Çok önemli tarihi bir süreçten geçiyoruz. 10 ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) aktivisti bir yıldır tutuklu bulunduğu Almanya’da bugün yargılanıyorlar. Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin yargılandığı davadan sonra, Almanya’da görülen son 30 yılın en büyük siyasi davası olarak görülmektedir bu dava. Alman devletinin Türk istihbarat örgütü ile anlaşması sonucu Avrupa’nın değişik ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 10 devrimci haksız yere tutuklandı. Türkiye’de, Kürdistan illerinde en uzun MGK kararları sonucu alınan ”çöktürme planı” acımasız ve barbarca uygulamaya konuldu. Yüz binlerce insan soykırım uygulamaları ile karşı karşıya kalmış durumda. Milyonlarca insanın oyları ile parlamentoya seçilen HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması onaylanmış, 7 Haziran darbesiyle, halkın önderleri tutuklanıp cezaevlerine atılmasına ramak kalmıştır. Kürt, Alevi, Ermeni, Süryani, Ezidi, Türk halklarının örgütlendiği ve kendi temsilcilerini gönderdiği parlamentoda AKP-MHP-CHP, HDP’ye karşı birleşerek Milliyetçi Cephe koalisyonu kurmuşlardır. DAİŞ çetelerinin başkenti Rakka ile Ankara arasında stratejik geçiş yolları kesilmiş, Minbiç’in alınmasıyla, çetelerin sonu gelmişken, Erdoğan’ın koltuk değneği DAİŞ’in sonu yaklaşmıştır.
Siyasi bir kurum olan ATİK, tüm bu gelişmelere kayıtsız kalmamış, yasal haklarını kullanarak kamu düzenine hiçbir zarar vermeden senelerdir yürüttüğü kampanyalardan, aktivitelerden anlaşılacağı üzere Türk devletinin dikkatlerini çekmiş, sonunda aktivistleri tutuklanmışlardır. Halen Almanya cezaevlerinde Kürt özgürlük hareketinden ağır cezalara çarptırılmış siyasi tutuklular ile ATİK’li 20’ye yakın devrimci bulunmaktadır.
ATİK ne bir futbol kulübü ne de bir hayvan severler derneğidir. Tutuklu devrimciler, onlar, siyasi düşüncelerinden taviz vermemenin, devrimci olmanın, insan olmanın, vicdanlı ve onurlu bireyler olarak görevlerini yerlerine getirmişler bedelini de ağır şekilde ödemişlerdir. 15 Nisan 1915’de İsviçre, Almanya, Yunanistan, Fransa’da gözaltına alınan onlar ”terörist” gibi haksız ve mesnetsiz, kimsenin kabul etmeyeceği suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır. Onlar Almanya’da yürürlükte olan 129. maddenin a ve b şıklarından suçlanmışlar, haksız yere cezaevlerinde tutuklu olarak bulunmaktadırlar. Oysaki bu yasa 1871 yılında yürürlüğe girmiş ve bugün bazı maddeler eklenerek muhafaza olmuş çağ dışıdır. Derhal kaldırılmalıdır.
Ceza hukukuna giren bu yasa aynı zamanda Alman işçi sınıfı ve emekçilerine karşı olan da bir yasadır. Hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, muhalif kesimlerin susturulması, siyasi faaliyetlerin yasaklanması, işçi sınıfının mücadelesinin engellenmesi… gibi kendisini demokrasi ülkesi olarak gören Almanya için ilkel ve çağdışıdır. Kürt yurtseverler de bu yasadan en ağır şekilde etkilenen, ağır hapis cezalarına çarptırılan siyasi mahkumlardır. Oysa ki ülkesi işgal olmuş, bir halkın mücadele etmeden başka seçeneği olmazken, sesini duyurması kadar haklı ve meşru bir dava olamaz.
Tutuklandıkları ilk günden bu yana siyasi mahkumlar üzerindeki baskı, tecrit ve izolasyon uygulamaları Almanya’nın insan hakları karnesini sorgular duruma getirmiştir. Kimse ile görüştürülmeyen, havalandırma imkanları kısıtlanan, en doğal gazete-kitap okumaları engellenen devrimciler, Türkiye cezaevlerindeki uygulamalardan geri kalmamaktadır. Her biri Türkiye’de 12 Eylül Askeri Faşist mahkemelerinde yargılanmış olup en ağır işkencelerden geçtikten sonra Almanya’ya siyasi iltica talebinde bulunmuşlar, bu talepleri ile siyasi iltica statüsü almışlardır. Müslüm Elma, Diyarbakır cezaevi cehenneminde 22 yıl, Mehmet Yeşilçalı ise değişik cezaevlerinde 15 yıl hapis cezası ile ömürlerinin çoğunu hapishanede geçirmişlerdir. Haydar Bern 65 yaşını geçmiş kalp hastasıdır. Ağır cezaevleri koşullarından kaynaklı hastalıklara kapılan tutukluların durumunu göz önünde bulunduran Adli Tıp tahliye karar vermiştir. Tedavi olmak için geldiği Almanya’da siyasi sığınmaları kabul edilen ATİK’liler sağlık durumları hiçe sayılarak adeta ölüme terk edilmişlerdir. Peki bunların ”günahları” nedir? 20 bin sayfalık soruşturma dosyasında, federal savcı Almanya’nın kamu düzeninin bozacak hiçbir eylem, suç gösterememiştir. İsnat edilen suçlar arasında Türk polisinin, Alman devletine verdiği sahte ve şişirme suç dosyaları oluşturmaktadır. İddia makamı bu dosyaları esas kaynak olarak almıştır.
TKP/ML’nin DAİŞ çetelerine karşı Ortadoğu’da mücadelesini suç olarak göstermiştir. TKP/ML örgütünün yasadışı ”terör” örgütü olduğu suçlamaları yer almaktadır. Oysa ki bugüne kadar Almanya’da festivaller düzenlenmiş hakkında yasaklama kararı yoktur. Aniden böyle bir suçlamanın arkasında Türk-Alman istihbarat birimlerinin ortak hareket etmesinden kaynaklanmaktadır. Kafa, kol insan kesen, kadınları pazarlarda satan çetelere karşı verilen insanlık mücadelesinde TKP/ML de yer almış, Türk devleti bundan rahatsız olmuşlardır.
En önemlisi ATİK aktivistlerinin tutuklanmasına sebep olan ve suçlamaların altında imzası bulunan polis şeflerinin bugün FETÖ ve casusluk suçlamasıyla cezaevlerinde tutuklu olmalarıdır. Yine soruşturma talimatını veren 3 savcının bugün firarda olması ayrıca ilginç olan ayrıntılardır. Bu yüzden Almanya’da görülen dava şimdiden hukuksuzdur, görülecek yanı olmadığı açıktır. Dava düşmüştür.
ALMANYA’NIN ROLÜ
Birleşmiş Milletler üyesi bir devleti içerden yıkmak, savaş çıkarmak altı yüz bin insanın ölümüne, milyonlarca insanın vatanlarını terk ederek göçmen olmalarına sebep olan Erdoğan’ın kendisidir. DAİŞ çetelerine askeri ve ekonomik olarak yardım eden, ülkeyi yaşanamaz hale getiren Erdoğan’ın bütün suçları artık gizlenemeyecek kadar açık ve nettir. Artık savaş suçlusu olarak yargılan ması gündemdedir. 7 Haziran seçim yenilgisini hazmedemeyen, topyekün savaş kararı ile Türkiye halklarına savaş açan Erdoğan’a en büyük destek Almanya’dan gelmiştir. Altın varak koltuklar ile Merkel’i karşılayan Erdoğan’ın şantajlarına boyun eğerek Türkiye’de işlenen hak ihlalleri, Kürt illerinde uygulanan barbarlık, insanların bodrum katlarında yakılarak öldürülmesinde üç maymunu oynamıştır. Ölümler, yıkımlar ve tehcir edilen bir halkın uğradığı soykırıma ses çıkarmamıştır. Almanya’nın değişmeyen bu karanlık ve sadece çıkar politikaları geçmişte de yaşanmış ve görülmüştür.
1915 Ermeni soykırımının baş sorumlularından olan Almanya’nın rolü inkar edilemeyecek kadar açıktır. II. Dünya Savaşında Yahudi ve Roman holokostu, halklara karşı işlenen suçlar hafızalardan daha silinmedi. Bölgesel çıkarlar için Osmanlı ordusunu inşa eden ve yönlendiren I. Willheım tarafından görevlendirilen Von Der Goltz paşa, büyükelçi Wegenheim, Osmanlı ordusunda genelkurmay başkanlığı görevlerinde bulunan Lmon von sanders, tehcir kararlarının altında bizzat imzası olan askerler ile Almanların geçmişleri temiz değildir.
Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir ve arkadaşlarının, Ermeni soykırımının kabul edilmesi yönünde, Alman parlamentosuna verdikleri önergenin kabul edilmesinden sonra söylemleri ile Erdoğan yine dikkatleri üzerine çekti. Aynı zamanda kendi iç dünyası olan sözlerinin dışa vurumu, Hitler ile aynı noktada buluşmaktadır.
”Ne Türk’ü be bunların kanlarını laboratuar testinden geçmesi lazım” derken, Bekir Bozdağ da ondan geri kalmadı. ”Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türk milletini temsil edemez” derken, Hitler de saf Ari Irkı Alman yaratmak için kafatası ölçümlerine uymayan, saf Alman kanına denk gelmeyen halkları fırınlara, gaz odalarına atarak imha etmişlerdir. Hitler ile bir ve aynı anlayışa nasıl da benzemektedir. Hiç şaşırmadık, başka bir şey de beklemedik. Çünkü başkanlık sistemi tartışmalarında kendisine ”Hitler Almanyasını” başkanlık sistemi için model olarak göstermişti.
AB’nin motor gücü olan Almanya’nın, 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmesi, kendi suçlarını belirtmesi diğer ülkeler için örnek teşkil ederken, bugün dünyanın gözü önünde cereyan eden Kürt illerinde katliam, tehcir ve barbarlıklar karşısında, siyasi ekonomik çıkarları gereği sessiz kalması ilkesizliktir. İleride bir gün bugünkü olayları soykırım uygulamaları olarak kabul etmeleri ve Türkiye’nin yargılanması hiçbir şey ifade etmeyecektir. Çok geç olacaktır.
1915 olaylarını soykırım olarak artık kabul etmeyen az sayıda devlet kalmıştır. Soykırımların bir daha asla yaşanmaması için kabul etmek artık yetersiz kalmaktadır. Yaptırım gücü olması gerekir. Erdoğan’ın ise bu güne kadar insanlığa karşı işlediği tüm suçların cezası UCM’de sanık sandalyesinde hesap vermesiyle mümkün olacaktır. Yoksa, Suriye gibi olmamak elde değil. (Bir ÖG okuru)