GüncelManşet

(Foto) Gezi’nin 1. yılında sosyologlardan “sihirli cümleler”

İstanbul: SOMDER, bugün, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde “Direnişin 1. Yılında Gezi, Toplum ve Bilim” isimli uluslararası bir konferans düzenledi. Konferansta, Gezi İsyanı’nın politik bakiyesinden sosyal bilimlere yansımasına ve direnişi anlamanın yöntemlerine kadar bir dizi konu tartışıldı.

Sosyoloji Mezunları Derneği (SOMDER) tarafından bugün (14 Haziran) “Direnişin 1. Yılında Gezi, Toplum ve Bilim” isimli uluslararası bir konferans düzenledi. Friedrich Ebert Stiftung Vakfı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Rektörlüğü’nün katkılarıyla MSGSÜ Fındıklı Kampüsü Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda düzenlenen konferansta ilk olarak açılış konuşması gerçekleştirildi.

Gezi şehitlerinin anıldığı konuşmada “Böyle zamanlarda sosyologlardan sihirli cümleler beklenir. Sadece tespit değil, çözüm de beklenir” denildi ve sadece dünyayı anlamanın yetmediği ve onu değiştirmek gerektiği vurgulandı.

Soma katliamının da anıldığı konuşmanın ardından Gezi İsyanı’nı bir foto muhabirin gözünden anlatan “Gezi Tanıklığı” isimli kısa bir filmin gösterimi yapıldı.

 

“Gezi’nin politik bakiyesi”

Gösterimin ardından konferansın ilk oturumu başladı. Doç. Dr. Kemal İnal, Prof. Dr. Konstantinos Skordoulis, Doç. Dr. Ulaş Başar Gezgin ve Evrensel gazetesi yazarı Nuray Sancar’ın katıldığı oturumda gazeteci-yazar Gündüz Vassaf moderatörlüğü üstlendi.

Gezi’nin Politik Bakiyesi: Soldaki Etkileri” isimli sunumuyla ilk olarak Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Kemal İnal söz aldı. İnal; sunumunu; “Gezi’nin bir bakiyesi var mı?”, “Varsa bu bakiye nasıl ele alınmalı?”, “Bu bakiyenin soldaki etkileri nelerdir?” şeklinde 3 ana başlığa ayırdı. İnal, ilk başlıkta yeni örgüt ve oluşumların, yeni politik aktörlerin ve deneyim ile tanıklıkların Gezi’nin politik bakiyesi olduğuna dikkat çekti.

Yeni örgüt ve oluşumları; yeni siyasal partiler, forumlar, meclisler, Gezi konulu görsel ve yazılı yayınlar şeklinde ayrıntılandıran İnal; Çapul TV, Taksim Dayanışması, Translate For Justice (Gezi’den sonra biraraya gelen gönüllü bir çevirmen grubu) gibi oluşumlardan da bahsetti ve bunların Gezi’den kalan önemli oluşumlar olarak gördüğünü söyledi. Daha sonra ise apolitik, üniversiteli, liseli, işçi gençliğin; annelerin, ev kadınlarının, plaza, ofis vb. yerlerde çalışan “beyaz yakalıların”, köylülerin, eski politik kuşağın bu süreçte politik aktörler olarak öne çıktığını vurguladı.

Sorun görünürde Erdoğan, ama gerçekte özgür bir alan yaratma mücadelesi” diyen İnal, direnişe dahil olan kesimler için yapılmaya çalışılan “orta sınıf”, “25-35 yaş arası kesimler”, “beyaz yakalılar” gibi tanımlamalara karşı çıktı ve Ankara’da Gezi deneyiminden de bahsetti. “Benim burada gördüğüm gecekondulardan gelen, yoksul, işçi, işsiz, gençlik günlerce Kızılay’daydı” dedi.

 

“İşçi sınıfının devrimci liderliği önemli”

İnal’ın ardından Atina Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Konstantinos Skordoulis, “21. Yüzyılda Sosyal Direniş: Sonuçlar ve Beklentiler” konulu bir sunum gerçekleştirdi.

Skordoulis, sözlerine “Bu davet, aynı zamanda aktivist olduğum için önemli. Ege’nin diğer yakasından dayanışma mesajları getirdim” diyerek başladı ve Türkiye ile Yunanistan işçi sınıfının birlik ve dayanışma içinde olması gerektiğini söyledi. İstanbul’da Berkin Elvan’ın ölümünün ardından 2008 Aralık’ında Atina’da Yunan polisi tarafından katledilen Alexandros Grigoropoulos (Alexis) ile Berkin’in aynı karede yer alan “kardeşim” afişinin çok popüler olduğunu söyleyen Skordoulis, direnişi; siyasal, insani ve demokratik ve politik haklar olarak 3 kategoriye ayırarak sunumunu aktardı.

Gezi’ye doğru gelen süreçte tarihi kategoriler oluşturan Skordoulis, Amsterdam’da 1997 yılında Avrupa’nın dört bir yanından bir araya gelerek işsizliğe karşı on binlerce kişiyle gerçekleştirilen yürüyüşün ardından uluslararası bir organizasyon olan Avrupa Sosyal Forumu’nun oluşturulduğunu hatırlattı. Bu forumun o dönemde düzenlediği toplantılarda gündemine aldığı; 3. dünya ülkelerinin borçlarının iptal edilmesi, göçmen ve sığınmacıların sorunları, GDO’lu ürünlerin üretimine karşı sürdürülebilir tarım politikaları, su sorunu gibi konularının önemli tartışmalara neden olduğunu anlattı.

2007 sonrasında ise Avrupa ülkelerinde “kemer sıkma” politikalarının artması ile işçi sınıfı ve sermaye arasında ciddi çatışmaların yaşandığını ve kitlesel eylemler gerçekleştiğini aktaran Skordoulis, örnek olarak İspanya’da kitlesel eylemler örgütleyen Öfkeliler Hareketi’ni (Indignades Moviment) verdi. Sendikaların işçi sınıfı ile birlikte etkili grevler örgütlediğini ve bu durumun seçimlere de yansıyarak sol oyların arttığını söyledi.

2014’e gelindiğinde yaşanmış olan Gezi’nin yeni bir aşama olduğunu söyleyen Skordoulis, direnişi, kentsel proletarya ile kentli gençliğin baskıya karşı verdiği, sadece ekonomik talepli olmayan ve sosyal ve siyasal konulardan da etkilenen kesimleri de içine alan bir direniş olarak tarifledi.

Gezi’nin neo-liberal din merkezli muhafazakar dönüşüme karşı bir hareket olarak tanımlanması gerektiğini söyleyen Skordoulis, direnişin, yoksul kent sınıfının, özellikle gençlerin hareketi olduğunu ve örgütlü işçi sınıfını harekete geçirmediğini vurguladı ve işçi sınıfının devrimci liderliğinin önemine vurgu yaptı.

 

“‘Y kuşağı’, ABD patentli bir kavramdır”

Daha sonra sözü “Gezi ve Politik Psikoloji” sunumuyla İstanbul Gelişim Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Doç. Dr. Ulaş Başar Gezgin aldı ve bazı sosyal bilimcilerin direnişi birtakım geçirgen özelliklere bağladıklarını (Y kuşağı vs.), patolojik bir vaka şeklinde ele aldıklarını belirterek, bu yaklaşımları eleştirdi.

Tarih; kişiler üzerinden değil; toplumlar, sınıflar, halklar üzerinden açıklanır. Kişiler üzerinden tarih açıklanmaz. Kişiyi çözümlemek yerine kitleyi çözümlemek gerekir” dedi ve özellikle Başbakan R. T. Erdoğan’ın kişiliği üzerinden (kibir vs.) yürütülen tartışmalardan doğru sonuçlar elde edilemeyeceğine vurgu yaptı, “İmam uçmaz, cemaat uçurur” sözünü hatırlattı.

Bazı muhalif sosyal bilimcilerin, psikologların bile “Polis çok yorgun olduğu için de böyle şiddet uyguladı” gibi yaklaşım sergilediğini söyleyen Gezgin; bunun gerçekçi bir yaklaşım olmadığını ve şiddet uygulayan polisin “emri yerine getirme” sınırları içerisinde olduğunu söyledi.

“Y kuşağı” tanımlamasının insan kaynakları alanı için ABD patentli bir kavram olduğunu, böylesi çalışanı motive ve kârı maksimize etme amacı güden bir kavramın böyle bir direnişte yer alan gençlik için kullanılmasını doğru bulmadığını söyleyen Gezgin; direniş sırasında kitlelerin normal olan tepkilerinin sık sık “travma” şeklinde tanımlanmaya çalışıldığını da hatırlattı.

Gezi sırasında Avrupa’dan gelen bir grup sosyal bilimciler içerisinde bazılarının, direnişte polisle eylemcilerin bu denli sert biçimde karşı karşı gelmesini “temas” ve “empati” eksikliğine bağladığını söyleyen Gezgin; “Aslında hiç de öyle değil, biz gayet temas halindeydik ve sık sık dayak yedik. Sorun bu değil. Asıl yapılması gereken kurumları değiştirmek, adaletin tesis edilmesi. Mesela Ethem Sarısülük’ü vuran kişi ceza alacak. Belki böylece insan vurduğu için birilerinin ceza aldığı görülür ve buna engel olur” dedi.

Toplumsal muhalefetin adli bir olay gibi gösterilmesine, psikolojisinin adlileştirilmesine karşı çıkan Gezgin; Gezi boyunca bazı TV psikologlarına sürekli “Gezi’yi nasıl yorumluyorsunuz?” gibi soruların sorulmasını yanlış bulduğunu ve bu sorunun çift taraflı sorularak “Gezi’de neredeydin?” ve “Gezi, seni nasıl değiştirdi?” sorularının da psikologlar tarafından cevaplandırılması gerektiğini söyledi.

 

“Ülkede yaşanan gelişmeler Gezi’ye emin hazırladı”

Direnişin Öncesinde ve Sonrasında Toplumsal Mücadeleler” konulu sunumuyla Gezgin’in ardından söz alan 1. oturumun son konuşmacısı Evrensel gazetesi yazarı Nuray Sancar oldu. “Gezi önemli ve büyüleyiciydi” diyen Sancar, halkın 79 ilde sokağa çıktığını, direnişi sadece Gezi’ye sığdırmamak gerektiğini; Ankara, Adana, Antakya gibi bölgelerde direnişin aynı olmadığını söyledi ve “Batı merkezli bakmamak gerekir” dedi.

20. ve 21. yüzyıldaki toplumsal hareketlerin neredeyse tamamı kendiliğinden hareketlerdi. Sadece Sovyet Devrimi’nde böyle değildi” diyen Sancar, ülkede yaşanan Kürt hareketi ile devlet arasında Newroz’da başlayan “çözüm süreci”nden, Reyhanlı, Roboski gibi katliamlara, TEKEL direnişi deneyimine kadar birçok gelişmenin Gezi’ye zemin hazırladığını söyledi. Adalet isteminin mevcut sistem tarafından karşılanmadığı ve hak isteyenlere sürekli bir şiddetin olduğunu vurguladı. Gezi İsyanı’ndan Arap Baharı’nın önemli bir etken olduğunu düşündüğünü belirten Sancar; dünya genelinde neo-liberal uygulamaların can acıtıcı sonuçlarına karşı bir hareket olduğunu ve Gezi’nin de bunun bir parçası olduğunu vurguladı.

Sancar’ın konuşmasının ardından soru-cevap bölümüne geçildi, daha sonra yemek arası verildi.

 

“100 yıl sindirilmiş yaşamaktansa…”

Aranın ardından Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Durakbaşa moderatörlüğünde 2. oturuma geçildi. Bu oturuma Doç. Dr. Ufuk Özcan, Prof. Dr. Dave Hill ve Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu katıldı. Tartışmalara geçmeden önce Gezi İsyanı’nda polis şiddeti yüzünden gözlerini kaybeden direnişçiler Hülya Aslan ve Erdal Sarıkaya birer konuşma yaptı.

Hülya Aslan, 11 Haziran 2013’teki saldırıda gözünü yitirdiğini, ancak devletin uyguladığı şiddetin direnişçileri daha fazla biraraya getirdiğini ve direnişi büyüttüğünü söyledi. Tarihin devletin kirli elleriyle öldürenleri değil; cumartesi anneleri, Roboskilileri, Hrant Dink’i, Deniz, Yusuf, Hüseyinleri yazacağını söyleyen Aslan; “Bizler artık ne kahraman olmak ne de ölmek istiyoruz. Bizler sade hayatlar geçirebileceğimiz özgür bir ülke istiyoruz” dedi.

Daha sonra söz alan Erdal Sarıkaya ise “100 yıl sindirilmiş olarak yaşamaktansa, bu genç yaşımda bir ceviz ağacının dibinde yatarak, asırlarca hatırlanmayı tercih ederim” dedi.

 

“Muhafazakar sosyal bilimciler direnişçileri deccallaştırdı”

İlk konuşmacı İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Ufuk ÖzcanGezi Direnişi’nin Sosyal Bilimlere Yansımaları” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Gezi’de muhafazakar sosyal bilimcilerin direnişçileri “deccallaştırdığını”* söyleyen Özcan, “Güdümlü basın; Gezi’yi karikatürleştiren, sosyal vaka olarak ele alıp düzene ciddi bir uyarı olarak algılamak yerine mevcut sistemdeki seçim düzeni ile iktidara gelenlere darbe olarak gördü yaşananları” dedi.

Kimi ‘işi bilen’ muhafazakar sosyal bilimciler ise Marksizm’e bile başvurmaktan bile çekinmeyerek, direnişi ‘küçük burjuva hoşnutsuzluğu’, ‘beyaz Türklerin şımarıklığı’ olarak damgaladılar” diyen Özcan; egemen sistemin tarafında yer alan ve çoğunluğu oluşturan sosyal bilimcilerin direniş ve direnişçiler hakkında kullandıkları dilin üst, küçümseyici, aşağılayıcı olduğunu söyledi. Soğuk savaş dönemindeki gibi algı operasyonuna girişildiğini, devlete sırtlarını dayayarak demokrasi isteyenlerin “demokrasi düşmanı” ilan edildiğini vurguladı.

 

“Sonuç çıkarmak için biraz daha sabır”

Özcan’ın ardından Anglia Ruskin Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dave Hill, “Gezi ve Neo-liberalizm ile Yeni Muhafazakârlığa Karşı Küresel Direniş” isimli sunumunu gerçekleştirdi. Bu gelişinin, Türkiye’ye 3. gelişi olduğunu söyleyen Hill, ilk defa Türkiye’ye gelişinde gaz yemediğini söyleyerek, deneyimleri ile dinleyicilere neşeli anlar yaşattı.

Birçok ülkeye gittiğini ama bu ülkedeki gibi polis vahşeti görmediğini söyleyen Hill, Gezi direnişçilerini selamladı ve Gezi’den somut siyasi bir model çıkarmak için erken olduğunu ve biraz daha sabredilmesi gerektiğini ve devrimci bir öncüye ihtiyaç olduğunu vurguladı.

 

“Toplumsal muhalefet, kendini üretecek alan yaratmıştır”

2. oturumun son konuşmacısı, “Gezi Direnişi’ni Anlamanın Yöntemleri Üzerine Bir Tartışma” isimli sunumu ile Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu oldu. “Her ne kadar hala zamana ihtiyacımız olsa da geçirdiğimiz bir sene üzerine tartışmalar yürütmemiz gerekiyor” diyen Saraçoğlu, bu dönemde birçok araştırmacının Gezi İsyanı’nı farklı şekillerde (daha çok da “orta sınıf” kavramı ile) tanımladığına dikkat çekti.

Gezi İsyanı’nın daha 3. gününden itibaren Gezi Parkı dışında Türkiye’nin bütününe etki eden AKP karşıtı bir eyleme dönüştüğünü söyleyen Saraçoğlu, bu direniş için sıkça kullanılan “orta sınıf” kavramının içeriği belirsiz, kaotik bir çıkmaza yol açan bir tanımlama olduğunu söyledi.

Bu tanımlamayı kullananların “yöntemsel bireyci” olduğunu, yani “toplumsal bir süreci, bireylerin eğilimleri üzerinden belirleme eğiliminde olduklarını” vurgulayan Saraçoğlu, “Sınıf, bireyin işgal ettiği (toplumsal) yer değil, benzer ekonomik pozisyonu paylaşan, bu şekilde birbirleri ile iletişiminden ve karşısında yer alan ekonomik güç ile ilişkisinden doğar” dedi.

Bir toplumsal hareketin asıl karakterini neye karşı hareket ettiği, amacı ve hangi yönde etkilediği, hangi çelişkilerden ortaya çıktığı belirler” diyen Saraçoğlu, “Haziran direnişi, son 10 senedir AKP eliyle hayata geçirilmeye çalışılan neo-liberal değişime karşı bir semptomdur” dedi.

AKP’nin Kemalizm karşıtı izlenim yaratan Balyoz, Ergenekon davaları, Kürt ve Alevi meselesinde “açılımları” gibi içeriğini başkalaştırdığı politikalarla kendinden önceki iktidarlara karşı birikmiş muhalefeti kendine yedeklediğini söyleyen Saraçoğlu, AKP’nin Gezi’den önce toplumsal muhalefeti bu yöntemlerle ideolojik olarak mülksüzleştirdiğini söyledi. Ardından da “Haziran direnişi, toplumsal muhalefetin yeniden inşa edilebileceği, kendini üretebileceği bir ortam yaratmıştır” dedi.

2. oturum da soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

 

* Deccal: İslam inancına göre ahir zamandaMesih‘in ikinci kez yeryüzüne gelmesinden önce insanları dini inancından saptırarak kötülüğe ve sapkınlığa yönelteceğine inanılan ve şeytanı temsil eden varlıktır. (wikipedia)

 

[widgetkit id=766]

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu