GüncelManşet

Efrin direnişinin öğrettikleri -1-

TC’nin 19 Ocak 2018 tarihinde başlattığı Efrîn işgali, birinci ayını geride bıraktı. İşgalini doğru olarak tahlil etmek için bu işgalin iç ve dış politik nedenlerini iyi okumak gerekmektedir.

İç politik gelişmeler ve Efrîn İşgali: AKP, tüm gücü ve enerjisiyle 2019’da yapılacak olan belediye, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor. Bunları kendisi için “ölüm kalım meselesi” olarak görmektedir. 2023’e kadar hükümette kalmak ve iktidarını daim kılarak, hem dış politikada hem de ülke içinde yaşadığı sıkışmışlığı açmayı hedeflemektedir. Bu hedefini gerçekleştirmek için devletin tüm olanaklarını kullanıp büyük bir seferberlik başlatmış bulunuyor.

AKP, 2019’daki çoklu seçime güçlü bir parti olarak girmek arzusunda. Mümkün olsa tek parti olarak tüm seçimleri kazanmak istiyor. Ancak, kendi dışındaki güçlerin buna bir şekilde engel olduğunu bildiği için, tüm muhalif güçleri zayıflatarak en güçlü parti olarak seçimlere girmeyi hedefliyor. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini bulunmaz bir fırsata çeviren AKP, yürürlüğe koyduğu OHAL sonrası faşizmi gündelik yaşamın bir parçası haline getirerek ülkeyi hapishaneye çevirmiştir. KHK’lerle yönetilen ülkede, devrimciler dışında kimse sesini çıkartamaz olmuştur. 15 Temmuz sonrasında “FETÖ’yle mücadele” adı altında, esas hedef Kürtler, devrimciler ve ilericiler olmuştur. Binlerce öğretmen, akademisyen ve öğretim üyesinin görevine son verilmiş, yüzlercesi tutuklanmıştır.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla başlayan milletvekili avıyla, HDP eş başkanları başta olmak üzere HDP milletvekilleri, 10 bine yakın üye ve çalışanı tutuklanarak bir devlet terörü uygulanmıştır. Faşizm, muhalif gazetecileri tutuklamış ve sadece kendisini öven basına hayat hakkı tanımıştır. Devrimciler görüldükleri yerde ya tutuklanmış ya da katledilmiştir. AKP, tüm bu uygulamaların yanında düzenle hiçbir sorunu olmayan CHP’ye dahi tahammül edemeyerek milletvekillerini tutuklayarak gözdağı vermiştir. AKP, tüm bunların yanında kendi içinde de bir “temizlik harekatı” başlatarak Erdoğan’a muhalif olanlar ya da Erdoğan’ın kendisince AKP içindeki gizli FETÖ’leri tespit ederek bir bir istifa ettirilmekte ya da görevden alınmaktadır. İstanbul, Eskişehir ve Ankara belediye başkanlarının zorla istifa ettirilmesi bu temizliğin bir parçasıdır.

RTE, AKP içinde kendisine hiçbir rakip istemiyor. Bunun için de kendisine yakın gördüğü bir ekiple 2019 seçimlerine girmek istiyor. Tüm gücünü daha şimdiden 2019’daki çoklu seçime vererek tüm parti teşkilatlarına bir yol haritası çizmiş bulunuyor. Erdoğan’ın neredeyse ayda bir çağırıp toplantı yaptığı muhtarları dahi 2019 yılında yapılacak çoklu seçimde, onlara da seçim döneminde ne yapmaları gerektiğini bir bir anlatarak köy, belde ve kasabalarda şimdiden çalışmalarını istemektedir.

AKP, yaptırdığı ön seçim anketlerinde 2019 seçimlerini tek başına kazanmasının pek de kolay olmadığını bildiği için daha şimdiden MHP’yle seçim ittifakı yapmış bulunuyor. Bu ittifaktan en kârlı çıkacak olan parti, faşist MHP olacaktır. MHP, yaşadığı iç çekişmelerin bir bölünmeyle sonuçlanmasından sonra kendi içinden çıkan ve MHP ile ideolojik olarak aynı olan faşist İyi Parti’nin MHP’nin gücünü bölmesiyle birlikte, MHP’nin olası bir seçimde baraj altında kalma riskinin oldukça yüksek olduğunu bilen Bahçeli, 15 Temmuz 2016 yılından bu yana AKP’nin koltuk değneği olmuştur. MHP, bunun yanında Kürt düşmanlığı üzerinden HDP’nin kapatılması, olmuyorsa milletvekillerinin tutuklanması ve Kürtlere karşı savaşın boyutlandırmasını istemiş, AKP de tüm bunları yerine getirerek MHP’nin desteğini almış ve Yenikapı Ruhu denilen faşist ittifak, bugünlere tanınmıştır. AKP’nin 2019 seçimlerinde MHP’ye bazı bakanlıklar vaat ederek desteğini aldığı açıktır. MHP, her dönem devletin sivil militarist gücü olarak kullanıldı. 1980 yılı öncesi MHP devrimcilerin katledilmesinde, Maraş ve Çorum katliamlarında sivil militarist bir güç olarak kullanılmıştır. Aynı MHP, 1990 yılında Kürt ulusal mücadelesinin ve toplumsal mücadelenin yükselmesiyle birlikte, mücadelenin bastırılması için faali belli cinayetlerde görev verilmiş, JİTEM’in kurulmasını takip eden yıllarda ise bu kontra örgütünün elemanlarının büyük bir bölümü MHP’lilerden oluşturulmuştur. Bahçeli’nin her defasında dile getirdiği “5 bin Ülkücü savaşa hazır” söylemi boşa söylenen bir laf olmadığı gibi, şimdi de Efrîn işgalinde önemli sayıda MHP’li yer almaktadır.

Her yönüyle teşhir olan AKP, yaptığı yolsuzluklar, ülke dışına kaçırılan milyon dolarla ve ABD’de Sarraf davasında deşifre olan dolandırıcılığı ve ülke içinde halk kitlelerinin yükselen hoşnutsuzluğu, işsizlik, yoksulluk AKP’nin yönetmede giderek zorlandığını göstermektedir. AKP, tüm bunları unutturmak için 2016 Temmuz ayından bu yana işlediği darbe propagandası bir yerde tükenmiş, bıkkınlık vermiş ve artık kitlelerin dikkati başka yönlere evrilmişken, AKP bu sefer de ülkenin “bekası” safsatasını gündeme getirerek Rojava üzerinden “Türkiye’yi büyük bir tehlikenin” beklediğinin yoğun propagandasına girişti. Uzun bir zaman dilimi içinde durmadan bu meseleyi gündemde tutan AKP, kendince en uygun zamanı bulduğunu sandığı 19 Ocak 2018 tarihinde Efrîn’e girerek işgal harekatını başlatmış oldu.

Dış politik gelişmeler ve Efrin İşgali: 2001 yılında ABD emperyalizminin başına geçen G.W. Bush’un 29 Ocak 2002 tarihinde yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında Şer Ekseni olarak tanımladığı ülkelerden biri olan Suriye’de “Arap Baharı” denilen sürecin devamında 2011 yılında başlayan iç savaşla birlikte, Ortadoğu’daki dengeler değişmeye başladı. ABD emperyalizmi bir dizi ülkede “kullanım değeri bitmiş” olan diktatörlüklerin yerine kendisine tam bağımlı yeni yüzleri iktidara getirmek için kaldıraç olarak kullandığı “Arap Baharı” ayaklanmalarında istediği sonucu elde edemedi. Başarıya ulaşmadığı ülkelerden biri de Suriye oldu. ABD, Türk devletinin de tam desteğini alarak dayanak gücü yaptığı IŞİD ve El-Nusra gibi gerici güçlere bel bağlayarak Esad’ı devirmek istediyse de bunda başarılı olamadı.

Suriye iç savaşında, 2014 yılından bu yana Esad’ı destekleyen Rusya önemli bir aktör olarak Suriye’ye yerleşti. Esad’ın bu kadar dayanmasında Rusya belirleyici olmuştur. Rusya, Akdeniz’e kolayca inmek ve burada askeri üs kurmak, Suriye üzerinden Ortadoğu’da söz sahibi olmak için savaşa müdahil olmuştur. Gelinen aşamada Rusya, Suriye’nin yeniden kurulmasında neredeyse tek aktör gibi davranmaktadır. İran, bunun bir parçası olarak görünse de, Rusya’nın gölgesinde hareket ettiği açıktır. ABD, Suriye’de önemli bir aktör olarak bu bölgeye yerleşmek ve bölüşülecek Suriye’den kendisine pay ayırmak istese de, Rusya kadar belirleyici bir pozisyonda bulunmamaktadır. Ancak bu, ABD’nin bir bütün olarak pasif bir konumda durduğu anlamına da gelmemektedir. ABD, görüşmeler öncesi kendi istek ve taleplerini Rusya’yla yaptığı kapalı kapı görüşmelerinde masaya koymakta, Rusya da bunları dikkate almaktadır. Suriye iç savaşında Kürtler mevcut çelişkilerden iyi yararlanarak Rojava’da gerçekleştirmekte oldukları devrimle önemli bir statü elde ettiler. Suriye Kürdistanı’nda elde edilen bu statüyle önemli bir yerde duran Kürtlerle ittifak kurmak için Rusya ve ABD bir yarış içine girdiler. Rusya’nın Esad rejimiyle güçlü bağlarının olması, Kürtlerde bir güvensizlik yaratmış ve Kürtler ittifak gücü olarak ABD’ye daha yakın durarak bir dizi askeri antlaşmalar yapmıştır.

