Tarım ve Orman Bakanlığı “Tarlada Ekim Devrimi” adı altında yeni bir proje hazırlığı içinde olduğunu kamuoyuna aracılığıyla duyurdu. Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin açıklamasına göre “İki yıl üst üste ekilmeyen tarım arazileri çiftçinin elinden alınacak.” (23.10.2022, Milliyet)
AKP, 20 yıllık iktidarı boyunca köylülüğü, küçük aile üreticilerini bitirmek için emperyalist-kapitalist tarım şirketlerinin istediği her türlü politikayı hayata geçirmiş, düzenlemeyi yapmıştır. Bu yeni proje de uluslararası tarım tekellerinin ülke tarımını A’dan Z’ye kontrol altına alma teşebbüsünden başka bir şey değildir.
Konuya girmeden önce bir parantez açıp köylülere yeni bir saldırı girişimi olan “Tarlada Ekim Devrimi” projesi ismine değinmek gerekiyor. Emperyalist kapitalist rejim ve uzantıları, yaptıkları icraatların işçi, köylü ve emekçi sınıfların aleyhine olduğunu gizlemek için onlara simgesel isimler verirler. Köylülüğünün/küçük aile üreticiliğinin tasfiyesini bir adım daha ileriye götürmek amacıyla hazırlanmış bu projeye verilen isim de bu anlamıyla dikkat çekicidir.
“Tarlada Ekim Devrimi” isminin tesadüfen seçilmiş bir adlandırma olmadığı ortadadır. İsim açık bir biçimde Sovyet “Ekim Devrimi”ni çağrıştırmaktadır. Tıpkı 1950’lerden sonra (ABD merkezli) emperyalist kapitalist sistemin dünya genelinde küçük aile üreticiliğini tasfiyeye yönelip yerine endüstriyel sanayi tarımını, büyük tarım çiftliklerini ikame etmek için başlattığı gıda rejimine “Yeşil Devrim” adını vermesi gibi.
Toprak, yeraltı ve yer üstü kaynaklarıyla canlı yaşamını sürdürebilir kıldığı için ona sahip olan yaşama da sahip olur. Tarlalar ekilmediği bahanesiyle köylünün elindeki tarım arazilerine göz koyulması, telafisi olmayan sorunlara yol açacaktır. Toprak, herhangi bir üretim metası değildir; canlı yaşamının var olması ve sürdürülebilir olması için bir zorunluluktur. Deyim yerindeyse elinde nitelikli-verimli toprak tutan güç, yaşamın anahtarını da elinde tutar.
Tarım arazileri “tek elde” toplanıyor!
Covid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşıyla bir kez daha açığa çıkan gıda tedarik zincirindeki aksamalar, tarım-gıdanın önemini tartışmaya meydan vermeyecek şekilde açığa çıkarmıştır. Dünya genelinde tarımın değeri artarken ülkemizdeki tarım arazileri, AKP’nin ekonomik-siyasi politikalarıyla (maden ocakları, organize sanayi bölgeleri, turistik tesisler, enerji santralleri vb.) bir yandan yağmaya açılırken diğer yandan değerli tarım alanları şirketlerin elinde toparlanmaya çalışılıyor. Tarım arazileri uzun yıllardır emperyalist kapitalist ülkeler ve uluslararası tarım tekelleri tarafından parça parça toplanıyor. Latin Amerika ve Afrika ülkelerindeki araziler, şirketlerin hedefinde ön plana çıkan yerler olmuştur.
Birleşmiş Milletler’e bağlı kurumlarca tarım ve gıdaya ilişkin hazırlanan raporlarda dünya genelinde kronik açlığın kalıcı olmaya başlamış olduğu ülkeler içinde Latin Amerika Afrika ülkelerinin çoğunlukta olması, bu vahşi sömürünün geldiği boyutu göstermektedir. Bu ülkelerde yaşayan emekçi halklar, açlık ve yoksullukla boğuşurken buralardan elde edilen gıda maddeleri, tekeller tarafından dünya pazarına sunuluyor. Yani fakirden çalıp zengine veriliyor.
Tarım arazisi talebinde patlama
“Eskiden toprak öyle kolay el değiştirmiyordu. Kapital sahibi için toprak almak kazançlı bir iş olmadığı için toprak, cazip bir yatırım alanı değildi. 2008’de gıda maddesi fiyatları 3 katına çıkınca ucuz tarım arazisi talebinde patlama oldu. Şirketler, toprağa hücum etti. Geçmişte altına hücum edilmesi gibi 54 milyar hektar toprak el değiştirdi. Her yıl Afrika, Asya ve Latin Amerika’daki milyon hektarlık arazi, yabancı yatırımcıların eline geçiyor. Toprağa yönelim, yatırımcı ve sermayedarlar için geçici bir heves gibi de görünmüyor. Kapitalizmin rota değiştirdiğine işaret ediyor. Yani kalıcı. Bu nedenle toprak gaspı için şapkayı önümüze koymanın zamanı geldi de geçiyor. Örneğin Suudi Arabistan, Çin ve Hindistan’daki gibi risk içinde bulunan ülkeler, gıda maddesi üretebilmek için dış ülkelerde toprak alıyor. Büyük gıda şirketleri, binlerce hektarlık arazi kapatarak pirinç yetiştiriyor. Enerji şirketleri, soya ve bitkisel yakıt hammaddesi elde etmek için toprak gaspına girişiyor. Finans yatırımcıları da ileride para getireceğini düşündüğü yerlerde arazi satın alarak spekülatif kâr peşinde koşuyor. Görüldüğü üzere sermaye, toprağı gasp ediyor.” (Gıda Krizi, Abdullah Aysu, 2015)
Pandemi, küresel tedarik zincirinde önemli noktalarda bulunan ülkelerde yaşanan savaş hali, bölgesel veya lokal düzeyde de olsa etki gücünün büyüklüğü iklim krizine bağlı olarak her yıl biraz daha kendisini hissettiren doğa olaylarının ekstremlikten çıkıp kalıcılaşmaya başlaması vb. sebepler dünya genelinde tarımın önemini artırmıştır.
Dünyada tarımın değeri artarken Türkiye’de AKP iktidarı/Tarım Bakanlığı kendisinin neden olduğu politikaların sorumluluğunu-bedelini köylülerin üzerine yıkarak kendi yarattığı krizi, sermaye için fırsata çevirmeye çalışıyor. AKP, halkın çıkarını düşünüyor olsaydı köylülerin tarımdan kopmasına, tarım arazilerinin yağmalanmasına, talan edilmesine izin vermezdi.
AKP’nin uygulamış olduğu, emperyalist kapitalistlerin neo-liberal ekonomi politikaları nedeniyle 20 yıl içinde 3 buçuk milyon hektar tarım arazisi atıl duruma düşürülmüştür. Bu oran, birçok Avrupa ülkesinin yüz ölçümünden büyüktür.
Aynı şekilde uygulanan tarım politikaları nedeniyle 2002’de 7 buçuk milyon civarında olan tarımsal alan, 20 yıl içinde 3 buçuk milyon civarı da azalmıştır. 3 buçuk milyon tarım emekçisi üretim dışı kalmıştır.
2002 yılında köylünün bankalara 2.4 milyar lira tarım kredi borcu bulunuyorken, 2022 yılının Eylül ayı itibariyle bankalara olan kredi borcu 250 milyar civarına ulaşmıştır. Yani borç miktarı 100 kattan daha fazla artmıştır. 2022’de ülke genel nüfusu 69.3 milyonken, kırsal alan nüfusu 23.7 milyon (genel nüfusun % 34.2’si) 2022 yılında toplam genel nüfus mülteciler de dahil edildiğinde 90 milyon civarına çıkarken, buna karşılık kırsal nüfus düzenli olarak azalmıştır. 5 milyon düzeylerine kadar gerilemiştir. (TÜİK verilerine göre 31/12/2021’de köy nüfusu 5 milyon 770 bin) Türkiye’de nüfusun % 93.2’si il ve ilçe merkezlerinde, % 6.8’i de köylerde yaşıyor.
Uluslararası tarım şirketleri Türkiye’ye yöneldi
Köylünün elinde kalmış olan son toprakları da almak için uğraşan AKP iktidarının tarımı nasıl bir çıkmazın içine soktuğunu üstteki veriler açık bir biçimde göstermektedir. Tarımın çökertilmesi ile ilgili istatistik verileri daha da sıralayabiliriz fakat bunların içinde önemli olan son aylarda uluslararası büyük tarım şirketlerinin Türkiye sınırları içinde dikkat çekmeye başlayan seracılık faaliyetlerinin artırılmaya başlaması olmalıdır.
Rusya-Ukrayna savaşıyla dünya enerji piyasasında yaşanan kriz, petrol-doğalgaz fiyatlarındaki artış, Avrupa ülkelerinin, Rusya’ya uyguladığı ambargo vb. nedenlerle Avrupa’da seracılık maliyetinin yükselmesi uluslararası tarım şirketlerini Türkiye gibi ülkelere yönlendirdi. Coğrafyamızın iklim yapısı, arazi verimliliği, güneş ve rüzgar enerjisinin en azami biçimde kullanıma elverişli oluşu, jeotermal santrallerinde kullanılan yeraltı sıcak su kaynaklarının seracılık işletmelerinde kullanılabiliyor oluşu, ucuz işgücü vs… koşullar seracılık faaliyetinin ülkemizde yabancı şirketler açısından cazip hale getiriyor.
“Hollanda’dan Afyon, Kütahya ve Uşak bölgesine domates başta olmak üzere farklı tarımsal ürünlerde seracılık yatırım için gelenler var… JES-jeotermal sular için, güneş enerjisi için sera kuruyor. Tarım arazisi satın alıyorlar. Buralardan elde edilen ürünleri doğrudan yurtdışına genel merkezlerine gönderiyorlar.” (Serpil Yılmaz, Sözcü)
Uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmelerin yönlendirdiği süreç sonrası yabancı tarım şirketlerinin/tekellerin ucuza tarımsal üretim yapabilmek için ülkemizde doğrudan tarım arazisi satın alarak seracılık faaliyetlerini artırdıkları bir dönemde Tarım Bakanlığı’nın iki yıl ekilmeyen tarlaları köylülerin elinden alınacağını açıkladığı projenin zamanlaması oldukça manidardır. Köylünün elinden alınmak istenen arazilerin kimlere peşkeş çekildiği ortadadır.
AKP iktidarının uygulamış olduğu ekonomik politikaları kapitalist sermaye birikim rejiminin menfaatleri doğrultusunda şekillenmektedir. Bu proje hayata geçirilse zaten zor durumda olan küçük aile üreticilerinin köküne kibrit suyu dökülecektir. Köylünün toprağına göz dikenler sadece köylüleri açlığa, yoksulluğa sürüklemiyor aynı zamanda işçileri ve tüm emekçi sınıfları da açlığa, yoksulluğa mahkum ediyorlar. Birleşik mücadele perspektifiyle işçiler, köylüler demokratik halk mücadelesini yükseltmeden bu engeller aşılamaz.