Sınıf/emek hareketini, çeşitli veçheleri üzerinden tartışma konusu yapmak bugünkü mevcut durumu anlamak aynı zamanda buradan bir çıkış yolu bulmak için zaruridir.
Emperyalist-kapitalist sistemin, üretim sürecini yeniden yapılandırmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni ve güncel durumu incelemek bunun üzerine tartışmalar yürütmek bugünkü tıkanıklığın aşılabilmesi açısından da gereklidir.
Kapitalizmin, teknolojinin gelişmesiyle birlikte üretim sürecini tek merkezden ancak son derece parçalı bir şekilde tüm dünya sathına yayarak; esnek ve güvencesiz, kuralsız bir temel üzerinden yeniden yapılandırdığı açıktır.
1980’li yıllardan bu yana tüm dünyada, işgücü piyasalarının kuralsızlaştırma hedefiyle yeniden yapılandırılmasına tanık oluyoruz. Yeniden yapılandırma süreci; taşeron işçiliğinin yaygınlaşmasıyla, esnek çalışma biçimleriyle; enformelleşmeyle (kayıt dışı), formel sektörde çalışanların haklarının budanmasıyla, sendikaların güç kaybetmesi ve sendikalaşmanın neredeyse imkansız hale gelmesiyle kendisini göstermektedir.
Tüm bu süre içinde enformel sektörde istihdam çığ gibi büyümüştür. Çokuluslu şirketlerin, uluslararası rekabette avantajlı duruma geçmek adına, taşeron çalışmayı üretimde merkezi bir pozisyona yerleştirmeleri bu artışın temel nedenlerinden biridir.
Güvencesiz çalışma, esneklik ve kuralsızlaştırma, birbirinden ayrı düşünülemeyecek uygulamalardır. Kuralsızlaştırma ve işgücü piyasası esnekliği, beraberinde güvencesiz çalışmayı getirirken bunun yanında sınıflar arası (patron-işçi) ve sınıf içi (taşeron-kadrolu) çatışmaların derinleşmesini beraberinde getirmektedir.
İşgücü piyasası esnekliği, işten çıkarma düzenlemelerinin basitleştirilmesini/kuralsızlaştırılmasını; işçi-patron ilişkilerinin âdemi merkezileştirilmesini/denetimden uzak tutulmasını; sendikal hakların gasp edilmesini, toplu iş sözleşmeleriyle işçilerin her türlü güvencesinin ortadan kaldırılmasını ve sosyal yardımların azaltılmasını kapsayan bir süreçtir.
Esneklik, neo-liberal ideologların savunduğunun aksine, istihdamda sürekliliği sağlamak bir yana, işçilerin/çalışanların sistematik olarak daha güvencesiz ve örgütsüz hale getirilmelerine neden olmaktadır.
Güvencesiz çalışmanın gerçekleşmesinin en önemli koşullarından biri de kamu sektörünün yeniden düzenlenmesidir. Yeniden düzenlenme süreci, devletin işgücü piyasasında üstlendiği üç rolün; işveren/patron, düzenleyici ve hakem rollerinin, “rekabet gücünün artırılması” düşüncesiyle sermaye lehine yeniden yapılandırılmasıyla gerçekleşmektedir.
Bu süreçte kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi/özelleştirilmesi, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması yeniden yapılandırmanın ana omurgası olarak gündeme gelmiştir.
Esnek Çalışma Biçimin Son Örneği; Sıfır Saat Sözleşmeleri
İşgücü piyasası esnekliğiyle ilgili en önemli noktalardan biri gerek dünya genelinde ve gerekse Türkiye’de her geçen gün yeni esnek çalışma biçimleri/ türlerinin gündeme getirilmesi ve uygulamaya sokulmasıdır.
Bu yeni türlere verilebilecek en son örneklerden biri ‘sıfır saat sözleşmeleri’dir. Sıfır saat sözleşmeleri, özellikle İngiltere/Birleşik Krallık’ta 2008 krizi sonrasında her geçen gün artan, düşük ücretlerle, gelir güvencesizliğiyle, sendikasızlaşmayla ve artan eşitsizliklerle tanımlanan bir işgücü piyasası esnekliği türüdür.
