Kitlelerle birlikte yanıp tutuşmak
Kitle faaliyetlerimizde, A/P yöntem ve araçlarımızda genel-geçer söylemlere, kalıpsal yaklaşımlara karşı mücadelenin önemli bir ayağını politik eğitim oluşturmaktadır. Genel olarak tüm yazılarımızda sürekli bu noktaya vurgu yapıyoruz, politik seviyenin yükseltilmesi gerekliliğinin altını çiziyoruz. Ancak bunu belirlemek sorunun bir yanını oluşturuyor ve yeterli gelmiyor.
Sorunun biraz daha içine girerek, yanlış mantık ve şekillenişleri açığa çıkarmak gerekiyor. Böyle bakınca kimi yaklaşımlarımızda devrimi yanlış kavrayan toptancı, dogmatik bir mantık görebiliyoruz. Düzenin genel özelliklerini teşhirle yetinen bir anlayış olduğunu belirtmiştik genelde. Bu yanlış anlayışı tamamlayan diğer bir yanlış da tüm sorunların devrimle çözüleceği mantığıyla “toptancı” bir propaganda yürütülmesidir. Bilinen ifadelerle kitlelerin tüm sorunlarının devrime havale edilmesidir bu. Oysa tarih zincirinin her döneme özgü vazgeçilmez halkaları vardır. Üzerinden atlanılan her halka tüm zincirin kopması sonucunu doğuracaktır. Devrimin bir yıkım olduğu kadar aynı zamanda bir inşa faaliyeti olduğunu düşünürsek, kitlelerin talep ve sorunlarında, her özgülde çeşitli çözümlerin ortaya konması, dahası bu kazanımların kitlelere nüfuz ettirilmesi gerektiği açıktır. Bahsettiğimiz şey, ekonomist, reformist bir anlayış değildir tabii ki. Tersine her kazanımı ve sisteme kabul ettirilen her reformu, devrim mücadelesinin çıkarlarıyla kopmaz bir şekilde bağlamaktır. Doğal ki, bu, somut talep ve haklar uğruna mücadeleyi, bu amaçla A/P çalışmalarını da zorunlu kılar. Bizim çoğunlukla üzerinden atladığımız ya da çeşitli nedenlerle yeterli özeni göstermediğimiz konulardan birisi budur.
Aynı nedenlerle ortaya başka eksiklikler de çıktığını bilmeliyiz. Eğer saflarımızda kitlelerin sorunlarına karşı, politikaya karşı bir ilgisizlik tespit ediyorsak, faaliyetçilerimizin teşhir faaliyetinde, A/P çalışmalarında da bir darlık, cansızlık olması kaçınılmazdır. Bu tamamen faaliyetçilerimizin bilinci ve kavrayışıyla ilgili, onlar için nelerin ihtiyaç olduğu sorunuyla bağlantılıdır. Kitlelerin sorunlarına, ülke gündemlerine ilgisiz bir faaliyetçinin politik teşhirleri, A/P çalışmalarını içerikçe zengin, güncel ve somut bir şekilde yürütebilmesi mümkün müdür? Ya da politikaya ilgisiz bir faaliyetçinin, tek tek sorunları sınıf bilinciyle birleştirilebilmesi, propaganda ve ajitasyonunda yöntem ve araçlarını geliştirebilmesi mümkün müdür? Tabii ki hayır! O halde geldiğimiz nokta tekrar kitlelerin sorunları karşısındaki duruşumuz ve buradan ileri gelen politik niteliğimizdir. Kalinin’in çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi “Kitleyi arkanızdan sürüklemek için kitleyle birlikte yanıp tutuşmamız gerekir.”
Kitle içerisindeki çalışmalar her günkü faaliyetimizdir
Çalışmalarımız içerisinde sıkıntısını yaşadığımız konulardan biri de belirli günlere ve belirli biçimlere endekslenmiş çalışmalardır. Çoğu kez belli anma, yıldönümü ve kutlamalara denk düşen, hitap ettiği kitleler bakımından da doğal olarak bir darlığı ifade eden bu çalışmalar; faaliyetçilerin enerjisinin önemli bir bölümünü işgal etmektedir. Burada tartışılan, bu belirli günlere vs. dair çalışmaların yapılıp yapılmaması değildir. Fakat eğer bu çalışmalar faaliyetin “kendisi için” bir çalışmaya dönüşmüşse, asıl kitle çalışmalarına kıyasla hâkim bir pozisyona gelmişse bunun sorgulanması gerekmektedir.
Ama bilinir ki, bu ancak kitlelerin o gün ve tarihlerle nasıl bir ilişkisinin kurulduğu, onları ne kadar sahiplendiğiyle ilgilidir. Yine içeriği hangi zaman dilimine ait olursa olsun, bu çalışmaların güncelle bağının ne kadar kurulabildiğiyle ilgilidir. Bunlar olmadığında, sınıf mücadelesinin, onun içersinde bizim artık gelenekselleşmiş ve “doğal” çalışmalarımız dahi yer yer “sorun” olarak karşımıza çıkabilecektir. Sonuçta, günümüz özgülünde sınırlı bir örgütsel güç üzerinde konuşuyor ve bu gücün enerjisini en verimli şekilde kullanabilmeyi tartışıyoruz. Tüm çalışmalarımızda bu sorgulayıcılığı işletmediğimizde, hep vurgulandığı gibi, doğrunun zamanla yanlışa evrilmesi olasıdır. Faaliyetimizin amacına ilişkin ister kavrayış eksikliğinden ister zorunluluklardan kaynaklı olsun, eğer bir darlaşma ya da statüko fark ediyorsak, değiştirilmediğinde bunun bir bilinç kayması yaratacağı da bilinmelidir. Bunun devamı yetinmecilik, kanıksama ve benzer yanlış şekillenişlerin kaçınılmaz olarak tüm bünyeye hâkim hale gelmesi olacaktır. Kalaşnikov’un ifade ettiği gibi “kitleler arasında, ajitasyon çalışması, kampanyadan kampanyaya, bir önemli tarihten bir başkasına yapılıveren bir iş değildir.”
Burada tekrar hatırlatılması gereken bir nokta var. Kitle faaliyetleri ya da politik teşhirler, A/P ve örgütlenme çalışmaları bizim “her günkü faaliyetimiz” olmak zorundadır. Doğal ki tüm pratiklerimiz buna göre şekillenmelidir. Lenin’in deyimiyle komünistler; “Her zaman yığınlarla çalışmalı ve yığınlar üzerindeki etkiyi derinleştirmeli ve genişletmelidir. Bu olmazsa bir sosyal demokrat da sosyal demokrat değildir. Hiçbir örgüt hiçbir grup hiçbir çevre bu çalışmayı sürekli ve düzenli olarak yürütmezse sosyal demokrat örgüt sayılamaz.” Demek ki, gerçek bir komünist örgüt olmanın temel kıstaslarından biri, yığınlar üzerindeki “sürekli ve düzenli” kitle çalışmalarıymış. Hangi nedenle olursa olsun bu başarılamıyorsa, sorgulamanın teori ve pratiğimiz arasındaki çelişki üzerinde odaklanacağı açıktır. Bu, ideolojik bir sorundur aynı zamanda. Varlığı, kitlelerin gücünü örgütlemek ve onu daha ileriye, devrime kanalize etmekle anlam bulan komünistlerin, bu amaçtan kopuk her türlü yaşamı onların ideolojik bir krizidir de. Soyut düşüncede, teorik bir söylemde değil, yaşamın kendinde, kitlelerle komünistleri ayıran somut bir gerçektedir bu kriz.
O halde sorunumuzun önemli bir parçasını, kitle çalışmalarını her günkü faaliyet olarak örgütleyememekte görmek yerinde olacaktır. Çoğu kez “örgütsel” koşturmaca, sabit ve statik çalışmalar dışında kitle çalışmalarına sınırlı bir zaman, kadro ve olanak aktarıyorsak, tüm gerekli görünümlerine karşın varolan “örgütsel” çalışmalarımızı da gözden geçirmemiz gerekir. Acaba bunlardan ne kadarı, Lenin’in temel kıstaslardan biri olarak koyduğu “sürekli ve düzenli” kitle çalışmalarımızdan daha önemlidir? Ne kadarı vazgeçilmez ya da politik hedeflerimizle kopmaz bir ilişki içindedir. Açık ki, kitle çalışmaları “diğer çalışmalardan” arta kalan zaman, kadro ve olanaklar ölçüsünde yürütülecek bir çalışma değildir. Tersine tüm “diğer çalışmaların” bir şekilde ona bağlanacağı, onun gelişimine hizmet edeceği temel çalışmalarımızdır. Eğer kendimizce tüm çalışmaların bu zincirini kurmuş, gerekliliklerini ortaya koymuş ama sonuçta yine asıl kitle çalışmalarından geri kaldığımızı tespit etmişsek, somuta bakmak dışında bir yol kalmamıştır. Somutta hangi çalışmanın bize ne kazandırdığı veya yapılamayanların ne kaybettirdiği ortaya konulabildiğinde hangi tür çalışmaların gerçekten ihtiyaca yanıt verdiği anlaşılabilecektir.
Faaliyetimizin ağırlık merkezi kitle çalışmaları olmalıdır…
Bir gerilla alanında lojistik, üslenim, depo ve eğitim faaliyetleri tüm faaliyetlerin büyük bir kısmını kaplıyorsa, bu, kısa süreli bir zorunluluk değil sürece damgasını vuran bir durumsa, orada bir sorun vardır. Bir gençlik faaliyet alanında randevular, pankart, yazılama, molototof vb. çalışmalar faaliyetin büyük bir kısmını kaplıyorsa yine -istisnai zorunluluklar dışında- orada da bir sorun vardır. Benzer içerikte örnekleri demokratik alanlar, sendikal faaliyetler, semtler, yerel faaliyetler ve diğer tüm çalışmalar için de sıralayabilir, temel bir sorunu tespit edebiliriz. O sorun, kitle çalışmalarının tüm faaliyet içerisinde ağırlıklı bir bölümü oluşturması gerekirken tam tersinin olmasıdır.
Mao, silahlı mücadele içerisinde dahi, tamamen askeri faaliyetlerin, tüm faaliyetlerin ancak yüzde 5’lik bir bölümünü oluşturduğunu belirtmişti. Tabii ki bu yüzde 5’lik askeri faaliyetin dışında kitle çalışmalarına zemin hazırlayan birçok örgütsel çalışma ve görev bulunur. Fakat her halükarda kitle çalışmaları, faaliyetin esasını oluşturmak durumundadır.
Kendince bir mantıkla bazı teknik ve askeri çalışmalar dışında tüm faaliyetlerimizi bir şekilde, kitle çalışmamız veya onunla ilişkili çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. Gerçekte amaçladığımız da budur. Tüm çalışmalarımıza bu niteliği kazandırmak isteriz. Ancak şu anki gerçeklikle böyle bir genellemede bulunmak, gerçeğin yerine temennileri koymak olacaktır. Bunu bir hedef veya eğitim malzemesi olarak değerlendirebiliriz. Fakat gerçekmiş gibi belirleyemeyiz. Çünkü o zaman bu yöntem gerçek sorunların üzerini örtmenin bir aracı olma işlevini de kazanacaktır. Bu nedenle, özellikle de bugün kitle çalışmaları genellenmemeli, tam tersine elden geldiğince somutlanmalı, bunun özneleri, araç ve yöntemleri açık bir şekilde tanımlanmalıdır.
Şu an üzerinde durduğumuz konu politik teşhirler, A/P ve örgütlenme çalışmalarımızdır. Bunu tekrar hatırlayarak objektif engellerden öte, bu konuda yanlış şekillenişlerin bir sonucu olarak kitle çalışmalarında yer alması gereken asıl yoldaşlarımızın “örgütsel koşturmaca” içinde hapsolmalarını eleştirmemiz gerekmektedir. Bu yanlışlara dönük Mao’nun aşağıdaki ifadeleriyle önemli bir vurguya yer verelim.
“Biz komünistler, her konuda kitlelerle kaynaşmasını bilmeliyiz. Parti üyelerimiz bütün ömürlerini dört duvar arasında geçirir, dünya ile hiçbir zaman yüz yüze gelmez ve fırtınaları göze almazlarsa, Çin halkına ne yararları olur? Hiçbir yararları olmaz ve bizim böyle Parti üyelerine ihtiyacımız yoktur. Biz komünistler, dünyayla kitle mücadelesinin büyük dünyasıyla yüz yüze gelmeli; fırtınaları, kitle mücadelesinin olağanüstü fırtınalarını göze almalıyız…”(*)
Öyleyse kitlelerin devrimci çıkarlarından bağımsız bir kolektif çıkarları olamayacağı gibi kitle içimdeki mücadele ve çalışmalardan bağımsız bir faaliyetçi de olamaz. (Devam edecek)
* Seçme Eserler, Cilt:3, Mao