en önemli halka…
Tarih, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişki sonucu ilerlemektedir. Bir üretim tarzından diğerine geçiş, üretici güçlerin artık o üretim ilişkileri içerisinde gelişememesiyle ve bunun ortaya çıkardığı mücadele ile olur. Üretici güçlerin gelişimine denk düşen üretim ilişkilerinin ortaya çıktığı toplumsal altüst oluşlara tarihsel devrim denir. Tarihsel devrimler, insan iradesinden bağımsız bir şekilde belli yasalara bağlı olarak yaşanırlar.
Politik devrimcilik ise ezen-ezilen ayrımı içerisinde, ezilenlerin çok çeşitli nedenlerle devlete itiraz geliştiren kesimlerini iktidara yöneltme, “yönetime karşı savaş ilan etme”dir. Bu aşamayla birlikte artık “politik savaş”ın kuralları geçerlidir. Ortak düşmana karşı en geniş cepheyi yaratmak, tüm savaşım araçlarını kullanmak, illegal/legal her yönteme hakim olmak ve iktidar hedefinden bir an bile vazgeçmemek esastır.
Hatırlanacak olursa, Lenin tarihsel olarak demokratik devrimi burjuvazinin yapması ve kendilerinin burjuvaziyi ürkütmemesi gerektiğini savunan Menşeviklerle uzun bir dönem uğraşmak zorunda kalmış ve politik bir devrimci olarak, an ve koşulların fırsat verdiği ilk anda iktidarı almak ve proletarya diktatörlüğünü kurmak gerektiğini savunmuştur. “… bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkalardan meydana gelen sonsuz bir zincirdir.
Siyaset sanatının tamamı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, belirli bir anda en önemli olan halkayı, onu elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok güvence veren halkayı bulmaktan ve ona olabildiğince sıkı bir biçimde sarılmaktan ibarettir.” (Ne Yapmalı, s. 177, 2016)
Değişik dağlarda değişik türküler söyleyebilmek…
Politikada hataya düşmemenin yolu, devrimci politikanın siyasal iktidar hedefli yürütülmesi ve sadece herhangi bir halkanın yakalanmasını değil, bir halka aracılığıyla sonsuz zincire sahip olmayı amaçlamaktır. Aksi halde “an”ın içerisinde kaybolunarak politikada kendiliğindenciliğe veya yaygın olarak kullanılan bir deyimle esen rüzgara kapılmak söz konusu olacaktır. Oysa komünistler için politika yönetiminin temel hedefi, sömürücü ve baskıcı sistemi ve onun somut örgütleyicisi olan devleti ortadan kaldırmaktır.
Bu konuda Mao’nun bazı benzetmeleri çok anlaşılırdır: “ ‘Değişik dağlarda değişik türküler söyle’ diye bir atasözü vardır. Bir başka atasözü de ‘iştahını yemeğine göre, elbiseni kalıbına göre ayarla’ der. Yaptığımız her şeyi, gerçek duruma uygun olarak yapmalıyız.” (Mao, S.E., c. 3, s. 60, Kaynak Yayınları)
“İnsanlar genellikle geçmişteki ve şimdiki koşullara göre değerlendirmeler yapmaya, geleceğin de üç aşağı beş yukarı aynı olacağını düşünmek gibi bir yanılgıya düşmeye yatkındırlar. Geminin ya sualtındaki kayalara çarpacağını ya da bu kayalardan serinkanlılıkla sıyrılacağını göremezler.” (age, s. 107)
Yukarda Lenin’den alıntıladığımız politikacılık sanatı tanımında en temel noktanın, iktidarın ele geçirilmesi ve devrim sonrasında da iktidarın devam ettirilmesi ve korunması için kitlelerin eğitilmesi ve komünist partinin yanına çekilmesi olduğunu görüyoruz. Proleterlerin ve geniş emekçi kesimlerin, komünist partisine inanması ve onun hegemonyasında hareket etmesi iktidar savaşımını başarıyla vermenin teminatıdır.
Komünist Parti, ürettiği politikayla kitlelerle bağlarını sağlamlaştırır, kitlelerin yüzünü kendisine dönmesini sağlar. Bu gerçekleşmiyorsa, sorgulanması gereken konulardan biri de politikanın ne için, kim için ve nasıl üretildiğidir.
Politika, “emekçi kitlesini harekete geçiren düşünceleri cisimlendirir.” (Lenin, S.E., c. 6, s. 299) “Düşünceler kitleleri sardığı anda güç haline gelir.” Aksi her durum, fikirlerin soyut dünyasında hapsolmaktır. Politikanın emekçi kitleyi harekete geçirmesi, kitlelerin kendi “bağımsız politik ve özellikle de devrimci mücadelesinin” içerisinde öğrenmesi, eğitilmesi demektir.