İşgücü piyasası, 1990 sonrasında zaten esnekleştirilmiş, kuralsızlaştırılmış olan İngiltere’de başvurulan bu yeni yöntem, esnekliğin ve bunun sonucu oluşturulan güvencesiz, örgütsüz, kuralsız çalışmanın yapısal niteliğini de göstermektedir.
Sıfır saat sözleşmeleri, çağrı üzerine çalışmaya benzeyen, ancak çalışılacak sürenin önceden hiçbir şekilde garanti edilmediği başka bir deyimle modern kölelik anlamına gelen bir esnek çalışma türüdür.
2005 yılında 20.000 çalışan sıfır saat sözleşmesiyle çalışırken 2013 yılı itibariyle bu sayının 1.000.000’u aştığı düşünüldüğünde bu yeni esnek çalışma biçiminin korkutucu boyutu daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Güvencesiz, kuralsız ve örgütsüz çalışmanın yaygınlaşması, dünyada, işçi ve kamu sendikalarının politikalarında, söylemlerinde ve de örgütlenme stratejilerinde yeni yaklaşımların geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Dünya genelinde çok sayıda işçi sendikası, güvencesiz çalışmanın ortaya çıkardığı yeni sorunlara ve çözüm yollarına dair tartışmalar yürütmektedir.
Bu tartışmaların temel gündemleri arasında, güvencesiz işçilerin diğer çalışanlarla eşit haklara sahip olmaları, farklı statülerde çalışan sınıfın bölükleri arasında dayanışmanın güçlendirilmesi ve birleşik mücadelenin geliştirilmesi gelmektedir.
Türkiye’de de güvencesiz çalışma, neo-liberal ekonomi politikalarına geçişle birlikte yaygınlaşmıştır. Bu anlamda güvencesiz/kuralsız çalışma, sermaye birikim rejiminde yaşanan dönüşümün bir sonucudur.
24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan ve emeğin bireysel ve toplumsal “maliyetini”, asgari düzeye indirmeyi hedefleyen bu süreçte kuralsızlaştırma ve sosyal güvencesizlik, örgütsüzlük, Türkiye ekonomisinin uluslararası iş bölümüne daha fazla eklemlenmesini sağlayan temel politikalar olagelmiştir.
Türkiye’de sermaye birikimi, emek yoğun üretime ve düşük ücretlere dayanmaktadır. Bu birikim rejiminin uygulanabilir kılınması, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sistemlerinde gerçekleştirilen yeniden yapılanmalarla ve emeğin toplumsal konumunu, örgütlülük düzeyini, kazanımlarını geriletmeye yönelik diğer düzenlemelerle sağlanabilmiştir.
İşgücü piyasasında esneklik için gösterilen temel gerekçelerin başında, işgücü piyasanın yeterince “esnek” olmadığı gelmektedir. Bu kapsamda Türkiye’de uzunca bir süredir yürürlüğe konulan işgücü piyasası politikalarının ortak özelliği sermayenin rekabet gücünü artırmak adına her geçen gün yeni güvencesiz çalışma biçimlerini meşrulaştırmak olmaktadır.
Bu politikaların dünyadaki örnekleriyle benzerliği de esnek ve kuralsız çalışma süreci ve yöneliminin sınırları aşan niteliğine işaret etmektedir. 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül 1980 Darbesiyle, Cunta koşullarında ortaya çıkan azgın sömürü ve emek düşmanlığı; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununda kendisini açıkça göstermiştir.
24 Ocak 1980 Kararlarının işgücü piyasasına yansımaları, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi aracılığıyla devletin işveren rolünün dönüşmeye başlaması, ücretlerin düşürülmesi ve işçilerin sendikasızlaştırılması olmuştur.
Bu süreç 1990’lı yıllar boyunca derinleşmiş, 2001 Krizi sonrası süreçte ise Türkiye ekonomisinin yönetimi, 2007 yılına kadar neredeyse tamamen İMF ve DB (Dünya Bankası) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu emperyalist odakların tavsiye ettiği “reform” uygulamaları, işgücü maliyetlerinin ve ücretlerin düşürülmesini amaçlamıştır.