Gıda krizi, gıda ürünlerinin zamlanması nedeniyle halkın gıdaya erişiminin zorlaşmasıdır. Dünyada ve Türkiye’de gıda krizi, her geçen gün biraz daha derinleşmektedir. Kapitalist sermaye birikim rejiminin kâr hırsı; doğayı barbarca talan etmesi; iklim krizinin neden olduğu sonuçlar yüzünden ekolojik sistemin bozulması; tarımsal üretim alanlarının küresel ölçekte endüstriyel tarım tekellerinin egemenliğine dönüşmesi vb. sarmal bir biçimde üretim rejimini değiştirmiştir.
Sömürge, yarı-sömürge ülkelerde yoksul halk, yeterli miktarda güvenli gıdaya ulaşamadığı için ölüyor (özellikle çocuklar). AKP iktidarının son 20 yıl içinde çıkarttığı ve uyguladığı tarım kanunları, mevcut haliyle devam ettiği takdirde ülkemizde de milyonlarca emekçi, sağlıklı-yeterli ve güvenli gıdaya ulaşamayacaktır.
Bu yıl, kapitalist üretim rejiminin yol açtığı ekolojik tahribat sonucunda iklim krizinin neden olduğu doğa olayları önceki yıllara oranla daha sert geçti. (Burada kısa bir parantez açalım; kuraklık, dolu, kuvvetli yağışlar, sel taşkınları, aşırı sıcak ve soğuklar, toprak erozyonu, orman yangınları vb. gibi doğa olayları, dünyanın oluşumundan itibaren vardı ve yerkürede eko-sistem sönümleninceye kadar da devam edecektir. İklim krizi, yerkürenin doğal evrimsel döngüsü sistemi dışına çıkarak onu bozan ve üstte sıraladığımız doğa olaylarının normalin üzerinde anormal bir şekilde sıklaşarak tekrar etmesi ve evrimsel süreç eğrisinin kırılmasıdır.)
Önceki yıllara oranla tarımsal ürün türleri içinde kimi çeşitlerde rekolte kaybı ve verim düşüklüğü daha fazla yaşandı. Bununla birlikte tarım şirketlerinin, zincir marketlerin, tefeci tüccarların tarım piyasasını istedikleri gibi yönetmesi, doymak bilmeyen kâr hırsları mevsiminde bile en temel meyve ve sebze fiyatlarının ucuzlamamasına neden oldu. Yoksul halk, meyve sebzeyi pazarda tane ile almaya başladı.
Hatırlanırsa, AKP’li Tarım Bakanı, önceki yıllarda pahalılığın suçlusu olarak meyve sebzeyi mevsiminde tüketmeyen halkı ilan etmişti. Tarım Bakanı’nın unuttuğu, tarım ürünlerinin mevsiminde dahi aşırı pahalı olması ve yoksul halk için birçoğunun artık lüks sınıfına girmesiydi…
Burjuva iktisatta kural bellidir: “Arz-talep dengesi bozulursa ürüne ulaşmak da zorlaşır; arz düşerse fiyat da artar.” Tarımsal üretim faaliyetinde ürün verimliliğini belirleyen birçok temel etken vardır. Bunlar içindeki belli başlı öğeler şunlardır: “Tarım arazisinin fiziki şartlarının ekim biçim işleri için tesviyeli olması; toprağın bitkiler için elverişli mineral, element yapısına sahip olması; ürün türü çeşidinin iklim koşullarına uygun olması; tohumun, gübrenin, zirai koruma (ilaç) vb. gibi şeylerin uyumlu olması.” Bunlardan bir tanesinin hatalı oluşu, üretim rekoltesi ve kalitesi için ciddi sorunlara neden olacak şeylerdir.
Tarım insan yaşamı için olmazsa olmazdır!
Tarımsal faaliyette birçok dış faktör, köylünün asırlık, geleneksel tecrübesiyle uyum içinde birarada uygulandığında verim elde edilir. Bu nedenle yerel, geleneksel tecrübe birikimi, aile işletmeciliğiyle olacağından önem arz eder. Tarımın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarımı için aile üretiminin korunması; köylünün üretimden kopmaması zorunluluktur. Tarım, insan yaşamının devamı için olmazsa olmaz bir yerdedir.
Köylüler, üretim girdi maliyetinin yarattığı ağır yükü artık kaldıramadıklarından topraklarını terk ediyor, tarlaları bırakıyor ya da daha az girdi maliyeti hesabıyla mahsulünde olması gereken kimi (gübre vb. gibi) şeyleri olması gerektiği miktarda kullanamıyor veyahut daha az gübreye gereksinim duyan bitki türlerine yöneliyor.
Gaziantep Ziraat Odası’nın açıklamasına göre; bu yıl köylüler, gübre fiyatının aşırı zamlanması nedeniyle buğday, arpa, mısır ekiminden vazgeçerek daha az gübre gereksinimi duyan nohut ve kırmızı mercimeğe yönelmiş durumdalar. Benzer şekilde Türkiye’de patates üretiminin en yoğun yapıldığı Niğde’de köylüler, patatesten para kazanamadıkları için, gübre fiyatlarının da yüksek olması nedeniyle kuru fasulye ekimini tercih edecekler!
Denizli Ziraat Odası’ndan yapılan açıklamada da şöyle söyleniyor: “Son dönemde sulama anlamında büyük eksiklik yaşıyoruz. Girdi maliyetleri her geçen gün artıyor. Çiftçi bu dönem büyük kayıp yaşamışken, her ne hikmetse gübre fiyatları inanılmaz bir artış yaşadı. Böyle bir artış hayatımda görmedim. Çiftçinin üretimi bu sene azalmışken, gübredeki bu fiyat artışıyla şimdi üretim daha da azalacak. Üreticiler, bu dönem azar azar gübre dökmeye başladı. Gübre neredeyse bütün ürünlerde kullanılıyor. Bu yüzden ekim yapılacak toprakların büyük bir bölümü bu yıl boş kalacak… Üretici kaderiyle başbaşa kaldı. 2022 üretim yılı ülke için çok kötü geçecek.” (03.10.2021)
Bu örnekten de anlaşılacağı gibi köylünün/küçük aile işletmelerinin mahsulünde gübre kullanımı girdi maliyetiyle, üreticinin alım gücüyle doğrudan alakalıdır. Köylünün alım gücü varsa gübreyi olması gerektiği kadar kullanır; yok ise kullanamaz…
Gübre, tarımsal üretimde ürün verimliliğini ve rekoltesini artırmakta kullanılan en önemli araçlardan birisidir. Tüm bitki türleri, güneş, hava, su gibi topraktan da temin edeceği minerallere ihtiyaç duyar. “Bitkiler, yetişebilmesi için topraktan Azot, Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Kükürt, Demir, Çinko, Molibden ve Klor olmak üzere 13 adet besin elementini yeterli miktarda almak zorundadır.” (TZM VIII. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı 2) Doğru ve yeterli gübre kullanımı, ürün rekolte ve verimini ürün çeşitlerine göre % 50 ile % 100’e varan oranda artırabiliyor.
Gübrede dışa bağımlılık…
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, ekonomide, siyasette, bürokraside, hakim sınıf klikleri içinde vuku bulan çatışmaları azaltmada; toplum katmanları nezdinde sistemin kendini üretebilmesi için rıza üretme işlemini yerine getirememiştir. Yeni sistem, mevcut sorunları çözmek şöyle dursun içinden çıkılamaz duruma sokmuştur.
2018’de derinleşmeye başlayan ekonomik kriz, 2020’ye gelindiğinde Covid-19 pandemisiyle birlikte dünya genelinde tedarik zincirinde yaşanan aksaklıklar; emperyalist tarım tekellerinin ve devletlerin tarım ürünlerinde büyük miktarlarda stoklamaya gitmesi; iklim krizinin tarımsal alanda neden olduğu küresel ve bölgesel sorunlar vs. hepsi ithalata bağımlı hale getirilen Türkiye tarımında çöküntü yarattı.