Kürtlerin ABD’yle yaptığı bu askeri ittifak, devrimci çevrelerde de bir tartışma konusu oldu. Kürtlerin Rojava’da ABD’yle geçici olarak yaptığı bu ittifakın daha ileri taşınması, Rojava’nın ABD’nin bir üssü haline gelmesini elbette kimse istemez. Böylesi bir işbirliği Kürtlerin mevcut siyasal niteliğini değiştiren bir duruma dönüştüğü andan itibaren Kürt ulusal hareketinin demokratik ve ilerici niteliğinin değişeceği ve tıpkı Irak Kürdistanı’nda Barzani’nin durumuna düşeceği açıktır. Tüm ulusal hareketlerin temel özelliği anti-emperyalist olmalarıdır. Ulusal sorun emperyalizm ve proleter devrimler çağıyla birlikte, bir iç sorun olmaktan çıkarak proleter devrimlerin bir parçası olmuş ve temel politik içeriği anti-emperyalist olması özelliğini almıştır… Emperyalizme tavır almayan hiçbir ulusal hareketin demokratik ve ilerici olması mümkün değildir. Emperyalizmin yedeğinde yürüyen hiçbir ulusal hareket gerçek bir bağımsızlık elde edemez.

Rojava’da Kürtlerin ABD emperyalizmine yedeklenen bir güç olduğu mevcut durumda iddia edilemez. Tarihsel olarak, devrimciler emperyalistlerle ittifak yapmayı ret etmemişlerdir. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Alman emperyalizmine karşı İngiltere ve ABD’yle gerçekleştirdiği askeri ittifak buna örnektir. Keza, Mao Zedung’un, Japonya’nın Çin’i işgal etmesiyle birlikte, Japonya’ya karşı mücadelede, Japonya’ya karşı olan güçlerle işbirliği yapabiliriz politikası ikinci dayanağımızdır.

Suriye Kürdistanı’nda Kürtlerin yaşadığı zorluklar ve elde ettikleri statünün yaşatılmasında çareyi ABD’yle işbirliğinde görmeleri, ABD’nin buraya kalıcı olarak yerleşmesi ve Rojava’yı bir üs haline getirmesi elbette kabul edilemez. Bu durumun nereye evrileceği hala belli değildir. Komünistlerin bir görevi de, bu çok yakın dost gücün bu yönüyle de uyarılması ve Kürtleri bekleyen bu yönlü tehlikelerin neler olduğunu birlikte tartışmaktadır. TC devletinin, Rojava’da Kürtlerin elde ettiği statüye başından beri karşı olduğu bir sır değildir. TC burada elde edilen statünün tüm Kürt coğrafyasında ve özellikle de Türkiye Kürdistanı’nında büyük bir moral bulacağı, güç alacağı ve Kürt ulusal mücadelesini daha ileri sıçratacağını hesapladığı için, ne olursa olsun, Rojova’da Kürt hakimiyetinin kırılması ve yok edilmesini istedi. Bunun için tüm imkanlarını seferber ederek IŞİD ve El-Nusra gibi gerici faşist odakları destekleyerek Rojava’ya saldırttı. IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasıyla epeyce umutlanan AKP, Kürtlerin IŞİD’i tuz buz etmesinden sonra, yaptığı stratejik değişiklikle, bu sefer de sürekli olarak girip işgal etmekten söz etmeye başladı. 2016 yılının Ağustos ayında ”Fırat Kalkanı” adını verdiği Cerablus işgal girişimiyle istediğini elde edemeyen TC, işgal tehditlerini bu tarihten sonra da devam ettirdi. Erdoğan, çok bilinçli olarak iç kamuoyuna Rojava’nın Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıp durdu. Bu ırkçı ve şoven propagandayla devlet, 19 Ocak 2018 tarihinde Efrîn’i işgal harekatına başladı. AKP hükümetinin “Zeytin Dalı” adını verdiği bu işgal harekatı ile amaçladığı şudur; Efrîn işgal edildikten sonra, buradan diğer Kürt bölgelerine ilerleyip, tüm direniş mevzilerini ve kurtarılmış bölgeleri bir bir düşürerek “zaferini” ilan etmek. TC devleti ve ordusunun bu hevesi daha ilk günden kursağında kaldı. İşgal başladıktan bu yana ancak birkaç kilometre ilerleyebilen TC, büyük kayıplar vererek olduğu yerde çakılı kalmıştır.

TC devleti Efrîn’e girdikten sonra atacağı birkaç top ateşi ve savaş uçaklarının yapacağı birkaç sortiyle Efrîn halkının kitlesel olarak şehir boşatacağını, böylece birkaç gün içinde Efrîn’in işgal edileceğini hesaplamıştır. Öngörüden yoksun Türk devleti Efrîn halkının kararlı duruşu karşısında daha şimdiden savaşı kaybettiğinin farkında değildir. IŞİD artığı birkaç bin kişiyi mayın tarlasına sürülmüş eşekler gibi en önde savaşa sürüklemesiyle, kendi öz güçlerinden az bir kayıpla elde etmek istediği bu zafer tuzla buz olmuştur.

(Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu