Emperyalist-kapitalist düzende, küresel ölçekte etkisini gösteren Covid-19 salgını dünya ülkelerinde çeşitli krizler yarattı.
Pandemi tüm dünyada yayılırken, her ülkede yükselişe geçtiği dönemde benzer düzeyde etkisini gösterdi. Fakat ülkeler içerisinde salgının etkisi ise sınıfsal farklılıklar göstermekte.
Pandemi döneminde çeşitli önlemler (Sokağa çıkma yasakları, “EvdeKal” çağrısı vb.) tüm kesimleri kapsamadığı gibi; yoksul kesimlerin, yüksek gelirli kesimlere göre daha çok Covid-19 hastalığına yakalanma ve bu duruma bağlı ölüm oranlarına rastlandığı tespiti birçok araştırmanın verilerine yansımaktadır. Pandemiyle birlikte ülke içerisindeki sınıfsal eşitsizliğin boyutları gün yüzüne çıktı.
Özellikle Covid-19 salgınına yakalanan ve buna bağlı sağlık hizmetlerinden yararlanma, hastaneye yatış ve ölümlerdeki verileri incelediğimizde sınıfsal eşitsizliğin boyutlarını gözlemlemekteyiz. Ayrıca pandemide eğitim-öğretime ara verilmesi ile birlikte; uzaktan eğitim alan öğrencilerin aynı eşit koşullara sahip olmadıkları gerçekliğinden hareketle, eğitim alanındaki eşitsizliğin yükselişe geçtiği bir dönemdeyiz.
Üretim araçlarının sahibi sermayedarlar ile geçinebilmek için her gün işe gitmek zorunda olan işçi sınıfı arasındaki eşitsizliğin tarihsel bir geçmişi bulunmaktadır. Fakat pandemi dönemiyle birlikte bu eşitsizlik daha da derinleşmektedir.
Devletin pandemiyle birlikte “sokağa çıkma yasağı, evdekal çağrıları ya da fiziksel mesafe” uyarıları sınıfsal dağılımla gerçekleşmiştir. Sermaye sahipleri yalılarında sefa sürerken, birikimi olan kesim online siparişlerle acil olmayan ihtiyaçlarını karşılarken ya da beyaz yakalılar evlerinden çalışmaya geçtiği koşullarda evlerinde kalabilmişlerdir. Fakat bu dönemde işçi sınıfının “açlık ve yoksulluk” tehditti karşısında bir tercih hakkı kalmamış, işçilere salgın riskine rağmen zorunlu olarak çalışma dayatılmıştır.
Ankara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç, “korona pozitif tanısı konmuş hastalarımızın yüzde 60-70’i fabrika ve işyerlerinde çalışanlar ve kamu personeli. Bu nedenle zorunlu olmayan mal ve hizmetlerin üretimi de bir an önce durdurulmalı” açıklaması, pandeminin sınıfsal halini özetlemektedir.
Eylül ayı sonunda TTB’nin yayınladığı “COVID-19 Pandemisi 6. Ay Değerlendirme Raporu” nda belirtildiği üzere; Pandemi sürcinde hasta ve ölümlerin en çok görüldüğü illerden biri olan İstanbul’un semtler arasındaki (HES uygulaması kullanılarak incelendiğinde)sınıf farkının Covid-19’a yakalanma açısından çok belirgin fark oluşturduğu ifade edilmekte.
Sık yerleşimli binalarda kalabalık aile yaşamının olduğu düşük gelirli kişilerin ikamet ettiği Şirinevler’in “yüksek riskli bölge” olarak görülürken, ferah ve konforlu sitelerde yaşayan orta ve yüksek gelirli kesimin ikamet ettiği Ataköy “en düşük riskli bölge” olarak görüldüğüne raporda değinilmektedir. Yine aynı raporda Mart ayında başlayan EvdeKal çağrıları döneminde açığa çıkan verilerden örneklemeler yer almakta.
Bu dönemde hangi semtin/ilçenin daha çok uyduğunun incelendiği bir analizden (1 milyon insanın akıllı telefonlarının dolaşım verileri incelenerek) bahsedilmekte.
7 gün boyunca yapılan analize göre; en fazla evde kalan semt/ ilçelerin; Kadıköy, Ataşehir, Çamlıca, Fatih, Ataköy, Bakırköy, Florya, Etiler ve Şişli gibi orta ve yüksek gelirli kesimlerin daha çok ikamet ettiği bölgeler olurken, en az evde kalanların yani evden çıkmaya zorunlu olan kesimin Esenyurt, Bağcılar, Bayrampaşa, Sancaktepe, Sultanbeyli, Pendik gibi işçi sınıfının yaşadığı bölgeler olduğuna değinilmektedir.
Buradan hareketle pandemi süresince, devletin aldığı önlemler karşısında işçi sınıfı ve çeşitli iş kollarında çalışan emekçiler açlık ve salgın sarmalında tercihsiz bırakılarak çalışmaya devam etmiştir.
Pandemi sürecindeki verileri incelediğimizde, salgın karşısında işçi ve emekçiler güvencesiz ve korumasız bırakılarak hastalığa yakalanan büyük bir kesimi oluşturmaktadırlar.
Pandeminin sınıfsallığını; açlık ve yoksulluk karşısında tercihsizliğe itilen işçi ve emekçilerin hastalığı seçerek, evde kalamamaları olarak tanımlayabiliriz.