Bütün üretim araçlarında olduğu gibi gübrede de dışa bağımlılıktan kaynaklı döviz kurunda yaşanan her dalgalanma, yukarıdan aşağıya yayıldıkça tsunami etkisi yapmaktadır. “Ülkemiz topraklarının organik madde açısından % 65’i çok yetersiz, % 25’i orta, % 7’si iyi ve % 3’ü ise çok iyi durumdadır. Yani topraklarımızın yaklaşık % 90’nı organik madde yönünden yetersiz olduğu görülmektedir.” (TZOB) Tarım topraklarındaki verim düşüklüğüne rağmen Türkiye gübre kullanımında Avrupa’dan daha geridedir.
Bunun nedeni de fiyatların pahalı oluşu vb.ridir. Türkiye’de köylülerin gübre kullanımı, ekonomik krizlerin yaşandığı yıllarda genel kullanım eğrisinin altında olmuştur. Yetersiz gübre, rekolte kaybını artıracağı gibi ürün kalitesini de düşürmektedir. BM-FAO istatistiklerine göre; dünyada gelişen 94 ülkede 4.5 milyar insanın protein ihtiyacının % 20’si buğday ürünlerinden karşılanıyor. Türkiye’de bu oranın % 53 olduğu düşünülürse; konunun önemi daha iyi görülecektir. Bu durum aynı zamanda halk sağlığını etkilemektedir.
Türkiye’de ilk kimyasal gübre fabrikası 1953 yılında Azot Sanayi (GÜRETAŞ) İskenderun’da kurulmuştur. (Ondan önce Karabük Demir Çelik İşletmeleri’nde üretilmiş ve Türk Şeker tarafından ithal edilmiştir.) Kamu tarafından daha sonraki yıllarda değişik yerlerde gübre fabrikası açılmıştır.
Bu fabrikalar 1984’te kamu iktisadi teşebbüsü (KİT) statüsüne alınmış; 1998’e gelindiğindeyse dönemin hükümeti tarafından özelleştirilecek KİT’lere dahil edilmiştir. Son gübre fabrikası, 2005 yılında özelleştirilmiş ve Türkiye gübre piyasası kamunun elinden çıkartılıp özel şirketlere verilmiştir.
Bugün gübre fiyatlarının bu denli zamlı olmasının iki temel nedeni vardır: “İlki gübrede ham madde ve ara unsurlar olarak dışa bağımlılık; ikincisi, tarımsal KİT’lerin AKP’nin tarım politikasıyla birlikte özelleştirilmesi.” 2005 yılından önce gübre piyasasının % 90’ı kamunun elindeydi.
Şimdi % 100’ü özel şirketlerdedir. Özcesi; üre gübre bir yılda 1.800 liradan 650 liraya, 20-20 gübre 1.680 liradan 4.300 liraya, DAB gübre 2.250 liradan 7.000 liraya çıkıyorsa sorumlusu AKP iktidarının tarım politikasıdır.
Sonuç olarak;
Temelleri 1980’de atılan neo-liberal serbest piyasa programı doğrultusunda tasfiye edilmeye çalışılan küçük aile işletmelerinin geleceği önem arz ediyor. Uygulanmakta olan emperyalist tarım programına karşı mücadele etmek emperyalizme karşı durmaktır.
Çiftçiler, köylüler, tarım tekellerine karşı kendi öz güçleriyle köy sendikaları, tarım kooperatifleri, birlikleri örebilirse işçilerle, emekçilerle ortak gelecekleri için kol kola, omuz omuza olacak zemini yaratabilirlerse başarıya ulaşılabilir. Bu da köylülerin kendiliğinden “sömürülüyorum öyleyse karşı durayım” diyeceği bir şey olmadığından; sınıf bilinçli öznenin sorunu kavraması ve çözüm üretmesiyle olacaktır.