HDP Kars Belediye Eş Başkanı iken belediyeye kayyım atanmasının ardından tutuklanan Ayhan Bilgen, tutuklandıktan hemen birkaç hafta sonra HDP’yi eleştirmeye başlayarak, tutuklanmasından sanki HDP sorumluymuş gibi bir imaj çizmeye çalışmıştı.
Bu mesaj yerini bulmuş olacak ki, kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Tutuksuz yargılanması sürerken, yeni bir açıklama yaparak HDP’den istifa ettiğini açıklayarak yeni bir parti kurma planının devam ettiğini açıkladı.
Gazetecilerin sorularına genel olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra ”yapılan hatalarla yüzleşilememesi” şeklinde yanıtlar veren Bilgen, devletin Kürt halkı üzerindeki baskı, asimilasyon ve inkarcı politikasını unutarak, HDP’yi suçlayan açıklamalarına devam etti.
Ayhan Bilgen’in “vahim hatalar yapıldı” dediği 2015’te ne olmuştu?
2015 yılında yapılan seçimde AKP seçimi kaybetmiş ve R.T.Erdoğan, koalisyon görüşmelerini bilinçli olarak uzatarak 1 Kasım 2015 tarihinde yeniden seçime giderek hileyle seçimleri kazanmıştı. “Barış masasını” deviren TC, var gücüyle Kürt halkına saldırmış, buna karşı gelişen direniş neredeyse tüm Kürt illerine yayılmıştı. Rojava’da kazanılan zafer, AKP’yi iyice çileden çıkartmış ve sınır ötesi askeri operasyonlar başlamıştı. İşte Ayhan Bilgen’in “vahim hatalar oldu” dediği süreç böyle bir süreçti.
Ayhan Bilgen bu süreci daha da gerekçelendirerek BBC News Türkçe’ye verdiği demecinde şöyle diyor: “O çatışmalı ortamda siyasetin dilinin yeniden kurgulanması ve siyasetin tarzının yenilenmesi gerekiyordu. Kasım 2016’da milletvekilleri ve eş başkanlar tutuklandı. Belediye başkanlarının tutuklanmasıyla birlikte Türkiye artık çözüm sürecinde olmadığı anlaşılmıştı. O noktaya gelişte hataların tek taraflı olmadığını düşünüyorum. Karşı tarafın hatalarını söylemek kolaydır ancak kendi eksiklerimizle ilgili yüzleşmeyi cesaretle yaparsak o zaman söylediklerimiz daha güven verici olur.”
Anlaşılan o ki, Ayhan Bilgen, Kürt halkının AKP ile koşulsuz uzlaşmasını, pasif bir konuma geçmesini istiyormuş!
Ayhan Bilgen de kendisinden öncekiler gibi, “yeni bir strateji” için kullanılmak isteniyor. Yeni dediysek aslında daha önceden denenen ve bilinen bir stratejinin aracı olarak sahne alıyor. Bunu, verdiği mesajlardan anlamak mümkün. AKP, Ayhan Bilgen üzerinden HDP’yi bölmek istiyor. Yani hakim sınıfların “böl yönet” taktiği burada da sahne alıyor.
Ayhan Bilgen yeni bir parti kurma hazırlığında olduğunu artık gizlemiyor. Aralık ayı içinde Sözcü gazetesine konuşan Bilgen, “Daha çok demokrasi ve sosyal adalet ortak paydasında ekonomik sorunlarla özgürlüklere dair talepleri eşit yurttaşlık zemininde çözebilecek bir siyasal platformun inşası için arama toplantıları ve görüşmeler yapıyoruz” ifadelerini kullanıyor. Bilgen, girişimlerinin bir siyasal partiye evrilip evrilmeyeceğini “toplumun göstereceği ilgi ve bu tıkanmayı gören çevrelerin cesaretiyle sağlanabileceğini” söylese de amacının HDP’yi bölmek olduğu artık net olarak anlaşılmıştır.
Ayhan Bilgen’in dile getirdiği “demokrasi”, “sosyal adalet”, “özgürlük” ve daha fazlasını savunan HDP varken, bunları ısrarlı ve bilinçli olarak görmezden gelmesi, daha geri bir pozisyonda durarak elde edeceğini savunması “eleşti”lerinin altını boşaltmaktadır.
Ayhan Bilgen, misyonuna uygun olarak hareket ettiğini süreç daha iyi gösterecektir.
Yeni şişede yıllanmış şarap!
Türk devleti her fırsatta devşirdikleri ile ya da içeriden satın aldıklarıyla Kürt örgütlenmelerini bölmeye çalışmıştır. Bölemediğinde ise kendi içine alarak sürekli anti-propaganda yaptırarak Kürt halkını etkisizleştirmeye çalışmıştır. Deyim yerindeyse yıllanmış şarabı yeni şişede, “yeni” bir politika, “açılım” olarak kitlelere sunmuştur.
Bunun tarihte örnekleri olmakla birlikte, biz sadece yakın tarihte yaşananları aktararak konuya dikkat çekmek istiyoruz.
AKP iktidarı, 2010 anayasa referandumu öncesi ülkede “sahte bir demokrasi” havası estirmeye başladı. 12 Eylül Cuntası’yla hesaplaşma üzerinden estirilen bu demokrasi havasından birçok kesim etkilendi. Birçok liberal kesim ve “sol”dan AKP’ye “yetmez, ama evet” sloganıyla destek olundu.
Bu çağrıya ses veren isimlerinden biri de Kemal Burkay oldu. AKP, Kemal Burkay üzerinden Kürt halkına güya yeni bir yol haritası çizmeye çalışarak, kendi Kürdünü yaratma çabasına girdi.
Abdullah Öcalan’ın bir komplo sonucu esir alınıp Türkiye’ye getirilmesi sonrası 2002’de iş başına gelen AKP, Ecevit koalisyon hükümetinden devir aldığı süreçte PKK’yi pasifize ederek, eriterek etkisizleştirme stratejisi izledi. Bunu sadece saldırarak, yok ederek, tutuklayarak yapamayacağını bilen AKP hükümeti, geliştirdiği savaş stratejisinin bir parçası olarak kendi Kürt partilerini kurup, onlar üzerinden halkı etkilemeye, denetimine almaya çalıştı. Kemal Burkay da seçilmiş bir figür olarak devreye sokuldu. R.T.Erdoğan’ın defalarca kez bizzat görüştüğü K.Burkay, ikna edilerek 30 Temmuz 2011 tarihinde Türkiye’ye getirildi. Havaalanında posterleri ile Kürtçe ve Türkçe “Özgürlük ve Barışın İnsanı Hoş Geldiniz” pankartlarıyla karşılanan Burkay, Kürt halkına bir kurtarıcı gibi gösterildi.
K.Burkay, daha ilk demecinde AKP’yi överek R.T.Erdoğan’ı bir kurtarıcı gibi gösterip Kürtleri ve BDP’yi ise şu sözlerle eleştirdi: “Geldiğimiz aşamada değişimden ve özgürlüklerden yana olan kesimlerin bu değişim sürecine destek vermesi gerekiyor. Eski ön yargılardan kurtulmalıyız. Ekmeğinin daha da büyümesini isteyen kitleler, baskı gören Kürtler, inanç özgürlüğünü her bakımdan isteyen Aleviler, belli durumlarda birçok engelle karşılaşan İslami kesimler… Bütün bu toplumsal kesimlerin sürece destek vermesi gerekir.
Kürtlerin bir kesimi ‘devletten ve hükümetten gelecek her şey Kürtlerin zararınadır’ diye düşünüyor. Daha çok politize olan ve iddia sahibi olan Kürtleri kastediyorum tabii. PKK çevresi, BDP falan… Ben bunu çok yanlış buldum. Bir Ergenekon davasını bile desteklemediler. (abç) Halbuki bu dava Türkiye için bir şans. Çetelerden kurtulmak için bir fırsat. Alevi kesimi örneğin, AK Parti’nin İslamcı bir gelenekten geldiğini söyleyerek destek vermediler. ‘Bunlar İslamcı, Sünni’ diye düşündüler. O halde bizim için tehlikeli olabilir ön yargısıyla yaklaştılar. Böylesi ön yargılarla olmaz. Birtakım liberal aydınlar daha sağlıklı yaklaşabildiler. Değişimden yana olan herkesin el ele vermesi lazım. Bu sol olur, emekçiler olur, işçi kesimi olur, Kürtler ve Aleviler, Müslüman inancı ağır basanlar olur herkes el ele vermeli.” Bu sözlerle Kürtleri AKP etrafında birleşmeye çağırdı.
Daha da ileri giderek Kürtlerin “12 Eylül anayasa değişikliği referandumunda da tutumlarının” olumlu olmadığını belirtti ve “çözüm için hep İmralı’yı muhatap gösterdiler” diyerek AKP’nin sözcüsü gibi davrandı. R.T.Erdoğan’ın kırmızı halıyla karşıladığı K.Burkay bir adım daha öteye taşınarak Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)’nin başına getirildi. AKP, böylece Kürt halkının pasif ve işbirlikçi bir şekilde K.Burkay etrafında toplanacağını hesaplasa da başarılı olmadı. K. Burkay, başına geldiği Hak-Par’ın esamesinin okunmadığını kısa sürede görerek, 26 Ekim 2014 tarihinde bu partinin genel başkanlığından istifa etti.
AKP, K.Burkay’la başlattığı süreci Şivan Perwer ile devam ettirdi. Ş.Perver, tanınan ve oldukça da popüler olan bir kişilik olarak AKP tarafından özel olarak seçilmiş biriydi. Ş.Perwer’in Irak Kürdistanı’nda Barzani ile olan özel ilişkileri onu daha da cazip hale getirdi. Bülent Arınç’ın Almanya’da özel olarak ziyaret edip ikna ettiği Ş.Perwer’in de ilk demeci Kürt kurumlarını eleştirmek oldu. Ş.Perver sadece “hükümete ve Türklere kırgın” olmadığını, “Kürtlere de kırgın” olduğunu söyledi. “Ağalıkla siyaset yapıyorlar, razı değilim” diyen Perver, “Onların siyasetleri Hz. İsa’nın havarileri gibi olmalı” diye konuşarak AKP’nin istediğini yerine getirdi. Almanya’nın Bonn şehrinde TRT Şeş’in sorularını yanıtladığı bir röportajında daha da ileri giderek elleriyle “bozkurt” ve “zafer” işareti yaparak, “O zaman bu işaretlere gerek kalmazdı. Bunlar insanlık dışı şeylerdir” diyerek Kürt halkının, devrimcilerin, direnenlerin simgesi olan zafer işaretini “insanlık dışı” ilan edecek kadar şirazesini kaybetti.
2013’te Irak Kürdistanı Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Amed’de R.T.Erdoğan’la buluştuktan sonra İbrahim Tatlıses’le aynı sahneyi alan Ş.Perwer de emeline ulaşmadı. Kürt halkı, Ş.Perwer’i de elinin tersiyle bir yana koyarak bildiği yolda mücadelesine devam etti.
Devşirme siyasetinin “güzide” örnekleri
AKP’nin içeriden devşirdiği isimlerden biri de Metin Metiner’dir. 2000-2001 yıllarında HADEP Genel Başkan Yardımcılığı yapan M.Metiner, AKP’nin kurulmasından birkaç yıl sonra devşirilen ilk isimlerden biridir. 2011 yılında yapılan genel seçimlerde Adıyaman milletvekili seçildi.
AKP içinde MYK’ya kadar yükselen M.Metiner, 2015 yılında İstanbul’dan yeniden AKP milletvekili seçildi. Hala AKP içinde yer alan M.Metiner, kanal kanal gezdirilerek Kürt halkının mücadelesini karalamaya devam ediyor.
