Yorum

“Kardeşlik hukukları” çatırdamaya devam ediyor!

30 Mart yerel seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi baş gündem haline geldi. T. Erdoğan’ın seçimlerde aldığı oy oranı adeta onun Cumhurbaşkanını da belirleme yetkisini alması şekline büründürüldü. Tayyip ise bu durumu kendi politik konumunu güçlendirmenin aracı haline getirmektedir. Erdoğan’ın kişisel ve politik geleceğine dair kaygıları büyüdükçe pervasızlığı ve yalnızlaşması da aynı hızla büyümektedir. Zira gelinen noktada konumunu pekiştirmeyi, gerekirse fiili olarak sistemi değiştirmek üzerinden dahi kurgulamaktadır. “Koşturan, terleyen, tüm anayasal haklarını kullanan” Cumhurbaşkanı tanımı, “başkanlık” sisteminin fiilen uygulanması arzusunu içermektedir. Ki zaten bu örtülü bir şekilde değil bizzat Erdoğan’ın ifade ettiği bir şeydir. Gönlünde yatan aslan budur. Cumhurbaşkanlığını kazanırsa bunu fiilen yaşama geçirecek bir düzenleme yapılacağının işaretleri de vardır. Ancak aynı Erdoğan aday olmadığı ya da kendisi Cumhurbaşkanlığını kazanamadığı taktirde “koşturan, terleyen, tüm anayasal hakkını kullanan” başka birisi Cumhurbaşkanı olduğunda, tereddüt etmeden durumu “milli iradeye darbe” olarak ele alacaktır.

Cumhurbaşkanlığı tartışması bu bağlamda çok yönlü sürmektedir. Bir yandan AKP cenahından Erdoğan’ın kendisini mi, Abdullah Gül’ü mü tercih edeceği tartışılırken, diğer yandan başkanlık sistemi daha güçlü bir şekilde tartışılmaktadır.  CHP ve MHP adeta bu sürecin dışında olan etkisiz unsurlar muamelesi görmekte, Kürt ulusal hareketi ise sürecin kilit unsuru olarak değerlendirilmektedir. Zira tarafların eksik kalan kitle sayısını tamamlayan bir güce sahip olduğu gibi, Kürt meselesindeki gelişmelere paralel alacağı tavırla politik iklimi değiştirecek güç ve olanaklara sahiptir. Bu açılardan Kürt hareketinin kilit unsur olarak görülmesi yerindedir.

Erdoğan’ın güç devşirme hesapları!

Ancak esas tartışma ve yoğunlaşma AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın adayının kim olacağıdır. Bu eksende özellikle güçlü bir dip akıntının yaşandığını görmekteyiz. Erdoğan, güç ve kudreti benliğinde toplamanın getirdiği kibirle süreci yürütmektedir. Bu bağlamda “biz istişare partisiyiz”, “her kesimle bu konuyu konuşuyoruz”, “Cumhurbaşkanımızla sorun yaşamayız, konuşacağız” şeklinde “demokratik” tutum şovu yaparken, diğer yandan tüm istişarelerde, görüşmelerde yolları kendisine çıkarmaktadır. Yani sürecin tüm inisiyatifini elinde toplayarak süreci hızla örgütlemektedir. Partisi içindeki doğal rakipleri ise basındaki tetikçileri aracılığıyla “kardeşlik hukuku” gözetilmeksizin itibarsızlaştırılarak, zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Özellikle kendi medyasında Abdullah Gül doğrudan hedefe konmaktadır. Erdoğan’a “yok hükmündedir” diyen yazarın gezisine davet edilmesinin, kimin kaseti var tartışmasında “benim çekinecek bir şeyim yok” tavrının (Hilal Kaplan, Yeni Şafak) ve daha bir dizi farklı yaklaşımın unutulmadığı Abdullah Gül’e basın aracılığıyla anımsatıldı. Yine partinin 7 yıl öncesinden çok farklı bir yapıya kavuştuğu, siyasete dönerse eşitler arasında bir yarışa girmeyi göze alması gerektiği (Abdülkadir Selvi, CNN-Türk) vurgulanarak Erdoğan’ın gücü ve kudreti vurgulandı.

Yapılan tüm tartışmalar, Erdoğan’ın siyasal gücünü daha da pekiştirme, sağlamlaştırma ve yenilmezlik iksirine kavuşturulması eksenine oturtmaktadır. Kuşkusuz kendi içlerindeki bu ele alış, esasında Tayyip’in kaybettiği itibar ve gücün yeniden tesis edilmesine yöneliktir. Meselenin bir güç gösterisine bürünmesi ise klasik bir psikolojik savaş yöntemidir. Kendi içlerindeki bu güçlü dip akıntısı, Erdoğan’ın büyük bir gelecek korkusu içinde olduğunun da göstergesidir. Tüm çatlak ve farklı çizgileri bu şekilde zayıf düşürerek Erdoğan’a güç temerküz etme amacına odaklıdır.

Abdullah Gül ise verilen mesajlara karşı tepkisiz ve sessiz kalmamaktadır. Önce bisiklete binip “şimdi terlemedim ama yedi yıl boyunca terleyip terlemediğimi kamuoyu bilmektedir” çıkışıyla sembollerle konuştu. Sonra “bu şartlar altında gelecekte siyaset düşünmüyorum” diyerek ağırlığını koruma kaygısı ve kendine yönelik saldırılara karşı ön aldı. Yine, kendisiyle ilgili konularda, kendisinin söyleyeceği şeyin belirleyici olduğunu söyleyerek, iradesini Erdoğan’a ipotek etmeyeceğinin mesajını verdi. Anayasa Mahkemesi’nde alınan kararlarda aynı zamanda Abdullah Gül’ün etkinliği göz önüne alınırsa, güç gösterisi olduğu unutulmamalıdır.

Bu cenahta şimdilik suhulet ve sükunetle giden bu tartışmaların ve karşılıklı el enselerin hangi noktaya evrileceği belirsizliğini korusa da mevcut dengede gitmeyeceği bellidir. Gülen Cemaati’nin seçimler öncesi aktifliği ve iştahı ise şimdilik bekle gör tutumuna yerini bıraktı. Muhtemeldir ki kapalı kapılar ardında bu kesimin de dahil olduğu kimi pazarlık ve tehditler yaşanmaktadır. Fırtına öncesi sessizliği andıran bir durum vardır.

Erdoğan ise, olası iki seçenek üzerinde yürümektedir. Ve elbette ki iki seçenekten de kendi konumunu güçlendirme hesabı yapmaktadır. Birincisi, kendisinin aday olmasıdır. Buna şimdiden bir “meşruiyet” yaratmıştır. İkincisi ise, Abdullah Gül ya da başka birisini aday göstermesidir. Bu durumu tercih etmesi “her faninin hayalindeki makamdan” rızasıyla feragat etmesi gibi bir itibar kazandıracaktır ona. Bu politik olarak ona kuşkusuz güç katacak, Çankaya adayının iradesini de bu şekilde ipotek altına almış olacaktır. Erdoğan kazanamayacağına kanaat getirirse ikinci durumu tercih edecektir kuşkusuz. “Ters köşe olabilirsiniz” açıklamasına rağmen öncelik kendisinin aday olmasıdır. Ancak her durumda kendi gücünü yeniden tesis etme ekseninde hareket ettiği görülmektedir.

Dip dalga: Yeni siyasi kapışma ve kriz habercisi!

Var olan sessizliğin ne tür ataklarla yerini fırtınaya bırakacağını ise süreç gösterecektir. Ancak bu hırsız, kirli, takkiyeci, yalancı cenahın bugünlerde yine bol bol “kardeşlik hukuku” ve “aramıza fitne sokuluyor” söylemine bakacak olursak güçlü ve yıkıcı bir dip dalganın etkisi altında olduğunu söyleyebiliriz. Malum en son Gülen Cemaati ve Tayyipgiller arasında da bu “kardeşlik hukuku” ve fitne laflarının üzerine gırtlak gırtlağa, salyalarını akıtarak, beddualarla birbirlerine girdiklerini gördük. “Kardeşlik hukuku” içinde birisinin diğerinin her şeyini dinleyip izlediğini, diğerinin ise onu hain, işbirlikçi, çete, “haşhaşi” diyerek hedefe koymaya hazır olduğunu gördük.

Bunların kardeşlik üzerine kurdukları hukukun özgün olmadığı açıktır. Egemen sınıflara özgü bir hukuktur bu. İnanç sistemi ne olursa olsun hepsinin ortak bir paydası vardır. Kardeş kardeş yürürken ve halkın sırtına birlikte binerken birbirlerine çelme takar, pusu kurar, ilk fırsatta boğmaya çalışırlar. Bu, bugünkü kliklere özgü değildir. Egemen sınıflarının hepsine ait bir niteliktir. Sadece TC tarihine baksak bile bu özü görmek mümkündür. Bugün sadece İslami jargonlarla bu durum yüzünü göstermekte ve kendini tüketmektedir.

Şimdi oluşmuş hukukun birer birer yıkıldığını, yıkılma eğilimi gösterdiğini görüyoruz. Dün Gülen Cemaati ile Tayipgiller arasında bozulan kardeşlik, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde yeni bozulma ve dağılmaların ipucunu vermektedir. Bu dağılma ve bozulma halinde, kliklerin kendi güçlerini koruma ya da yeni güçler kazanmayı içeren bir şekilde örgütlenmeyi gözettiklerini görmekteyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci AKP cenahında bu eksende ilerlemektedir. Bu durum var olan politik krizin daha da derinleşmesini sağlayacak gelişmeler anlamına gelmektedir.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve adayların belirlenmesi sürecinde Kürt meselesinin gidişatı ve Kürt ulusal hareketinin tavrı önemli bir parametre olacaktır. Bu sorunu tüm egemen sınıflar gözetmektedir. Bu meselenin, bu süreçte alacağı biçim ve tavır Cumhurbaşkanlığı seçimini ve adaylarını belirleme yeteneğine sahiptir. Bunun yanında nasıl Gezi İsyanı tüm siyasi dengeleri değiştirip egemen sınıfların krizinin tetikleyicisi olduysa, yine 1 Mayıs ve Gezi İsyanı’nın yıldönümü gibi toplumsal hareketlerin göstereceği performans seçimlerin dengesini ve yeni “kardeşlik hukukları”nın bozulmasına ve bu noktadaki krizlerin boyutlanmasına zemin sunabilecektir. Gezi ve Newroz’un, isyan ve serhildan ruhunun kaynaşması ise egemen sınıfların çanına ot tıkayacaktır. Yeter ki bu gücün “hayali”ni ortaklaştırmayı başarabilelim.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu