Geçtiğimiz yılı İstanbul Üniversite’sinde öğrencilerin öğün hakkının gasp edilmesi ve yemekhane zamlarına yönelik başlattıkları direnişle karşılamıştık. Bu yılı yine aynı günlerde Boğaziçi Üniversitesi ve dört üniversiteye kayyum atanmasının ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan direnişle karşılıyoruz.
Kendi üniversitesine atanan kayyumu protesto ettiği gibi Boğaziçi’ne atanan kayyumu protesto eden üniversiteliler, üniversitelere atanan kayyumların geleceğini çaldığını gören liseliler, Amed Belediye’sine atanan kayyumla Boğaziçi’ne atanan kayyum arasında buzdan duvarlar dışında bir fark olmadığını bilen Kürt gençleri, her gün LGBTİ+’lara yönelik nefret saldırılarının hedefi olan, üniversitelerde nefretin körüklenmesini istemeyen LGBTİ+’lar, patriyarkanın tüm saldırılarına karşı direnen, mücadele eden genç kadınlar Boğaziçi’ne atanan AKP’li Melih Bulu’yu protesto etmek ve Boğaziçi öğrencileriyle buluşmak, dayanışmayı yükseltmek, birlikte ses çıkarmak için Boğaziçi önünde buluştu. Boğaziçi öğrencileriyle birlikte farklı üniversitelerde okuyan üniversiteli, liseli, işçi, işsiz yüzlerce gencin farklı kaygılarla “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz! Kayyum rektör istemiyoruz!” şiarıyla gerçekleştirdiği eylemle başlayan bu direniş iki haftadır sürüyor.
Devlet, kayyum eylemlerinin ilk günü okulun önüne polis yığarken devamında onlarca öğrencinin gözaltına alınmasıyla eylemlerin önünü almaya çalıştı. Devlet tarafından direnişe yönelik yapılan açıklamalar Cumhurbaşkanının kararının sorgulanması, darbeye zemin sunma, yeni bir Gezi İsyanı, illegal örgütlerin planları gibi yorumlarla direnişi hedef aldı. Esasen, devlet bu iddialarla gerçekleştirmek istediği saldırılarının niyetini belli oranda gösteriyor. Gençlik kesimlerinin gerçekleşen kayyum uygulamasına farklı kaygılarla olsa da ortak tepki göstermesi, birlikteliği ve dayanışmayı pratikte ortaya koyması devletin rahatsız olduğu noktalardan birisi oluyor. Devletin ayrıştırıcı, parçalayıcı saldırıları bu durumu ortadan kaldırmaya, direnişi süreç içerisinde parçalayıp boğmayı hedefliyor. Gezi isyanı vurgusu ise büyük oranda örgütsüz bulunan Boğaziçi öğrencilerinin bu süreç içerisinde aktif mücadele eden pozisyonda bulunmasından duyulan rahatsızlığı ifade ediyor. Devlet kendiliğinden bir hareketin kitle hareketini tetikleyiciliği noktasında ciddi bir korku duyuyor. Gezi isyanına bu şekilde bir atıf yapması bu kaygıyla şekilleniyor. Boğaziçi eylemlerine katılanların gözaltına alınması, çıplak arama, fiziksel ve psikolojik işkence gibi çeşitli uygulamalarla karşılaşmasıyla birlikte AKP milletvekilleri tarafından “15 Temmuzda ne yaptıysak size de aynısını yaparız” açıklaması AKP-MHP iktidarı tarafından yayılmak istenen korku ve bastırma politikasının bir yansıması oluyor.
Bu saldırılar, devletin 4 ocaktan bu yana açıklamalarında sıkça görülüyor. Boğaziçi Üniversitesi ise polis ablukası altında tutularak süreç içerisinde yükselen öğrenci dayanışması devlet tarafından engellenmeye çalışılıyor. Buna karşılık direniş Boğaziçi Üniversitesi’nden birçok üniversiteye sıçramaya devam ediyor. Üniversite dayanışmaları olarak örgütlenen bu süreç dayanışmalar üzerinden yaratılacak örgütlenmeler ile karşılanmaya çalışılıyor. Bu süreçte esasta bağımsız öznelerin örgütlenmesi, sürecin bu kuvvetlerle birlikte örülmesi hedefiyle hareket ediliyor. Gençlik örgütlerinin önemli bir kısmı bu süreci birleşik mücadele pratiğinin yükseltileceği bir süreç olarak görürken kimi çevrelerin dar grupçu ben merkezci pratiği açığa çıkıyor. Bizim açımızdan bir süredir emek verdiğimiz ve geliştirmeye çalıştığımız Birleşik Gençlik Meclisleri çalışmasının hangi ihtiyaca yanıt olacağı noktasında önemli veriler sunan bir süreç yaşanıyor. Bu çerçevede gelişen gençlik hareketinin Birleşik Öğrenci Meclisleri’nin kurumsallaşması, sürece yanıt olacak pratiklerin öznesi olması önemli bir yerde duruyor. Gelişen dayanışma ağlarının içerisinde bu çalışmaların içerisinde inşacı bir misyon üstlenerek, sürece yön veren, gençlik kitleleri arasındaki bağı kuvvetlendiren bir pozisyon üstlenmesi bizim bu süreci karşılayan bir noktada durmamız açısından önemli bir yerde duruyor.
Gelişen hareketin birleşik karakteri eylemlerin ilk gününden bu yana açık bir şekilde görünüyor. Bunu devrimci demokrat öznelerin birlikteliği olarak değil gençlik kitlelerinin farklı kesimlerinin birlikteliği olarak ifade ediyoruz. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere gençliğin çeşitli kaygılarla bu sürecin içerisinde yer alması ve devletin saldırılarını esasta bu zeminden yükseltmeye çalışması, gelişen hareketin en olumlu özelliği olarak ifade edilebilir. Farklı üniversitelerden gelen öğrencilerin ortak ses çıkarabilmesi, liselilerin, Kürtlerin, LGBTİ+’ların, ekolojistlerin, ortaya koydukları birliktelik önümüzdeki süreçte gelişen hareketlerin renginin bu birliktelikten beslendiği oranda kuvvetli olacağını göstermiş bulunuyor.
Devlet bugün Boğaziçi öğrencilerini abluka altına alarak gençliğin bu birlikteliğine yönelik başka bir saldırı yöneltmiş bulunuyor. Bu temelde Boğaziçi öğrencilerinin çağrısıyla 6 Ocak’ta Kadıköy’de gerçekleşen buluşma önemli bir pratik adıma işaret ediyor. Sürecin devamında diğer üniversitelerde oluşturulan dayanışma ağlarının Boğaziçi öğrencileriyle çeşitli şekillerde buluşarak gelişen hareketi sürdürmesi mümkün görünüyor.
Gelişen hareket üniversitelerin doğrudan mevcut iktidara bağlandığı, YÖK ile devreye sokulan bu organik bağın bugün Cumhurbaşkanı kararnameleriyle tamamen hükümetin ihtiyaçlarına göre şekillenen bir üniversite modeline karşı çıkıştır. Üniversitelerin kışlaya çevrilmesine öğrencisinden, akademisyenine, gelinen aşamada, kapısına kelepçe vurulmasına karşı çıkan, Boğaziçi öğrencilerinin gerçekleştirdiği direniş ısrarla sürmektedir. Bu dönemde halkın, insanlığın ihtiyaçlarına yanıt olan eşitlikçi, cinsiyetçiliğe karşı mücadele eden, ekolojiyi koruyan geliştiren, demokratik bir üniversitenin oluşturulmasını propaganda ederken, var olan hakların korunması ve mevziler kazanılması noktasında devrimci öznelerin yaratıcılığını ortaya koyması önemli bir yerde duruyor. Boğaziçi Üniversitesi’ni görece diğer üniversitelerden ayıran kampüs yaşamının korunması için verdikleri mücadelede ortaya koydukları her pratikte çok renkli yaratıcı bir tarz öne çıkıyor. Bu minvalde devrimci öznelerin bu süreçten öğrenmesi ve geliştirmesi kritik bir yerde duruyor.
Bu süreçten gelişen-gelişecek kitle hareketlerine yönelik veriler bulmak zor değil. Uzun zamandır, propaganda ettiğimiz ve kendimizi buna göre konumlandırmaya çalıştığımız fırtınaların ön adımları bugün Boğaziçi’yle kendisini göstermiş bulunuyor. Bu sürece öncülük iddiasında bulunan öznelerin dün ifade ettiğimiz şekliyle; disiplinli, yaratıcı ve gelişen hareketle hızlı bağ kurabilecek bir hareketlilik içerisinde bulunması önemli bir yerde duruyor. Pandemi süreci öncesinde-sonrasında gençliğin mevcut iktidara, sisteme yönelik büyüyen öfkesi sokağa Boğaziçi süreciyle belli oranda yansımış bulunuyor. Bu pratik süreç fırtınanın ön adımıyken, bugün süreci yakalama düzeyimiz, gelen fırtınayı egemenlerin tepesinde estirmek için geri düzeyde bulunuyor. Adımlarımızı hızlandırmayı, olanca gücümüzle sürecin öznesi olarak konumlanmayı, mevcut pratikleri geliştirmeyi, örgütlülükleri büyütmeyi odaklanmamız gereken anın görevi olarak görüyoruz. Yeni yılın, yeni direnişlerini yenilenerek, anın ihtiyaçlarına yanıt olarak büyütebileceğimizin bilinciyle fırtınayı karşılamaya hazır olalım!