Güncel

Ermeni Taburu Yöneticisi: İşgal saldırıları ikinci soykırımdır!

Şehit Nubar Ozanyan Ermeni Taburu Yöneticisi Nubar Melkonyan, Türk devletinin, işgalci saldırılarıyla Ermeni Soykırımı'nı da güncellemek istediğini belirtti. Melkonyan, "En çok acısı olanların direnişte en önde olması gerek" dedi.

Suriye’nin ilk Ermeni taburu olan ve Ermeni Soykırımı’nın 104. yıl dönümünde kurulan Şehit Nubar Ozanyan Taburu, henüz yeni bir tabur olmasına rağmen Türk devletinin Kuzey-Doğu işgal saldırılarına karşı Serêkaniyê ve Til Temir savunmasında yer alıyor.

Savaştan önce Ermeni kültürü ve dili üzerine çalışmalar yapan Nubar Ozanyan Taburu yöneticilerinden Nubar Melkonyan, Suriye Ermenilerinin tarihi, Rojava Devrimi sürecinde yaşadıkları, işgal saldırılarının Ermenileri nasıl etkilediği konusunda ANF’nin sorularını yanıtladı.

Melkonyan, “Bu toprakların işgale karşı savunulmasında yer almamak büyük bir suç ve soykırıma göz yummak olur. Bugün gerçekleştirilen işgal saldırılarını ve işgali bize yapılan 2. bir soykırım olarak görüyoruz ve en çok acısı olanların bu direnişte en önde olması gerekiyor. Bu nedenle Serêkaniyê savunmasında yerimizi aldık. Şimdide Til Temir savunmasında yerimizi alıyoruz” diye konuştu.

Melkonyan, Türk devletinin Kuzey-Doğu işgal saldırılarıyla Ermeni Soykırımı’nı güncellemek istediğini belirtti.

‘Ermenilerin Suriye’deki yerleşimi soykırımla bağlantılı’

-Suriye Ermenilerinin tarihi hakkında araştırmalarınız var. Bu tarihe dair hangi bilgiler öne çıkıyor?

Halep ve çevresinde soykırımdan önce bir Ermeni yerleşimi olsa da Suriye dediğimiz topraklarda Ermenilerin yerleşimi ve varlığı büyük oranda soykırımla bağlantılıdır.  Soykırımdan kalan Ermenilerin torunlarının torunları olarak bugünlere geliyorlar. Yani 4-5 nesil geçerek günümüze kadar ulaşıyorlar. 

1915 tehcirinde yollarda katledile edile getirildikleri bugünkü Suriye topraklarında da katlediliyor Ermeniler.  1915’te adeta birer toplama kampı gibi getirildikleri Şeddade, Hol, Serêkaniyê, Derazor’da da katlediliyor halkımız. Serêkaniyê’de o süreçte 70 bin, Derazor’da 250 bin Ermeniyi katlediyor Osmanlı. Bunlar soykırımı gerçekleştirdikleri kamplar oluyor. Suriye’de soğuktan, açlıktan, o soykırımdan arta kalanların deyim yerindeyse yaşamını o ateşin içinde kendi küllerinden yeniden yaratmasıyla bugüne kadar geliyor Ermeniler.

Soykırımdan kurtulanların bir bölümü kendi dil ve kimliklerini korumuşlardır.  Ermenilerin yaşama tutunma, dillerini, kültürlerini koruma geleneği köklüdür. Bu nedenledir nerede iki Ermeni yan yana gelse orada bir Ermenistan kurulur.

Soykırım yapıldığı dönemde on binlerce Ermeni çocuk, Arap ve Kürtler tarafından eş ve hizmetçi olarak alınmışlardır. Bu yüzden bugün önemli bir kısmı Kürtleşmiş ve Araplaşmıştır. Küçük bir kısmı da Türkmenleşmiştir.  Ama Müslümanlaşmış, Kürtleşmiş, Araplaşmış olanların da bugün bir kısmı halen Ermeni olduklarını ifade ediyorlar ve Ermeni kimliklerini koruyorlar.  Bugün Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi. Bugün başta Kuzey Kürdistan olmak üzere Türkiye topraklarında önemli bir Ermeni nüfusun olduğu söyleniyor ve Türkiye’de 1-1,5 milyon gizli saklı Ermeni olduğu iddiası vardır.

İç Savaş sürecinde Ermeniler

-Peki Suriye’de 2011 iç savaşına kadar ne kadar Ermeni yaşıyordu? İç savaş sürecinde düşüş yaşandı mı?

Ermeniler Suriye topraklarında kendilerini küllerinden yeniden var ettiler ve yeni bir yaşam kurdular. Fakat tabii 2011 öncesinde de Avrupa ve Ermenistan’a göçler oldu. Fakat 2011 yılına gelindiğinde Suriye’de 250-300 bin civarında bir Ermeni nüfusunun olduğu biliniyor.

Ermeniler için soykırım sadece göç etmek, evinden yurdundan edilmek, inançlarından koparılmak değil, aynı zamanda korkudur. Bu korkuyla yeniden yaşama tutunmuşlardır. Başlarına yeniden bir felaket geleceği korkusuyla politikadan uzak, kendi içine kapalı, sadece yaşamını sürdürmeye çalışan bir halk olarak kalmışlardır. Gerçekten soykırım bir korkudur, korku dağlarıdır. Bunu ancak bir Ermeni hissedebilir.

Suriye iç savaşı sürecinde Türkiye destekli çeteler Halep ve birçok yerde Ermeni halkını kaçırdılar. Halen çetelerin elinde olan, çetelerin hizmetçi olarak kullandığı Ermeni kadınlar var.  Özellikle Süryani papazları, Êzidîleri hedef aldılar. İşte 2011 iç savaşı başladığında da soykırımın yarattığı korku psikolojisi,  bu savaşta cihadist grupların kullanılması, Hıristiyan halklara yapılan düşmanlık Ermenilerin bir bölümünün göçüne de neden olmuştur.

Devrim nasıl etkilendi?

-Rojava Devrimi ve Demokratik Özerk Yönetim Suriye’deki Ermenileri nasıl etkiledi?

Rojava Devrimi’nin kadın devrimi olduğu söylenir. Ben bunu eksik görüyorum. Doğru, Rojava Devrimi ağırlıkta bir kadın devrimidir ama aynı zamanda inançların ve diğer halkların da devrimidir. Devrimle birlikte Rojava halkların ve inançların kendilerini özgürce yaşadığı ve demokratik bir biçimde kimliklerini ifade ettikleri bir mekân olmuştur.

Rojava Devrimi’nde Ermeni olmaktan kaynaklı herhangi bir dışarıda tutulma durumu olmamış, tam tersine Ermeni olmak bir övünç kaynağı olarak görülmüştür. Rojava Devrimi ve Demokratik Özerk Yönetimde  Ermenilere bir azınlık gözüyle değil, Rojava ve Suriye’nin asli unsurlarından kadim halklarından biri olarak bakma ve tanıma durumu yaşanmıştır.

Bu devrimin en önemli özelliklerinden biri, bizim gibi soykırıma uğramış, büyük acılar yaşamış halkların da bir devrimi ve bayramı olmasıdır.

-Rejim döneminde de Ermeniler ve Süryanilere Fransa’nın tanıdığı hakların olduğunu biliyoruz. Rojava Devrimi ve Demokratik Özerk Yönetimle Baas Rejimi yönetimi arasında Ermeniler açısından ne tür farklar olmuştur?

Rejim ve Fransa’nın yaptığı anlaşma çerçevesinde Emenilere bazı haklar tanındı. Fakat rejimin kendisi zaten demokratik değil. Fakat Özerk Yönetimle beraber sadece Ermenilere değil, birçok halka demokratik zeminde demokratik haklar tanındı. Halklar kendilerine meclisler kurdu ve alttan üste doğru haklarını savunacakları özgür bir zemin oluşturuldu.

Rejim döneminde Ermeni halkı sadece kendini korumaya aldı, politikadan uzak durarak salt varlıklarını korumaya aldı. Dolayısıyla böyle bir halkın Rejim ile  sorunu olamaz. Fakat Demokratik Özerk Yönetim döneminde Ermeniler de dahil tüm halkların kendilerini kimlikleri ve örgütlülükleriyle ifade etme ve yönetimde yer almalarının önü açıldı.

‘İşgal süreci bize soykırımı hatırlatıyor’

-Türk devletinin Serêkaniyê ve Gre Spi işgal harekâtları ve bugün işgali genişletme çabaları Ermeni halkını nasıl etkiledi? Ermeniler bu işgal saldırılarını nasıl değerlendiriyor?

9 Ekim’den bu yana işgalle süren bu barbarlığı, kültürlerin yıkımı, soykırımın bir parçası olarak görüyoruz, bize bunu hatırlatıyor. 1915 Soykırımı’nda 70 bin Ermeni Serêkaniyê’ye gömülmüştür. Bugün Ermeniler de dahil Serêkaniyê halkları yeniden sürgün yollarına, göç yollarına düşmüştür. Serêkaniyê saldırısıyla halklar barbarlıkla terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle Serêkaniyê işgali bize soykırımı hatırlatmaktadır.

Ermeniler Serkaniyê’deki bu işgal katliamını en derinden yaşayan ve hissedendir. Bizlere 1915 sürecini bariz olarak hatırlatmaktadır. Dünyanın birçok yerinde, diasporasında yaşayan Ermeniler, bu acının ne demek olduğunu iyi biliyor ve hissediyorlar. Bugün Kürtlerin ve bu topraklarda yaşayan halkların acılarının kendi acılarının tekrarı olduğunu biliyor ve bunu ifade ediyorlar. Özellikle Polonya’daki Ermeni Cemaatinin açıklaması bu yöndedir. Biz bugün Kürt kardeşlerimizin yaşadığı acıları çok önceden yaşadık ve bu acıları iyi tanıyoruz. Bugün ödüllendirilmesi gereken Kürtlerin ve Rojava’da yaşayan halkların kahraman savaşçılarıdır. Biz böyle bakıyoruz.

Serêkaniyê ve Gre Spi soykırım sonrası Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlerden olmuştur. Dikkat edin, eğer Türkiye demokratikleşirse bir gün, yeniden öz topraklarına dönme ve orada yaşama umuduyla Ermeniler soykırım sonrasında hep Dirbesiye, Amude, Qamişlo, Derik, Serêkaniyê, Gre Spi gibi sınır hatlarında yerleşmişlerdir. Bugün bile tüm Ermeniler halen yurt özlemiyle yaşamaktadırlar.

‘Erdoğan, Enver ve Talat Paşa’nın aynısıdır’

Bugün Kürtlere,  Asurilere, Ermenilere karşı soykırım yeniden güncellenmek isteniyor. Halkı yurtsuz, kimliksiz, anısız bırakmak istiyorlar. Ve bu soykırımda başrol olan Türk devleti ve onun başında olan Erdoğan’dır. Erdoğan ve AKP ittihatçı gelenekten gelmektedir, Talat ve Enver Paşa ne ise Erdoğan da odur.

Dikkat edin, 1915 yılında Ermeni soykırımı yapılırken bütün camilerde birden selalar okunmuştu ve bugün Erdoğan Serêkaniyê’ye saldırıda başladığında sınır hattında birden bütün camilerde selalar okundu ve fetvalar verildi. Benzerlikler o kadar çok ki, bu kadar benzerlik ancak soykırımcı bir kafanın ürünüdür. Bu tesadüfi ve tarihsel köklerinden kopuk bir soykırım değildir. Soykırım geleneği ve aklı olan bir yönetim bunu yapabilir. Yoksa demokratik bir idare ve irade böyle bir şey düşünemez. Bunu bu kadar iyi planlayıp organize edemez, bu kadar becerikli olamaz.

‘Türk devletinin kanlı elinden bir şey almayız’

Serêkaniyê konusunda bir diğer önemli noktaya daha değinmek istiyorum. Bu aslında Türk devletinin ne kadar çirkin bir politika içerisinde olduğunu gösteriyor. Ermenileri soykırımdan geçiren, bugün Türk halkına Ermeni sözcüğünü bir hakaret kavramı olarak ezberletmiş olan Türk devleti, Ermenileri Serêkaniyê’ye çekip, ‘işte ben işgalci, katliamcı değilim, demokratik bir idareyim. Teröre müdahale ettim” gibi bir mesaj vermek istiyor.

Türk devlet yetkilileri, Türkiye’deki Ermeni patrikhanesine telefon ediyor. Ermeni patrikhanesi de buradaki Ermeni dini inanç önderlerine telefon ediyor ve “Gelin, Serêkaniyê’de yaşayın ve kilisenizi de çalıştırın” diyor. Ama buradaki Ermeni inanç önderleri, din adamları bunu kabul etmiyor. “Biz sizin elinizle verilecek bir kiliseyi kabul etmiyoruz” diyorlar. Bu ne anlama gelir? Yani, “Biz Türk devletinin eliyle verilecek her şeyin kanlı ve korku dolu olduğunu, aldatıcı ve sahte olduğunu iyi biliyoruz” demektir. Buradaki dini önderler, “Serêkaniyê’de Demokratik Özerk Yönetim yada rejim olursa gelir yaşarız. Kilisemizi de yeniden ibadete açarız. Sizin olduğunuz hiçbir yere kendi gönül rızamızla gelmeyiz” mesajını veriyorlar. Yani Ermeniler Türk devletinin hafızalarını korku ve katliamla kodladıklarını unutmadılar.

Ermeniler, Türk devletinin yaptıklarını nasıl unutsun… Bugün Türkiye’de tek bir Ermeni tanımadığı, bir Ermeniyle oturup bir çay içmişliği, sohbet etmişliği olmamasına rağmen devlet eliyle yaratılmış bir Türk toplumu var. Sadece soykırım yapmamış, bir nefret toplumu oluşturmuş ve bu nefret toplumu her zaman yeniden katliamlar için hazırlanıyor.

Türkiye’nin yıllardır gündeminde sadece güvenlik var. Sağlık, ekonomi veya sanat hiçbir zaman Türkiye’nin gündemine girmemiştir. İktidarın ve varlığının bakası en temel gündem olmuştur. Hiçbir ülke devlet bu gündemle kendini boğmaz. Ülkeler sanata, tarıma zaman ayırır.  Ama Türkiye’de ne sanat ne ekonomi, ne sağlık, ne eğitime devlet tarafından ilgi gösterilmiştir.

Ama Türk devletinin değişmeyen tek gündemi Kürt, Ermeni, Hıristiyan halklar ve Rum düşmanlığı olmuştur. Bütün siyasi partileri devlet partileridir. Söz konusu Ermeni ve Kürt sorunu olduğunda kesinlikle hepsinin değişmeyen tek bir ağzı vardır, bu da devlet ağzıdır.

Dünyada böyle bir başka ülke ve devlet yoktur. Bu nedenle Türk devleti gerek Ermeniler, gerek Kürtler ve tüm halklar için güvenilmez ve tehlikeli kontra bir devlettir. Ermeniler de bunu biliyor ve asla böyle bir devlete araç olmayacaklar.

-11 Kasım günü Qamişlo’da DAİŞ tarafından siviller hedef alınarak 2 patlama gerçekleştirildi. Bunlardan birinin hedefi Keldani Kilisesi’ydi. Yine aynı gün Qamişlo Ermeni Katolik Kilisesi rahibi ve babası Derazor-Hesekê karayolunda DAİŞ tarafından katledildi. Bu saldırılar ve zamanlamasını nasıl ele alıyorsunuz?

Elbette bir tesadüf değil. Bugün dünya devletleri tarafından itiraf edilmiyor olsa da tüm dünya IŞİD ve Türk devletinin ilişkilerini biliyor. Bunlar belgelidir. En son Bağdadi ve IŞİD sözcüsünün öldürüldüğü yer de bunun kanıtlarındandır.

Qamişlo’da yaşanan patlamalar ve papaz ve babasının katledilmesi emri Türkiye’den verilmiştir. Bu bir tesadüf değildir. Bu cinayetle hedeflenen bu toprakların güvenilmez olduğu mesajını vermektir. Halklar arasına kuşku ve çelişki koymak, korkuları büyütmek ve bu topraklardan kopmalarını sağlamak için yapılmış bir saldırıdır bu. Çünkü bunu en çok ve derin olarak yaşayan Ermeni halkıdır. Bu nedenle Ermeni halkı korkutularak seri katliamların olmadığı, bombalı araç ve uçak saldırılarının olmadığı bir ülke arama durumuna sokulmak isteniyor. Bu durumda bizim yeniden nar taneleri gibi dağılmamız anlamına gelir. Bu saldırının amacı Ermenileri uçsuz bucaksız geleceği olmayan topraklara savurmaktır.

Yine bu saldırıyla diğer halklara, “Bakın Ermenilere bunu yapıyoruz. Siz de aklınızı başınıza alın” mesajı veriliyor. Aynı mesaj Hrant Dink’in katledilmesinden sonra cenazesinin saatlerce yerde bekletilmesiyle de verildi. Ermenilere ve diğer halklara  “Bakın, sizi böyle öldürürüz” mesajıydı. Yine aynı şey Şex Said’in cenazesine de uygulanmış ve bu şekilde Kürtler başta olmak üzere tüm halklara “aklınızı başınıza alın” mesajı verilmiştir.

‘Deirenişte en önde olacağız’

-Şehit Nubar Ozanyan Taburu, Ermeni Soykırımı’nın 104. yıl dönümünde kuruldu ve Suriye’deki ilk Ermeni taburu oldu.  Henüz yeni bir tabur olmasına rağmen Serêkaniyê işgali başladığında Nubar Ozanyan Taburu’nun da Serêkaniyê savunmasına katılmak üzere şehre gittiğini biliyoruz.  Şu anda taburunuzun işgal saldırılarına karşı pozisyonu nasıldır?

Ermeni taburunun kuruluş amacı, kendi öz savunmasını ve kültürünü korumaktı. Nasıl ki burada yaşayan halklar kendilerini savunmayı esas almışlar ise bizler de aynı amaç ile taburumuzu kurduk. Bu topraklar bizimdir. Bu topraklarda tüm halkların tarihi vardır.  Bu saldırı ve işgal de sadece Kürtlere karşı değil, başta Ermeniler olmak üzere tüm halklara karşıdır. Bu topraklardaki özgürlükler de sadece Kürtlerin değil tüm halkların, herkesindir ve herkesin de bu özgürlükleri Türk devletinin faşizminden korumak gibi güncel bir sorumluluğu vardır.

Bu toprakların işgale karşı savunulmasında yer almamak büyük bir suç ve soykırıma göz yummak olur. Sessiz kalmak demek bu soykırımın yanında olmak demektir. Dolayısıyla biz bu duruma sessiz kalamayız. Bugün gerçekleştirilen işgal saldırılarını ve işgali bize yapılan 2. bir soykırım olarak görüyoruz ve en çok acısı olanların bu direnişte en önde olması gerekiyor.

Bu nedenle Şehit Nubar Ozanyan Ermeni Taburu olarak Türk devletinin işgal saldırısı karşısında Serêkaniyê savunmasında yerimizi aldık. Şimdide Til Temir cephesinde yerimizi alıyoruz, halkımızı ve topraklarımızı koruyoruz. İşgale karşı Şehit Numar Ozanyan Taburu olarak sonuna kadar direneceğiz ve halklarımızın direnişinin başarıya ulaşacağına inanıyoruz. Bizler bu toprakların sahipleriyiz. Topraklarımızı, geleceğimizi ve ortak yaşamımızı soykırımcı Türk devletinin ellerine bırakmayacağız.

-Suriyeli Ermeniler ve Şehit Nubar Ozanyan taburu üyeleri olarak Suriye’nin geleceğinin nasıl şekillenmesini istiyorsunuz?

Bu topraklar herkese aittir. Halklara, Suriye devletine, Suriye Demokratik Güçlerine (QSD) aittir. Bu toprakların birlikte savunulması ve demokratik bir yaşamın geliştirilmesi sorumluluğu hem QSD’ye hem de rejime aittir.

Sorunlar Suriye’de yaşanıyorsa çözümü de Suriye’dedir ve çözümünün muhatapları bellidir.  Muhataplar sorunun çözümünü Amerika ve Rusya’da aramamalı, kendi aralarında konuşarak, tartışarak demokratik bir çözümü geliştirmelidir ve korumalıdır. İdlib’den başlayarak Serêkaniyê’ye kadar işgal saldırıları aslında Suriye’nin bütünlüğüne ve Suriye devletine de karşıdır. Bugün Suriye devleti bütün bu topraklar üzerinde hak iddia ediyor. O zaman Demokratik Özerk Yönetimle diyalog geliştirip masaya oturarak kendi sorunlarını başkalarına bırakmadan demokratik bir temelde çözmesi gerekiyor.

Bizim de kesinlikle buradaki varlığımız Suriye toprak bütünlüğüne yada Suriye devletine karşı değil, işgale karşıdır. İşgale karşı topraklarımızı savunma sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Suriye devletinin de artık demokratikleşmesini, burada yaşayan tüm halkların haklarının verilmesini istiyoruz. Suriye’nin demokratik bir anayasa, yönetim ve kültürle yönetilip güçlenmesini istiyoruz.

Bu çözülmediği sürece halklar arasına kırılganlıklar sokmaya çalışanlar, Suriye’yi hep savaş konumunda tutup parçalamaya çalışan dış güçler hep olur. Demokratik Özerk Yönetim Suriye sorununun demokratik ve Suriye’nin bütünlüğü temelinde rejimle diyalogla çözülmesini istiyor. Buna hazır olduğunu hep ilan ediyor ve doğru olan da budur. Bizim hem Suriye devletinden hem de Demokratik Özerk Yönetimden beklentimiz, Suriye’nin çözümü ve geleceğini başkalarına bırakmadan dostça, kardeşçe tartışarak çözmeleridir.

Ermeni toplumuna çağrı

-Dünya çapında birçok Ermeni cemaatinin Türk devletinin Kuzey-Doğu işgal saldırısına dönük açıklamaları ve tepkileri oldu. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye Ermenileri olarak bu konuda tüm dünyadaki Ermenilerden nasıl bir beklentiniz var?

Arjantin’den Şili’ye, Amerika ve Afrika’ya kadar dünyanın dört bir yanına nar taneleri gibi dağılmış bir halkız. Biz Polonya’daki halkımızın ve Ermenistan yönetiminin açıklamalarından dünya çapında Ermenilerin Kuzey-Doğu Suriye işgalini kabul etmediğini gördük. Fakat daha fazla dayanışmaları ve daha büyük ses çıkartmaları gerekiyor. 1915’te bize yapılanlar bugün bu topraklarda Ermenilerin de içinde olduğu tüm Kuzey-Doğu Suriye halklarına yapılıyor. Biz de bunun içindeyiz. Ermeni halkının da üzerinde yaşadığı topraklar işgal edildi. Mezarlıklarımız, inanç merkezlerimiz işgal edildi. 100 yıldır alınteriyle inşa ettiğimiz evlerimiz elimizden alındı. Dolayısıyla buradaki işgal ve devam eden işgal saldırıları hem buradaki hem de dünyadaki Ermenilerin bir sorunudur.

Kimse buna ilgisiz ve duyarsız kalmamalı. Durum bizzat Polonya’da yaşayan kardeşlerimizin yaptığı açıklama gibidir. “Biz bu topraklarda yaşayan halkların acılarını biliyoruz” deyip seslerini daha fazla yükseltmeli ve işgali protesto etmelidir. Birleşmiş Milletler gibi dünya çapında hangi kurum varsa, orada yer alıp işgale karşı buradaki halkların sesi olmalıdırlar; Ermeni halkının bu hafızası, iradesi ve gücü vardır. Suriye’deki Ermeniler olarak dünyaya savrulmuş Ermeni halkımızdan talebimiz, işgalcilerin kalkan elini durdurmalı ve mazlum halkların elini tutmalıdırlar. Öyle bir yapmalıdırlar ki işgalcilerin uçakları kalkmamalı ve bombaları bu halkın üzerine yağmamalıdır. Bu işgalin karar vericilerini sokağa çıkarak lanetlemelidirler. (Kaynak: ANF)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu