GüncelMakaleler

FELSEFE | Çelişmelerin Yer Değiştirmesi ve Birbiri Üzerindeki Etkileri (2/3)

"Mao’nun, toplumsal varlığın belirleyici olduğuna ilişkin görüşlerine çok örnek verilebilir. Örneğin, Çin toplumundaki çelişmeleri ele aldığı 1957 konuşmalarında bolca yer alır: “İnsanın bilincini belirleyen, onun toplumsal varlığıdır”

Marx, Engels, Lenin ve Stalin’in öğrencisi olduğunu söyleyen Mao, Marx’ın, belirtiği maddenin hareketinin diyalektik gelişimini soyutlamış ve tekrar pratiğe uygulamıştır. Bunun sonucu olarak da Çin Devrimi ortaya çıkmış ama Mao, Çin Devrimi’nin de hem geriye götürülmesinin önüne geçmek hem de durmadan gelişmesi gerektiğini söyleyerek Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni (BPKD) başlatmıştır.

Bu, toplumsal bilincin toplumsal varlık üzerindeki etkisinin örneğidir. Ama, o bilincin ise doğaüstü güçlerden değil, yine o toplumsal varlığın en yüksek ürünü olduğuna herhangi bir kuşku duymadan vurgulanmıştır. Mao, Descartes’in; “düşünüyorum öyleyse varım”ından hareket etmiyor. Ve “felsefenin temel sorununa idealistçe yanıt veriyor” şeklinde bir yaklaşımla, Mao’da “tanrı” arayanlar, elbette yanılıyorlar. Mao’nun “tanrı”sı varsa o da proletarya ve halktır. Bu nedenle, kitlelere; “revizyonizmin karargâhlarını bombalayın” diyebilmiş diyalektik materyalistçidir.

Eğer koşullar insanı biçimlendirmiyorsa, bu koşulları insanca biçimlendirmek gerekir” diyen Marx, insan bilincinin madde üzerindeki dönüştürücü, ona yeni bir biçim verici ve niteliğini değiştirici ve yeni bir niteliksel gücünü vurguluyor. Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme, bilinçli öznenin hareketiyle, eylemiyle yeni bir şeye dönüşebiliyor. Marx, bu görüşünü “Feuerbach Üzerine Tez”lerinde daha net olarak ortaya koyar.

Hem genel bir “proletarya”dan ve hem de bunun yanında, hatta başında, “sınıf bilinçli proletarya”dan söz ederiz. İkisi arasında, sınıfsal bir fark olmasa da bir bilinç farkı vardır. “Sınıf bilinçli” olmak o kadar önemli olmasaydı, bir etkisi, yönlendirici bir yanı ve elbette ki, belirleyici bir yanı olmasaydı, bundan söz etmek yerine, genel bir “proletarya”dan söz edilmekle yetinilirdi. Demek ki, sınıf mücadelesi içinde, proletaryanın iktidarı alması için buna gerek varmış. Marx’ın, yukarıdaki alıntısından böyle bir çıkarsamada yapılabilir ve aşağıdaki alıntı tam da bunu açıklıyor:

Marx ve Engels: “… gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.” 9

Burada söylenenler, nesnellikten kopuk olarak iradeciliği mi öne çıkarıyor yoksa bilinçli insanın koşulları değiştirebileceğini mi söylüyor? Elbette sonuncusu. Toplumsal gelişmenin yasalarını açıklayan insan, toplumsal gelişmeleri de biçimlendirebilir, değiştirebilir ve onu insanca olmayan durumdan çıkarıp insanca bir duruma sokabilir. Yapılan ve yapılmak istenen de bu değil mi? Ya da biz komünistlerin yapmak istedikleri bunlar değil mi?

Mao’nun “bilincin maddeye dönüşmesi” önermesi tam da budur. “Koşulları insanca biçimlendirmek” önermesini Marx değil, Mao söylemiş olsaydı mekanik materyalistler için Mao, Marksizm’den “iki kere sapmış” olacaktı. Marx söylediği için ve de başka bir Marx daha olmadığından, böylece Marx, “idealist” olarak itham edilmekten de kurtulmuş oluyor. Yukarıda örnek verdiğimiz devrimler, insanca olmayan koşulların insan eliyle, insan düşüncesiyle düzeltilmesi, biçimlendirilmesi ve değiştirilmesidir. Marksizm, salt dünyayı yorumlamakla yetinmez, onun esas yanı, onu değiştirmektir. Proletarya da bunun mücadelesini veriyor ya da ona böyle bir görev yüklüyoruz.

Mao’nun da Marx’dan alıntı olarak aldığı, “filozofların görevi salt dünyayı yorumlamak değil, onu değiştirmek” önermesi, düşüncenin önemi ve maddi yaşam üzerindeki etkisinin ya da daha geniş anlamda ele alırsak, toplumsal bilincin toplumsal pratik üzerindeki “aktif” etkisinin belirtilmesine yöneliktir.

Marx, teorinin kitleleri kucaklamasının gücünü şöyle belirtir: “Kuşkusuz, eleştirinin silahı, silahların eleştirisinin yerini almıyor; somut güç, ancak somut güçle yenilebiliyor; ama teori de yığınları sarar sarmaz, somut bir güç durumuna geliyor.” [1]0

Yani teori kitleler tarafından sahiplenilip onu eyleme dönüştürdüklerinde, o, teori olmakla kalmayıp somut bir maddi güç haline geliyor. Düşüncenin maddeye dönüşmüş hali budur. Mao’un söyledikleri bu yalın gerçekliğin dışında değildir.

Marksistlerin her zaman söylediği, “Marksizm kitleler de ete kemiğe bürünmelidir” önermesinin anlamının felsefi yönü, toplumsal bilincin toplumsal varlık (ya da düşüncenin madde) üzerindeki etkisinin ve onu dönüştürebileceğinin somut önermesi ve Marksist düşünceyi kitlelerin sahiplendiği ve benimsediği taktirde neleri yaratabileceğinin açıklamasıdır. Tersi, kendiliğindenciliğin öne çıkarılması, özellikle bilinçli öznenin ise oldukça tali plana atılmasıdır. Özneyi küçümseyen, salt nesnelciliği öne çıkaran yaklaşım, mekanik materyalistlerine özgü felsefi bir anlayıştır. Tarihi yapan halklar, tarihin öznesi olarak tarih sahnesinde yer alırlar. “Tarihi yapan halklar” önermesi kabul ediliyorsa, bilinçli öznenin de madde üzerindeki etkisi, ona biçim vermesi ve değiştirmesi de kabul edilir.

Konumuzla yakından ilgili olduğu için, Engels’in 1890’da Joseph Bloch’a yazdığı mektuptan buraya bir pasaj aktaralım: “… Materyalist tarih anlayışına göre tarihte belirleyici etken, son kertede gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Marx da ben de bundan daha çoğunu hiçbir zaman ileri sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse ekonomik etken biricik belirleyicidir dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu, boş, soyut, anlamsız bir söz haline getirmiş olur.

Ekonomik durum temeldir, ama çeşitli üst yapı öğeleri –sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları- savaş bir kez kazanıldıktan sonra kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb. –hukuksal biçimler, hatta bütün bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogmatik sistemlere gelişmeleri- hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yapar ve bir çok durumda özellikle onların biçimini belirlerler.”11

Mao da Engels de esasta belirleyici olanın ne olduğunu açık olarak belirtiyorlar. Ama, esas temel üzerinde, onun yansımalarının da onun üzerindeki etkisinin ve hatta zaman zaman biçimini belirleyebileceğini, geniş örnekler vererek ortaya koyuyorlar. Peki, Engels’in ve Marx’ın bu görüşleri bilinmiyor mu? “Bilinmediğini sanmıyoruz.” 1[2] Tersine, bütün mekanik Mao eleştirmenleri, Engels’in bu sözünü alıntılarlar. Ama, onun anlamının içeriğini ise sessizleştirirler. Marx ve Engels’in tarihsel önermesinin içeriğini zorlayarak, onu güdüksüzleştirip adeta metafizikleştirirler. E.Hocacıların yaptığı aynen budur.

Engels’in aynı mektubunun son paragrafı da diyalektiği anlamak isteyenler için oldukça öğreticidir: “Bütün bu baylarda eksik olan şey, diyalektiktir. Onlar burada neden, sonuçtan başka bir şey görmüyorlar. Bunun tatsız tuzsuz bir soyutlama olduğunu, bu türlü kutupsal, metafizik karşıtlıkların, gerçek dünyada ancak bunalımlar sırasında var olduklarını; tüm engin gelişmenin (iktisadi hareketin en güçlü, en ilk, en kararlaştırıcısı olduğu güçlerin eşitsiz olmalarına karşın) karşılıklı-etki biçiminde sürüp gittiğini; bu gelişmede mutlak hiçbir şey olmadığını, her şeyin görece olduğunu göremiyorlar. Onlar için Hegel yaşamadı.” 1[3]

Ayrıca, Rus devrimci hareketi içinde de bu tür tartışmalar olmuştur. Ekonomik mücadeleyi ve onun belirleyiciliğini öne çıkarıp siyasal mücadeleyi küçümseyenler de aynı yanlış anlayıştan hareket etmişlerdir. Lenin, ekonominin belirleyiciliği anlayışından hareket ederek sınıf mücadelesini ekonomik mücadeleyle sınırlayan Rus ekonomistlerini eleştirmiştir. Ekonomik mücadeleyi öne çıkaran Rus oportünistleri de, Engels’in sözünü ettiği, “son kerteyi”, adeta tek bir neden olarak ele almaları, Marksizm’i yanlış kavramalarından kaynaklanmıştır.

İşçilere siyasal bilincin dışarıdan verilmesini kabul etmeyenler, kendiliğindenci mücadeleyi öne çıkaranlarda bu yanlış anlayışlardan hareket ederler. “Dışarıdan bilinç götürmeye gerek yok, işçiler ekonomik mücadele içinde siyasal bilinci elde eder diyenlere”, Lenin haklı olarak karşı çıkmış ve bu anlayışı ekonomizm olarak değerlendirmiştir. Ekonomik ve siyasal sorunlara mekanik olarak yaklaşanların, kendiliğindencilikten kurtulmaları da söz konusu olamayabilir. Felsefi olarak birincisi diğerini teorik olarak koşullandırır. Yine Rusya’da, Narodniklerin, “geri bir ülkede sosyalizm olmaz” yaklaşımları da ekonomik alt yapı belirleyiciliğini her şeyin üstünde tutmalarından kaynaklanmıştır ve bu anlayış onları “köylü devrimcisi” olarak kalmalarına neden olmuştur.

Mao’nun, toplumsal varlığın belirleyici olduğuna ilişkin görüşlerine çok örnek verilebilir. Örneğin, Çin toplumundaki çelişmeleri ele aldığı 1957 konuşmalarında bolca yer alır: “İnsanın bilincini belirleyen, onun toplumsal varlığıdır.”1[4] Ayrıca: “Diyalektik materyalizm için göreli ve mutlak doğru arasında aşılmaz bir uçurum yoktur” diye belirtir Lenin.1[5]

Marx, Engels, Lenin ve Stalin yazılarında “genellikle” sözcüklerine çok yer verirler. Çünkü doğada –çelişmeyi (hareketi) saymazsak- “mutlak” olan bir şey yoktur. Hareketin sonsuzluğu, zaman ve mekanın maddenin hareketi olduğu ve düşüncenin ise maddenin en yüksek hareket biçimi olduğu önermeleri vardır. Bu nedenle, “genellikle” vurgusu özel olarak kullanılır.

Marx, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı eserine yazdığı o bilinen meşhur önsözünde şöyle der: “Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.”1[6]

Görüldüğü gibi, Marx da burada, hem de en temel konuda ve “maddi üretimin belirleyici” olduğu bir noktada “genel olarak” (Almanca çevirisinde de bir yanlışlık yoktur) kavramlarını kullanıyor.

Yine Engels’in, “Doğanın Diyalektiği” adlı yapıtından buraya, konumuzla ilgili bir pasajı aktaralım: “Felsefe gibi doğabilim de şimdiye kadar insan faaliyetinin kendi düşünceleri üzerindeki etkisinin tamamen ihmal etmiştir; her ikisi de ancak bir yandan doğayı, öte yandan düşünceyi bilirler. Oysa tek başına yalnız doğa değil, doğanın insan tarafından değiştirilmesi, insan düşüncesinin en başta gelen ve en önemli temelidir ve insan, doğayı değiştirmeyi öğrendiği ölçüde zekası da gelişmiştir.

Bundan dolayı, örneğin Draper ve diğer bilginlerde az çok görülen ve yalnızca doğanın insan üzerinde etkin olduğunu ve her yerde yalnızca doğal koşulların insanın tarihsel gelişimini belirlediğini öne süren tarihin doğacı (natüralist) kavramı tek yanlıdır ve insanın da doğa üzerinde etki yaptığını, onu değiştirdiğini, kendisi için yeni var olma koşulları meydana getirdiğini unutur.”1[7] (Devam edecek)

 

Dipnotlar

9- Alman-İdeolojisi, s. 46 (Feuerbach’ın Sezgisel ve Tutarsız Materyalizm Eleştirisi bölümü)

10- Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, s. 201, Birinci Baskı, Sol Yayınları

11- Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 2, s. 235-236, açE, Birinci Baskı, Sol yayınları

12- Engels, Conrad Schmidt’e (Londra, 5 Agustos 1890, Seçme Yazışmalar-2, s. 233) ve Franz Mehring’e (Londra, 14 Temmuz 1893) yazdığı mektuplarda da bu konuyu “savsadıklarını” söylemiştir.

13- Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, s. 600, Birinci Baskı, Sol Yayınları

14- Mao Zedung, c. 5, s. 483

15- Lenin, MA, s. 157

16- Karl Marx, Önsöz, 1859, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 25, açÖG., 4. Baskı, Sol Yayınları

17- F. Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 293, açFE, Dördüncü Baskı, Sol Yayınlar

FELSEFE | Çelişmelerin Yer Değiştirmesi ve Birbiri Üzerindeki Etkileri 1/3

 

https://ozgurgelecek37.net/felsefe-celismelerin-yer-degistirmesi-ve-birbiri-uzerindeki-etkileri-1-3/?swcfpc=1

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu