Gezi Ayaklanması boyunca olduğu gibi hemen her miting, gösteri, grevde devlet erkanı hep bir ağızdan “şiddet içermediği sürece sorunumuz yok” minvalinde laflar ediyor. “İstesek” ön ekiyle tehditler de savruluyor tabii. Burada dikkat çeken unsur ısrarla yapılan “şiddet içermeyen eylem” vurgusudur.
Devlet soyut değil somut bir olgudur. Her alanda işlevini sürdüren iç içe geçmiş örgütlü bir varlıktır. Egemen sınıfın ezilen sınıfa tahakkümünü bu örgütlü yapısı ve çeşitli araçlarla gerçekleştirir.
Devletin bekası elzemdir. Tehdit içeren tüm unsurlar veya etkenler ötekidir, düşmandır. Ötekileştirilen ya da düşman ilan edilenler aynı araç ve söylemle karşılanmaz. Ötekinin-düşmanın kuvveti, hareketliliği, kitlesi, siyasi gücü, etkinliği devlet tavrının ölçüsünü belirler.
“Şiddet içermeyen eylem” vurgusu devletin ideolojik, siyasal, ulusal, dinsel farklılıkların tepkilerini, tepkilerine neden olan taleplerini, tepkinin ölçü ve biçimini düzen içi bir alana, devlet için sorun oluşturmayacak bir içeriğe taşıma vurgusudur. Tüm farklılıklar düşüncelerini, fikirlerini, istemlerini dile getirir; ya devlet yapar ya da devletle birlikte yapılır, devlet dışında bir şey olmaz anlayışı hakimdir. Bu, devletin, sistemin koruyucusu olarak vasfına uygun bir tavırdır. Devlet dışında hareket eden her kesim, Gezi Ayaklanmasında olduğu gibi, orantılı ya da orantısız devlet şiddetiyle tanışır. “Marjinal” olur, “Çapulcu” olur…
Devletin çabası sadece kendine uymayanı “marjinal”, “çapulcu” ilan ederek ötekileştirme değildir. Aynı zamanda mücadele, direniş ve protesto kavramlarının toplum için taşıdığı anlamı düzen içileştirmek, devletleştirmektir. Ulus-devletin sınırları içine aldığı toplumu homojenleştirme çabasıdır bu. Tek dil, tek din, tek millet anlayışı da buradan yükselir. Şiddet içermeyen mücadele, direniş ve protesto ile devletin hedefi yaşanan sorun karşısında değişmenin, değiştirmenin ve talepleri karşılamanın değil, devlete aykırı olanın, farklı olanın tüm düşünce ve davranışlarıyla devletleştirilmesidir. Barışçıl mücadele propagandası doğrudan kitlelere dönük bir aldatmacadır. Mücadelenin barışçıl biçimini, devlet değil, mücadele edilmesi gereken sorunun niteliği, sorun karşısında devletin tavrı ve mücadele edenlerin inisiyatifi belirler.
Her mücadele, direniş ve protesto kendi biçimini dolayısıyla şiddetini, bizzat direniş esnasında ve alanında yaratır. Ekonomik ve siyasi hak taleplerinde, katılımcı bileşenin farklılığı, çoğulcu yapısı, kitleselliği, yaygınlığı, devletin talepler ve kitle karşısında izlediği politika, protesto, direniş ve mücadele biçimini, şiddeti ve şiddet oranını belirleyecektir. Şiddet özgülünde, şiddet mücadele alanının her yerinde aynı olmayacaktır. Burada insan faktörü öne çıkacaktır. Direnen ve direnişi bastıran güçlerin bireylerinin etkinliği pasif ya da aktif tutumu, inisiyatif koyma ve önderlik yeteneği gibi bir dizi olgu şiddetin seyrini, dolayısıyla mücadelenin seyrini belirleyecektir. Gezi ayaklanmasında Taksim-İstiklal Caddesinde taş, sapan, Molotof, havai fişek kullanılırken, Beşiktaş’ta devlet-polis terörüne karşı kitle kepçe ve kamyonları da ekledi direnişe.
Dolayısıyla şiddet içermeyen eylem vurgusu ve mücadele direniş, protesto kavramlarının pasifize edilişi eşyanın doğası misali mümkün değildir. Her pasifize çabası karşılığını bulamayacağından, daha fazla şiddete dönüşecektir.
Bu her mücadelenin ve direnişin şiddet içereceği anlamı da taşımaz. Biçim olarak ya da taktiksel açıdan mücadele ve direniş statik değil, değişkendir. Değişkenlik, karşıt iki gücün karşılıklı hamlelerinden savaşımından doğar. Taşlı-molotoflu, kepçeli, silahlı direnişten karanfilli yürüyüş ve duran insanlar biçimlerine evrilen son süreç gibi.
Son söz olarak mücadele ve direnişlerin, taşıdıkları anlam olarak da pasifize edilmesi, düzen içine çekilmesi, devletleştirilmesi nafile bir çabadır. Şiddet olgusunu laflar, sözler, temenniler, tehditler belirlemez, nesnel şartlar, somut koşullar üzerinde şekillenen mücadele ve direnişler belirler.
Sincan Hapishanesi’nden bir Tutsak Partizan