Çiçekler vardır. Gece olunca yapraklarını kaparlar, sabah olunca ise yapraklarını açarlar. Tıpkı gözlerimiz gibidirler. Bizlerde gece olunca gözlerimizi kapatırız, sabah olunca ise gözlerimizi açarız. Uygar dünyada bilim çağındayız. Bu yüzden çiçeklerin yapraklarını kapayıp açmasını ve doğadaki olayların nedenlerini ve neticelerini bilmekteyiz.
İlkel insanlık dönemimizde atalarımız doğadaki olayların nedenlerini ve sonuçlarını bizler gibi bilmiyorlardı. Onlar, doğada oluşan bu olayların bir ruh sayesinde olduğunu düşünüyorlardı. Tıpkı kendilerinde olduğunu zannettikleri gibi ruhlar gibi.
Bu düşünce bilimin isimlendirdiği: Animizm’di yani “Canlıcılık”tı. Her ne kadar bu bilgi modern bilime göre kaba bir bilgi olsa da şu bir gerçek ki, ilkel insanların bu düşüncesi, modern insanların bilgisi karşısında masum bir düşünceydi.
Çünkü ilkel insanlık bu düşüncesiyle kendisini doğadan soyutlamıyordu ve doğayla bir bütün hâlinde yaşıyordu. Sınıf bilincinin oluşmadığı toplumlarda, dinin oluşması kaçınılmaz olduğu için; ilkel komünal toplumumuzda oluşan din ise totemdi. Totem inancı, Animizm düşüncesinden kaynaklandığı için, ilkel komünal insanlarımız bu dinle kendilerini doğanın bir parçası olarak görüyorlardı.
Totem inancı, Anahanlık döneminin dinidir. Bu yüzden sınıflı topluma geçişin emaresi olan Adem ile Havva efsanesinin başlamadığı zamandır.
Sınıflı topluma geçişin yavaş yavaş başladığı dönemlerde, ilkel toplumlarda Babahanlık düzeninin başladığını görüyoruz. Böylelikle, tabuların başlaması; insanlık tarihimizde; şiddetin, acıların ve kanlı çatışmaların başlangıcını da oluşturuyordu.
Adem ile Havva, artık cennet denilen komünal toplumdan kovulmuş oluyorlardı. Efsanelerde yazılı kadın tanrıçaların erkek tanrılarla kavgaları da başlıyordu. Erkek tanrıların, kadın tanrıçaların düzenlerini yıkmak istemesi uzun yıllar denilen zaman dilimlerini içerecekti. Kadın tanrıçalar ilkel toplumun kalbinde büyük bir sevgiye sahip oldukları için; erkek tanrıların kadın tanrıçalarla kavgası zorlaşıyordu.
Bu yüzden erkek tanrılar, kadın tanrıçalara sevgili ya da kardeş taktikleriyle ve sinsice yaklaşıyorlardı. Adem ile Havva’nın ve çocuklarının yaşam ilişkilerinde bu davranışları görebilmekteyiz. İnsanlık tarihimiz medeniyet sürecine girerken mitolojilerde erkek tanrıların hâkimiyeti ele geçirdiklerini görüyoruz. Böylelikle tek tanrılı dinler erkek egemenliğiyle insanlığın hayatında başlamıştı.
Sınıflı toplumların kökleşmesini gösteren tek tanrılı dinler; insanlığın ezen ve ezilen yapısını da ideolojilerinin içerisinde besliyordu. Modern bir çağda olmamıza rağmen bilimin ilerlemesi karşısında halkların gerici sistemlerle yönetilmesi, modernliğin ve bilimin sınıf çelişkileri içerisinde, sömüren kesimlere hizmet ettiğini, ezilen halkların sosyal gerçekliklerinde kendisini iyi bir şekilde belirginleştiriyor.
Ezilen halkların bilim ve teknoloji karşısında yaşadığı en acı gerçek kendilerine yabancılaşmasıdır. Kendimize birey ve toplum olarak o kadar yabancılaşmışız ki; insanlık geçmişimizin belirginleştiği mitolojileri okurken onları bir masal gibi algılayışımız, özümüzde bulunan komünal bilinçten ne kadar uzaklaştığımızı net bir şekilde göstermektedir. Modern dünyada ilerlediğimizi sanırken, bireysel ve toplumsal çaresizliklerimiz bir alınyazısı olmasa gerek diye düşünüyorum.
Modern toplumun modern bilimi olan sosyolojinin bireyi ve toplumları kendi gerçekliklerinden soyutlayarak; insanlık tarihimizin aşamalarını metafizik bir dille sorgulayıp anlatması bireyin ve toplumun, sosyoloji bilimi olmasına rağmen her gün nasıl yozlaştığını ve intihar derecesine geldiğini çok iyi ispatlamaktadır.
Tarihsel kaynaklara bakıldığında sosyoloji biliminin sanayi devrimleri döneminde doğması bir tesadüf değildir. Toplumun bireyci ( anarşist) düşüncelere kapılması ve emekçi sınıfının sermaye kaynakları olarak kullanılması; sosyoloji biliminin insan kaynakları bölümüne somut bir delildir. Çağın ve bilimin bunca ilerlemesine karşın, birey ve toplumun; yaşam sorunlarına kalıcı çözümler bulamaması, çağın ve bilimin nasıl bir yapıda olduğunu bizlere göstermektedir.
Sınıflı toplumumuzda insanların komünal tarihinden habersiz olması, hiçbir haklı sebeple savunulamaz. Sosyalist yaşam bilincinin tarihin her aşamasında ütopik de olsa toplumun bağrında bir aşk gibi uyanması, hayatın bilimsel materyalist tözünü her toplumsal kriz döneminde bizlere hatırlatmaktadır. Yaşadığımız çağın gelişmiş-gerici koşullarıyla mitolojiler, insanların komünal değerlerini hatırlaması için önemli kaynaklardır.
Ezen ezilen kanunlarından tutun da kadın erkek çelişkisine kadar mitolojiler insanlık tarihimizin sorgulanması açısından önemli kaynaklardır. Tarihin egemen sistem tarafından yanlış anlatılması ve medeniyetin metafizik kanunlara bağlanarak soyut bir şekilde kanunlaştırılması; yaşadığımız her şeyin çelişkilerine önemli ipuçlarıdır.
Bu yüzden modern insanın yabancılaşma sorunu ancak sosyalist bilincin egemen aklı yenmesiyle giderilebilir.
(Devam edecek)