Kitlelerin eğitimi, burjuva eğitiminden etkilenerek akıl hocalığı yapılması, bilgiçlik taslanması, teorik olarak MLM’ye hakim olmalarının sağlanması, “farkındalık” yaratılması vs. değildir. “Güç toplamak için önce kitleleri eğitelim” demek, kitlelerin “aydınlandığı” oranda mücadeleye geleceğini varsaymak reformizmdir. Devrimi imkansız bir tarihe atmaktır. Hem kitleleri hem kendini kandırmaktır.
Politika, pratik faaliyetle yaşam bulur. Kitlelerin eğitimi de, komünist partinin “doğru bir görev, doğru bir siyaset ve doğru bir çalışma tarzı” (Mao) ile onların taleplerine uygun düşen ve kitlelerle bağını sağlamlaştıran bir hat tutturmasıyla mümkün olacaktır.
Bu, komünist partinin tüm militan ve kadrolarıyla kitleler içerisinde olmasını zorunlu kılar. Halkın tüm çelişkileriyle birlikte, ülkenin ekonomisini, kültürünü, politik şekillenmesini, dinsel saflaşmasını, ulusal, cinsel sorunların tezahürünü, özcesi somut tüm özelliklerini çok berrak şekilde bilmeyi, bunları sentezlemeyi gerektirir.
Dolayısıyla kitleleri saracak, onları devrimci mücadelede ve kendi bağımsız politik mücadelesinde eğitecek şiarları, eylemleri, hareket tarzını en iyi şekilde belirleyebilmek politik önderliği iyi yapabilmekle ilgilidir. Kitleler; legal-illegal, silahlı veya barışçıl girişilen her türlü eylemde, atılan sloganlarda ezen-ezilen ayrımını devlet karşıtlığı temelinde durumlarını daha net bir şekilde görmelerini sağlayan bir politik çizgiyle eğitilirler.
Ortak düşmana karşı ortak mücadele verebilmek olarak politika
Ortak düşmana karşı birlikte hareket edebilme, ittifaklar oluşturma olarak politika ve doğru, etkili politika üretiminin örgüt üzerindeki etkisi sürecimiz açısından iki önemli başlıktır.
Uzlaşmalar, ittifaklar, ortak eylemlilikler politik bir öznenin savaşın her aşamasında karşısına çıkan ve ustaca değerlendirilmesi gereken pratik politik meselelerdir. Bu konularda soyut formüllerden hareket etmek, güç dengelerini göz ardı etmek, evrensel ilkelerden vs. söz etmek en büyük yanlıştır.
Lenin “Ne Yapmalı?” eserinde burjuva demokrasisinden çeşitli akımlarla yapılan ittifaklar eleştirilince, geçici ittifakları yapmak için kendisine güvenmeyen ve bu ittifakları yapamayan bir siyasi partinin var olamayacağını belirtmiştir. (age, s. 23, 1998, Sol Yayınları) “Güvenilmez kimselerle bile olsa, geçici ittifaklara girmekten korkanlar, ancak kendisine güvenmeyenlerdir; böyle ittifaklar olmasaydı tek bir siyasal parti varolamazdı.” (adge, s. 25)
Lenin, uzlaşma, ittifak, ortak eylemlilik gibi meseleleri ortak düşmana karşı birlikte hareket etmek üzerinden değerlendirir: “Daha güçlü bir düşman, ancak bütün güçler harekete geçirilerek ve ancak, gerek düşmanlar arasındaki en küçük ‘çatlak’tan, çeşitli ülkelerin burjuvazileri arasındaki ve tek tek ülkelerin burjuvazisinin çeşitli grupları ve kesimleri arasındaki çıkar çelişkilerinden, gerekse de, geçici, yalpalayan, kararsız, güvenilmez ve koşullu bir müttefik de olsa kitleleri bir müttefik olarak kazanma olanağından mutlaka büyük bir özen, uyanıklık, ustalık ve akıllılıkla yararlanıldığında yenilgiye uğratılabilir.
Bunu kavramayan Marksizm’den ve bir bütün olarak bilimsel, modern sosyalizmden de hiçbir şey anlamamıştır. Oldukça önemli bir zaman dilimi içinde, oldukça farklı siyasal durumlarda bu gerçeği hayata geçirebileceğini pratikte kanıtlamamış olan biri, tüm emekçi insanlığı sömürücülerden kurtarmak uğruna savaşında devrimci sınıfa yardımcı olmayı henüz öğrenememiş demektir.” (S.E., c. 10, s. 127-128, İnter Yayınları)
İttifaklarda, uzlaşmalarda kesintisiz bir ideolojik/politik mücadele şarttır. Bununla birlikte eğer bunların sonucunda ortak düşmana karşı mücadelede başarı elde edilecekse, kitlelerle olan bağı güçlendirecek, yeni mevzilerin kazanılmasını sağlayacaksa bu adımların atılması doğrudur.
Elbette ki bunları yapabilmek, “an”ı ve “koşulları” bu düzlemde değerlendirip, pratiğe geçmek büyük bir “özen, uyanıklık, ustalık ve akıllılık” gerektirmektedir. Yani iyi bir politik önderlik zorunludur.
Politik önderlik, kendi görüş ve dileklerini gerçeğe dayatmasıyla değil, objektif koşulları en ince ayrıntısına kadar hesaplayabilmesiyle, her koşulda kitlelere ulaşabilmesiyle, subjektif gücünü artırabilmesi ve düşmanı zayıflatmasıyla (ve en sonunda iktidarı elde edebilmesiyle) kendini gösterir. Siyasal yaşam, her dönem karmaşıktır ve pek çok çelişkiyi içerir. Dolayısıyla, olayların karmaşıklığı ve çok sayıda çelişkinin varlığı politika üretememeye ve bunun sonucunda bilinen limanlar olarak dogmatikleşmeye bahane olamaz. Böyle bir bahaneyi ancak politikayı, düz bir hatta ilerleyen, her şeye bir zamanlar belirlenmiş formüllerle hakim olabileceğini düşünenler haklı ve makul bulur.
Devrimci teori ve pratik, disiplinin teminatıdır
“Proletaryanın devrimci partisinin disiplini nasıl korunur? Nasıl denetlenir? Nasıl güçlendirilir? Birincisi, proleter öncünün sınıf bilinci ve devrime bağlılığı, dayanıklılığı, özverisi, kahramanlığıyla. İkincisi, en geniş emekçi kesimlerle, öncelikle proleter kitlelerle, ama proleter olmayan kitlelerle de bağ kurma, onlara ulaşma ve –dilerseniz- onlarla belli ölçüde kaynaşma becerisiyle.
Üçüncüsü, bu öncü tarafından hayata geçirilen politik önderliğin doğruluğuyla; geniş kitlelerin doğruluğundan kendi deneyimiyle emin olması koşuluyla politik strateji ve taktiğinin doğruluğuyla. Bu koşullar olmadan, görevi burjuvaziyi devirmek ve tüm toplumu yeniden biçimlendirmek olan gerçekten ileri sınıfın partisi olma yeteneğindeki bir devrimci partide disiplin sağlamak olanaksızdır. Bu koşullar olmadan, disiplin sağlama yönündeki bütün girişimler kaçınılmaz olarak bir hayal, bir safsata ve soytarılık olacaktır. Öte yandan bu koşullar birden ortaya çıkamaz. Ancak uzun çalışmalar ve çetin deneyimler sonucunda yaratılırlar; bu koşulların yaratılması, bir dogma olmayan, tersine gerçekten kitleleri içine alan ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiğiyle sıkı bir bağ içinde son şeklini alan doğru devrimci teori tarafından kolaylaştırılır.” (Lenin, S.E. c. 10, s. 76)
Komünist parti, iktidar mücadelesi vermekte ve Demokratik Halk Devrimini hedeflemektedir. Böyle bir amaç, ancak sistemin bütün silahlarını alt edecek ideolojik, politik, askeri, kültürel, örgütsel yetkinlikte bir örgüt tarafından sağlanır. Bu örgüt de kendini merkeziyetçiliğin ifadesi olarak disipliniyle, kararlılığıyla, ortaklığıyla, kitlelerle bağını sürekli güçlendirmesi ve düşmanı zayıflatmasıyla ortaya koyar. Lenin’in ifadesine bakıldığında devrim amacı için bir araya gelmiş kadro ve militanları birbirine bağlayan disiplinin, burjuva partilerin ve askeriyenin “emir demiri keser” disiplininden ziyade, somut bir olguya amaç doğrultusunda yürüme kabiliyetini gösterebilmeye yani yoldaşlığa dayandığını görürüz.
Yukarıda işlediğimiz gibi politika, kitlelere kendini inandırma ve kendi öncülüğünde savaştırabilmedir. Bunu yapamayan, “politik strateji ve taktiğin” doğruluğunu bırakalım, politikada donuklaşıp, “an”a, koşullara, kitlelere kör olan bir partinin buna itiraz edilmeye başlandığında disiplini öne çıkarması, bunu bürokrasi ve yaptırımlarla yapabileceğini sanması, çeşitli tasfiyeleri geliştirerek örgütsel birliği sağlayacağına inanması –Lenin’in açık ifadeleriyle- “bir hayal, bir safsata ve soytarılık” olacaktır.
Kolektifimizin sadece bu süreci değil aslında Kaypakkaya’dan hemen sonra başlayarak defalarca bölünmesi, tasfiyelerin yaşanması, gelişen her itirazın “hizip”le yaftalanması artık “tarihimiz hizipler tarihidir” şeklinde ifadelendirilmeye varmasının bu yazdıklarımızla birebir ilgisi vardır. Aynı şey tekrar yaşanmıştır ve örgüt disiplini, örgüt anlayışı Leninist tarzda yerine oturmadığı müddetçe yani soyut, kutsallaştırılan, bürokratik bir disiplin anlayışından ziyade politik önderliğin görevlerini yerine getirmesinin getirdiği gönüllü bir sarsılmaz disiplin anlayışı oturmadıkça tekrar yaşanacaktır. Dolayısıyla “an”da yoğunlaşılması gereken devrimci disiplinin yaşam bulması için gerekli koşulları oluşturmaktır.
Tekrar pahasına yazarsak: “Bu koşulların yaratılması, bir dogma olmayan, tersine gerçekten kitleleri içine alan ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiğiyle sıkı bir bağ içinde son şeklini alan doğru bir devrimci teori tarafından kolaylaştırılır.”
Yanlışlardan koparak ileri atılalım
Sadece kolektifimizin değil tüm devrimci hareketin, devrimciliği üretmesini engelleyen durağan, dogmatik anlayıştan kopması ve “doğru bir devrimci teori”yi oluşturması ve “an”da devrimciliği yeniden yeniden yaratması zorunluluktur. Bunu yapamamak, sorunların yaratıldığı, ortaya çıktığı düzlemden kopmamak demektir.
“Karşılaştığınız sorunları o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.” (Einstein)
Kolektifimiz, teorisine, politikasına ve örgütsel disiplinin işletiliş tarzına yoğunlaşmalı; eskinin tekrarı yöntemlerle sorunlarının çözülemeyeceğini kabul ederek bu konularda adım atmalıdır. Bizlerin ideolojik/teorik/politik ve örgütsel olarak geri tutulan, kangrenleşen tüm yanlarımızla acımasızca hesaplaşmamız, kolektifimizin bu topraklarda ona yüklenen misyonunu yerine getirebilmesinin tek koşuludur.
Bunun nasıl yapılacağı, tüm bu tartışmalarla birlikte önemli başlıklardan biridir. Bunun öncelikli yöntemlerinden biri, burjuva düzenin yarattığı insan profilinin örgüt içerisinde nasıl bir profile evrilmesi gerektiği konusunda sorunlara/sorunların çözümlerine odaklanmak ve politika üretip hayata geçirecek kadroları yaratmaktır.
“An”ın ve “koşullar”ın ihtiyacını tespit edip politika üretebilmenin önündeki engellerden biri olan dogmatik düşünüş tarzının en büyük düşmanı eleştirel düşünce tarzını geliştirebilmektir. Bunun için de örgütlendiği andan itibaren bir devrimcinin bu düşünüş tarzını geliştirecek okuma-yazma ve tartışma platformları geliştirilmeli, felsefe ve bilime odaklı eğitim ile bu kalıcılaştırılmalı ve MLM bilimi doğru bilgi ve düşünce tarzının üzerine inşa edilmelidir.
Bu bilgilerin pratikte yaşama geçirilmesi için örgütlü mekanizmaların önüne kolektif bir şekilde oluşturduğu yönelimler koyması, pratiğin yalnızca örgütlü olan kişinin yetenek ve becerileri “hapishanesine” sıkıştırmadan planlama yapması ve bunu sistematikleştirerek bu yönelim doğrultusunda kitle çalışması yapması gerekmektedir. Bu durum bir yönüyle kurumsallaşmayı (rutinleşmeyi değil) getirmeli, bir yönüyle de kolektif politika üretimi ve bunun kitlede karşılığını değerlendirme yetisini geliştirmelidir.
Kuşkusuz tek başına hiçbir yoldaş, bir bütün kolektifimizin yaşadığı tıkanıklığı aşma, hastalıklarından kurtarma ve kolektifi devrime taşıma hedeflerini gerçekleştiremez. Ancak her bir yoldaş açısından adım attığı, kendisinden başlayarak sürece müdahale ettiği, mücadele dolu 47 yılın ardından ortaya konulan iradenin bir parçası olma ve onla bütünleşme çabası içerisinde olduğu sürece bu hedeflere yakınlaşmamız kaçınılmazdır!