Sermayenin merkezine olan göç, kapitalizm var olmaya başladığından beri gerçekleşen bir harekettir. Kabaca mülksüzleşme, proleterleşme ve kent merkezine/kapitale doğru hareket… Günümüzde emperyalist saldırganlığın yarattığı çatışma ortamları, istikrarsız yaşam koşulları, doğanın tahribatı vb. sebebiyle Avrupa ve Kuzey Amerika’ya doğru yoğun bir göç hareketi söz konusudur. Coğrafi pozisyonu ve emperyalist saldırganlıkta aldığı başroller sebebiyle TC, bu göç dalgasının en özgün ve yoğun yaşandığı ülke haline gelmiştir.
Bu durumun çoğunlukla “kaçak”, “yasadışı”, “belgesiz” olması sebebiyle devlet Geri Gönderme Merkezi adı altında toplama kampları ve işkencehaneler inşa etmeyi uygun görmüştür.
Görünen o ki, Avrupa Birliği birtakım anlaşmalar sonucunda Türkiye’ye bunca insanı rehin tutması için bir bütçe yaratmaktadır. Bahsettiğimiz rehine olayı milyonlarca insanı ifade ediyor! Hal böyle olunca milyonlarca insan, güvencesiz bir şekilde iş gücüne katılmaktadır. En asgari koşullarda yaşamlarını sürdürmeye, gettolaşmaya zorlanmaktadırlar.
Devlet eliyle yaratılan bu mekanizmanın içler acısı durumu yetmezmiş gibi, yine TC’nin şovenist özü sonucu toplumsal dışlanmaya ve saldırıya maruz bırakılmaktadır. Toplumda yükselen Arap, “Doğulu” ve Afrikalı düşmanlığı korkunç noktalara evrilmiştir. Çeteleşmenin önü hem şovenist çevrelerce hem de izolasyona mahkûm edilen göçmen gruplar arasında açılmıştır. Zaten Ortadoğu bölgesinde palazlandırılan çeteleşmenin TC sınırları içerisinde de kendini göstermesi kaçınılmazdır. Bu noktada hem Avrupa Birliği hem de AKP-MHP iktidarı aynı mekanizmanın ayaklarını oluşturmaktadırlar.
Burjuva hukukun iki yüzü
Emperyalist ülkeler eliyle tırmandırılan sıcak çatışmalar birçok ülkeyi derdest edilmiş bir hale getirmiştir. Üretim ilişkilerinin istismar edilip çarpıklaştırılması, en asgari kamu hizmetlerinin sürdürülemez hale gelmesi, çatışma ortamı sona erse dahi çeteleşmiş siyasi yapıların geride kalması sonucu halkların önünde kitlesel göçten başka seçenek bırakılmamıştır. Bunun tek ama tek sorumlusu kapitalist emperyalist sistemdir.
Bu noktada göç edilecek en “güvenli” yerler burjuva kapitalist merkezlerdir zira henüz bombalar oralara yağmamakta ve burjuva hukuku maskesi tüm yapmacıklığıyla durmaya devam etmektedir. Ancak Kaf dağının ardında patlayan bombalar, kanallarda boy gösteren “doğulular” çoktan yola koyulmuş, artık adeta Pandora’nın kutusu açılmıştır. Burjuvazi göç dalgasına çıkarcı yaklaştığı kadar, göçmen kitlenin proleterleşmesinden ve varolan ulus devlet, sınır gibi şovenist tanımları sarsmasından, “steril ve refah Avrupa yaşamı” denilen ırkçı rüyanın sona ermesinden tedirgin olmaktadır.
Bu yüzden burjuva hukuku bu insanların önüne “yasallık” bariyeri inşa etmektedir. Zaten sorunun sistematik işkenceye dönüşen yüzü burada kendisini göstermektedir. Yasadışı olan insanlar toplama kamplarına, geri gönderilmelere, güvencesiz yaşamda yavaş ölümlere burjuva hukukun bu yüzüyle mahkûm edilmektedir. Bu yolla AB ırkçı özünü her ne kadar gizlemeye çalışsa da, para vererek organize ettiği TC, ırkçılığını gizlemek için pek çaba harcamamaktadır.
Öyle ki, TC sınırları içerisinde doğan bebekler dahi kaçak sayılabiliyor, haklardan mahrum bırakılabiliyor, geldiği ülkede öldürülme ve idam riski taşıyan kişiler geri gönderilebiliyor. Hal böyleyken insanlar ölmek pahasına yollara düşüyor. Çok değil bir ay önce Çanakkale’de İmroz adası açıklarında batan bir gemide onlarca insan hayatını kaybetti. Ne yazık ki bu tür facialar neredeyse her gün çeşitli şekillerde yaşanmaktadır. Duyabildiklerimizle, haberlerde görebildiklerimizle bile vaziyet içler acısı bir haldedir. İliç’te madende ölen işçilerle, Ege denizinde ölen insanlar aynı sınıfın parçasıdır ve aynı sistemin mağdurudur. Bunu kesinlikle aklımızdan çıkarmamalıyız.
Geri Gönderme Merkezleri
Öte yandan TC, rehin tutma görevini yerine getirmek adına açtığı geri gönderme merkezlerinde insanlık dışı uygulamalar sürdürmektedir. İşkenceler, tecavüzler ve tehditler bu merkezlerde tutulup bırakılan hemen herkesin aktardığı şeyler haline gelmiştir. Bununla birlikte geri gönderme merkezlerine dair çeşitli STK’ların hazırladığı raporlar gösteriyor ki, devlet kaçmaya çalışanı işkenceye, kaçak yaşayanı da yavaş ölüme terk ediyor. Antalya/Döşemealtı Geri Gönderme Merkezi’nde göçmenler, uygulanan işkence ve insanlık dışı muameleye karşı açlık grevine başladılar. Öte yandan Çanakkale/Ayvacık Geri Gönderme Merkezi’ne ilişkin bir rapor çeşitli STK’larca yayınlandı.
Devlet insanları buralarda adeta sessizce öğütüyor.
İHD Çanakkale Şubesi, Çanakkale Tabip Odası, Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi, SES Çanakkale Şubesi tarafından ortak olarak hazırlanan raporda, Çanakkale’deki durumu, “Geri gönderme merkezinde tutulup salıverilmiş kişilerle yapılan görüşmelerin hemen hepsinde kişilerin kışkırtıcı, tehdit ve tahkir içeren sözlere maruz kaldığı ya da şahit olduğu durumların yaşandığı ifade edilmiştir. Öyle ki, bazı günler birbirinden bağımsız görüşmeciler, farklı saatlerde yaptığımız görüşmelerde aynı dayak ve kötü muamelenin tanıklığından bahsetmiştir. Bununla birlikte kişiler, memurlar tarafından ‘Pis Afgan’, ‘Geberip gitmiyorsunuz’, ‘Her şeyi mahvettiniz’ vb. nefret söylemleri ile ırkçı ve ayrımcı tutumlara maruz kaldığını ifade etmiştir. Ayrıca kişilerin geri gönderme merkezi içinde yaşadıkları bu tutumun, geri gönderme merkezinden salıverilme süreçlerinde de maruz kaldığını gözlemledik. Salıverilen aileler sivil minibüslere doldurulup Çanakkale/Merkez girişinde topluca bırakılıyor ve kaderlerine terk ediliyor. Kamuoyunda oluşturulan göçmen düşmanlığı ve ‘kayıt dışı’ olma gerekçesiyle yerel idarelerin/kolluk güçlerinin göçmenlere dayattığı izolasyonla birlikte, salıverilen göçmenler sistematik bir şiddet ve belirsizlik sarmalının içine atılıyor. Dil yetersizliği, korku ve kaygı ile birlikte detaylandırılamayan, isimlendirilemeyen tüm bu iddialar, şüphesiz ki kişilerde psikolojik ve fiziksel ıstıraba ve zorlanmaya yol açmaktadır. Kişilerin aşağıdaki diğer başlıklarda değinilen haklarından sistematik bir şekilde mahrum bırakılmasının ihmali suretiyle; işkence veya kötü muamele eylemleri kapsamında kaldığı ve bu durumun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile bağdaşmayacağı ortadadır” şeklindeki sözleri durumu ortaya koymaktadır.
Kısacası faşizm, alışkın olduğu hamleleri göçmenlere uyguluyor, parasını da Avrupa Birliği ödüyor. Burjuva muhalefet ise ırkçılık ve şovenizm furyasına kapılıyor. Göçmenler bu kurumlarda faşist yöntemlerce ezilirken, günlük yaşamda ise özellikle kadınlar ve çocuklar hem içinden geldikleri toplulukların hem de bu coğrafyanın feodal ve ataerki ilişkilerine maruz kalıyor, güvencesiz bir şekilde çalışmaya mahkum edilerek emekçi kitlelerin en altında kendine yer bulabiliyor.
Tepeden tırnağa çürümüş ve yozlaşmış bu düzen tüm bu sömürü çarklarını üst üste bindirerek bizlere ölüm ve ıstıraptan başka bir şey sunmuyor. O halde bizler de dayanışmanın ve mücadelenin sesini yükselterek, insanca bir yaşam için yola koyulmalıyız ve geri gönderme merkezlerinin birer işkencehane olduğunu haykırmalıyız.