AKP’nin içeriden devşirdiği bir diğer isim ise Orhan Miroğlu oldu. R.T.Erdoğan, Miroğlu’nu devşirdikten sonra onu da Mardin milletvekili olarak ödüllendirdi. Milletvekiliği sona erdikten sonra R.T.Erdoğan’ın gizli danışmanlarından olan O.Miroğlu da televizyon ekranlarına çıkartılarak PKK aleyhinde konuşturularak Kürt halkına ihanet etmeye devam ediyor.
Öyle ki, MİT’in katlettiği Tahir Elçi’nin PKK tarafından öldürüldüğünü ileri sürecek kadar zıvanadan çıkan O.Miroğlu, “Bir halkın haklı taleplerini ve mücadelesini hendeklere kapatanlar bu cinayetin gerçek sorumlularıdır” diyecek kadar satılmış bir kişilik olarak çıktığı TV programlarında Kürt halkına saldırmaya devam ediyor
HDP içinde örgütlenip, Kürt kurumlarını İslami bir çizgiye çekerek radikal mücadeleden koparıp, devlet tarafından kabul edilir bir noktaya çekerek pasif bir çizgide demirlemesini isteyen bir diğer şahsiyet de Altan Tan oldu. Uzun yıllar Kürt kurumlarında çalışan, HDP milletvekilliği yaptıktan sonra HDP’den ayrılıp gerçek misyonuna ve yuvasına dönen A.Tan, 20.06.2018 tarihinde T24’e verdiği röportajda: “HDP hikayesinde de iki konuda başından beri anlaşamadık arkadaşlarımızla” demiş ve şöyle devam etmiştir;
“Bir, HDP çizgisindeki siyaset ya da PKK’ye sempatiyle bakan arkadaşlar, hükümete, devlete, Ak Parti’ye, Tayyip Erdoğan’a en ağır eleştirileri getirdiler, ki bu eleştirilerin çok büyük bir kısmı haklı ve doğru eleştirilerdi. Fakat, AK Parti ve hükümete getirdikleri eleştirinin yarısını PKK’ye yapamadılar. PKK’nin şiddet siyaseti yanlıştı, 2013 Newroz’undan sonra iç savaş başlatıp, şiddete yönelmesi yanlıştı, hendek siyaseti tamamen yanlıştı. HDP’yi yöneten arkadaşlarımızın PKK’ye, ‘Dur, devlet yanlış yapıyor, sen yanlış yapma. Bundan sonra demokratik ve sivil olacaktır’ diyemediler. İkinci ayrıldığımız nokta, her ne kadar Türkiye partisiyim dese de Kürt meselesi üzerinde yoğunlaşmış bir parti HDP. HDP’ye oy veren kitlenin yüzde 92’si Kürt. Bunların da büyük bir kısmı, geleneksel anlamda Marksizm’den sosyalizmden, ideolojik kaygılardan uzak, Kürt meselesinin çözümünü isteyen, büyük bir kısmı da muhafazakar seçmen. Son dönemlerdeki en büyük özellikleri ise orta sınıf seçmen haline gelmiş olmaları. Bu orta sınıfın içindeki sekülerler de yine şiddete karşı. Dolayısıyla bu orta sınıf, dindarıyla seküleriyle Marksist-sosyalist ideolojiyi dayatmak ve bu kadroların yönetimine vermek de ikinci büyük yanlış.”
Sonuç olarak…
Ayhan Bilgen’in bahsettiğimiz girişimleri kesinlikle “masum” değildir. “Anlaşamadığım” dediği konuları HDP içinde gayet rahat bir şekilde konuşup çözme olanağı varken, savunduğu tüm argümanları HDP savunur durumdayken, olmadık eleştiriler üzerinden HDP saldırmak, devletin ağzıyla konuşmaktır.
AKP-MHP iktidarının bu kadar gerilediği, siyasi ve ekonomik olarak krizin had safhaya çıktığı böylesi bir süreçte, HDP içten bölme hamlesi sadece AKP’ye yarar. Ayhan Bilgen Kürtlere iyilik yapmak istiyorsa bu sevdasından vazgeçmelidir.
Faşist diktatörlük, baskı ve şiddetle yok edemediği Kürt halkını içten parçalayarak, zayıflatıp etkisizleştirmeye çalışsa da başarılı olmayacaktır.