Gök, Leyla diye gürlüyordu tabutu eller üstünde ilerlerken.
Mersin: Onbinler vardı orada. 7’den 77’ye değil, 2’den 90’a kadar herkes oradaydı. Yüzler metin, yüzlerde öfke vardı. Hüzünün kırıntısı yoktu alanda. Müzik başladığında belki gözleriniz dolabilirdi fakat kitlenin nabzına değdiğinde teniniz, gözyaşlarınız içinize doğru akmaya başlıyordu. Sloganlar susmuyordu hiç. Islıklar, zılgıtlar bedenimi delip göğe yükseliyordu adeta. Cenaze arabası, almak için ilerleyemiyordu Leyla’yı. Halk vermek istemiyordu sanki yiğit evladını.
Mezarlığa doğru yürüyüş başladığında sel olup akan insan bedenleri değildi; öfke, kararlılıkla dokunduğu yeri yakacak gibiydi. Mağrur ilerleyen kitleye yeni soluklar katılıyordu yol boyunca. Kışkırtmak için evlerine Türk bayrağı asanların küçük hesaplarına yüz çevirmeyecek kadar da başı yukarda yürüyordu onbinler.
Leyla’nın şahsında tüm yitirdiklerini anıyordu Kürt halkı. Kandil’de şehit düşen gerillaların resimleri vardı ellerde. En önde yürüyen kadınlar, ellerinden düşürmüyordu üç yiğit kadının fotoğraflarını. Yitirdiklerimizin anısına o kadar hassaslaşmıştı ki kitle, flamalarımızdaki Kaypakkaya’yı anmadan geçmiyorlardı yanımızdan. Çocuklar kendi aralarında Kaypakkaya’yı tanıtıyorlardı birbirlerine.
Son törenin yapılacağı yere yaklaştığımızda, bir o kadar kitlenin de orada bekliyor olduğunu gördük. Kürt yurtseverlerinin yaptığı konuşmaları etkileyici bulurdunuz Leyla’nın babasının konuşmasını duyana kadar. O kadar sakin, o kadar vakur bir konuşmayı tezahür bile edemezken ben; baba hem hükümeti, devleti hem de burjuva medyayı eleştiriyordu. “Düşmanını çileden çıkarmak istiyorsan, yüzüne güleceksin” diyordu baba, zılgıtların tekrar tekrar çekilmesini isteyerek kadınlardan.
Kürt halkı, bu acıya duyarsızlaşmadan bir evladını daha uğurladı o gün. Onbinler, mücadele yeminleri ederek ölümsüzleştirdi “Kürt kızı”nı.(Bir Ö-G okuru)