Gülen Cemaati’ne dönük geliştirilen tasfiye operasyonlarının ülkedeki egemenler tarafından kullanılma biçiminin DAİŞ’e dönük politikalarla benzerliği oldukça ilgi çekici. Emperyalist-kapitalist sistemin kan bataklığına dönüştürdüğü Ortadoğu coğrafyasının dinamiklerinden yarattığı tecavüzcü-katliamcı DAİŞ çetelerinin saldırılarını bahane edilen birçok ülkede bu saldırılar OHAL sebebi sayıldı (Tunus, Fransa…). Türkiye’de propagandası yapılan “DAİŞ’e kapsamlı operasyon”, devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlere dönük “cadı avı”na dönüştürüldü.
Bugün de Gülen cemaatinin tasfiyesi kapsamında egemenler, kendi içlerindeki “muhaliflerden” kurtulmanın keyfini sürüyorlar. Son yıllarda AKP’ye verdiği açık desteğin bu süreçte faydasını gören MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, parti içerisindeki rakiplerini ve onların destekçilerini, “FETÖ’nün MHP’ye sızma harekatı”na karşı başlatılan AKP destekli operasyonlarla tasfiye etti. Bu durumdan oldukça keyifli olan Bahçeli, AKP’nin bu jestine “Türkiye’nin 3 cephede birden savaştığı ve bu yüzden bu cephelerden birinde iktidar mücadeleyi kaybederse, Türkiye’nin kaybedeceği ve ülkede beka sorununun ortaya çıkacağı” şeklindeki destek dolu açıklama ile karşılık verdi.
Ancak Bahçeli de dahil olmak üzere egemenler büyük bir korku içindeler. Bu durumu, bu korkuyu, Bahçeli aynı konuşması içinde şöyle ifade ediyor: “Bugüne kadar yapılan iş ve işlemlerde 1 milyona yakın bir mağdur kitle oluşturuldu. Bu sosyal bir yara açabilir. Bu hoşnutsuz kesimin bir araya gelerek harekete geçmesi halinde farklı bir tablo ortaya çıkar. Mağdurlar içinde savaşı, suikastı, provokasyonu bilen bir bölüm insanlar da var. Bu memnuniyetsiz kitlenin içine sızıp bir hareketlenme yaratabilirler. Gezi’de 30 bin kişi ile baş edemeyen AKP bu bir milyonluk kitle ile nasıl mücadele edilebilecek?” (22 Eylül, Cumhuriyet)
İşçi ve emekçiye “geçici” değil “kalıcı” saldırı
Geçtiğimiz günlerde açıklanan TÜİK’in “Gelir ve Yaşam Koşulları-2015” başlıklı raporu, halkta var olan huzursuzluğun egemenlerde yarattığı korkunun yersiz olmadığını gösteriyor. Bu rapora göre ülkede nüfusun en yüksek gelire sahip % 20’lik grubun payında, 2014 yılına göre 0.6 oranında artış yaşandı ve bu oran % 46.5 oldu. En yoksul % 20’lik grubun payı ise 0.1 azalarak % 6.1 oldu. Yani en zengin ile en yoksul arasındaki fark, 7.4 kattan 7.6 kata yükseldi. Yine bu rapora göre ülkedeki sürekli yoksulluk oranı % 15.8 iken finansal anlamda sıkıntıda olma durumu olarak ifade edilen maddi yoksunluk oranı % 30.3…
2015’e ait olan bu değerlendirme 2016’yı ve dolayısıyla 15 Temmuz’un ardından örneğin sadece eğitim alanında 27 bin 715 öğretmenin ihraç edildiği, 9 bin 464’ünün açığa alındığı gerçekliğini içerisinde barındırmıyor. Bunun için de raporların gelecek yıl açıklanmasını beklemeye hacet yok. DİSK-AR’ın TÜİK verilerinden yararlanarak açıkladığı Mayıs-Haziran-Temmuz işsizlik verilerine göre bu yıl işsizlik, geçen yılın aynı dönemine göre 247 bin kişi artarak 3 milyon 127 bine yükseldi. Diğer yandan halihazırda sadece son bir haftada, kısaca “işçi pazarlarının projelendirilmesi” olarak adlandıracağımız, “Toplum Yararına Çalışma Projesi” kapsamında geçici kadro alımlarına yapılan başvurulara bakmak bile yeterli. Kırıkkale’de 126 kişilik geçici kadroya başvuru için bin 475, Edirne’de 156 kişilik geçici kadro için bin, Antep’te 40 kişilik geçici kadro için 500, Erzincan’da 9 ay sürecek kadrolu temizlik işçiliği için açılan 187 kişilik alım için 3 bin 192 kişi başvuru yaptı.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan “Kasımpaşa dayılığından” ödün vermeyerek, Bloomberg televizyon kanalına verdiği röportajda, kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye için not indirimine gitmesinden endişe duymadığından söz edip “Kim korkar notun inmesinden…” dese de, iyiden iyiye sıkıntıya giren sıcak para akışının sağlanmasında başat rolü olan uluslararası sermayenin Türkiye’ye yatırım yapması, bu nota bağlı… Keza Ekonomi Bakanlığı tarafından yayımlanan Temmuz ayına ilişkin Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni’ne göre de ülkeye uluslararası net doğrudan yatırım girişi; 2016’nın Ocak-Temmuz döneminde geçen yılın aynı dönemine göre % 54.2 oranında azaldı. Emperyalizme göbekten bağımlılığını “kabadayılık” yaparak koparamayacağının bilincinde olan egemenler, bu telaşlarını örtmeye çalışıyor ve OHAL’i bu konuda fırsat olarak kullanmayı sürdüreceklerini ilan ediyorlar.
İstanbul’da Avcılar Belediyesi’nde işçilere dönük CHP’li belediyenin kolluk güçleri ve OHAL’e dayanarak sürdürdüğü işten atma ve karalama çabasından Bursa-Gemlik’te Medlog Lojistik’te çalışan sendikalı 130 işçinin işten çıkarılmaları karşısında direnişe geçmelerine Valilik tarafından OHAL’e dayanarak getirilen yasaklama sadece birer örnek… Keza güvenceli çalışma koşullarının ortadan kaldırılması konusunda da şimdiye kadar yapamadığı birçok hamleyi OHAL sürecinde yapmaya başladı. “Terör örgütleri yandaşı” olarak gördüğü kadrolu kamu çalışanlarını ihraç eden, açığa alan devletin; buralarda doğan boşlukları “geçici”, “ücretli” vb. yöntemlerle kapatacağını açıklarken, bu politikasını sadece kendine muhalif olan, kendine tehdit oluşturduğunu düşündüğü kesimlere tahammülsüzlük olarak yorumlamak eksik olacaktır. “Geçici” ve “ücretli” çalışma sistemi, açıktır ki geçici değil kalıcı kurgulanıyor.
“Kaybedilen tek mücadele…”
Suriye’deki iç savaş merkezli derinleşen emperyalist-kapitalist sistemin siyasi ve ekonomik krizi, dünyanın dört bir yanında halkları çatışmalı bir sürece, cehennemine hızla yuvarlarken, Suriye savaşında figüran olarak en iyi rolü kapmanın peşindeki TC de efendilerinden öğrendiklerini OHAL’le ülkeye uygulamaya ve ülke halkını giderek daha kanlı bir savaşın ortasına çekmeye çalışmaktadır. Görünen o ki; uzatılacağı Erdoğan’dan Yıldırım’a, Kılıçdaroğlu’ndan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya kadar herkesin dilinde olan OHAL ile, egemenlerin bekası için her türlü keyfiyetin, katliamın, soygunun önü açılmaya devam edilecek.
Bu ülkenin devrimcileri ise, sınıf savaşımında tüm eşitsiz savaş koşullarına karşın ne yapmaları ve nasıl yapmaları gerektiğini yine bu ülkenin en direngen kadınlarından, kayıp annelerinden öğreniyorlar. Proletarya Partisi; ölümsüzleşen 2. Genel Sekreteri olan Süleyman Cihan’ın işkenceci, azılı halk düşmanı Mehmet Ağar ve ekibi tarafından gözaltında kaybedilmeye çalışılması, 12 Eylül sonrası “yargısız infazların” başlangıcı sayılan İstanbul’da, Tuzla Köprüsü’nde kurulan pusuda militanları Reha Şen, İsmail Hakkı Adalı, Fevzi Yalçın ve Kemal Soğukpınar’ın yüzlerce mermiyle taranarak katledilmesi, yine 24 yıl önce gözaltına alındığı ve gözaltında “Beni öldürecekler” dediği şahitlerle kesinleşmesine rağmen Hasan Gülünay’ın “faili meçhul” ilan edilmesi ile öğrendi bu acıyı, bu öfkeyi, bu yemini… Ama bitmedi… Öğrendiklerini tazelemeyi, öfkesini bilemeyi, direnişe devam etmeyi yine 600 haftayı geride bırakan Cumartesi Annelerinden öğrenecek. Çünkü Cumartesi Annelerine dayanışma mesajı gönderen Arjantinli Plaza De Mayo Annelerinin dediği gibi “Kaybedilen tek mücadele vazgeçilen mücadeledir!”